Bir zaman senfonisi - Marcel Proust

Bir zaman senfonisi - Marcel Proust

Proust, 1905’te yazmaya başladığı bu eserleri 1912 de tamamladı ve 1922’ye kadar da üzerinde gerekli gördüğü düzeltmelerle uğraştı. 17 yıllık bir emeğin sonunda Fransız sosyetesinin (aristokrasinin) yükselişini, düşüşünü; yalanlarla örülü dünyalarının, ihtiraslarının, dedikodularının, çürümelerinin geniş bir panoramasını ortaya çıkardı.

Metin Cabadağ

Almanların Paris’i bombardımana tutmalarından birkaç hafta sonra dünyaya geldi. Babası Odrien Proust doktordu. Annesini doğumdan önceki sıkıntılı günlerde geçirdiği heyecan ve hüzünler, Proust üzerinde olumsuz etkiler bırakmıştır. Marcel Prost doğuştan sağlıksız ve sürekli bir ilgiye ihtiyaç duyarak yaşadı. Dokuz yaşında geçirmiş olduğu astım krizinin ardından ömrünün sonuna kadar bu hastalıkla boğuşmak zorunda kaldı. Bu nedenlerin öğrenim hayatı üzerinde de etkisi kaçınılmaz olmuştur. Düzensiz okul hayatına rağmen, okumaktan, öğrenmekten zevk alan bir insandı. Bir öğretmeninin etkisinde kalarak Saint- Simon’un anılarını okudu. Sorbonne Üniversitesi’nde felsefe ve ruh bilimi okudu. 1892-93 yıllarında yayınlanan ve Le Banquet dergisinde yazıları çıktı. Kimi kitaplarının önsözleri Paris’in aristokratları tarafından yazıldı. Bu ayrıcalıklı sınıfın insanlarıyla daha yakın ilişkiler kurmasına neden oldu. Babasını ve ardından annesini kaybettikten sonra dış dünya ile ilişkisini kesti. 17 yıl ölümüne kadar geceli gündüzlü çalıştı ve hiç durmaksızın yazdı. Çağdaş romanların en güzeli sayılan “Kayıp Zamanın İzinde” adlı eseri böyle ortaya çıktı. Sırasıyla: “Swann’ların Tarafı”, “Çiçek Açmış Genç”, “Kızların Gölgesinde”, “Guermantes Tarafı”, “Sodom ve Gomorra”, “Mahpus Albertine Kayıp”, “Yakalanan Zaman”.

Proust, 1905’te yazmaya başladığı bu eserleri 1912 de tamamladı ve 1922’ye kadar da üzerinde gerekli gördüğü düzeltmelerle uğraştı. 17 yıllık bir emeğin sonunda Fransız sosyetesinin (aristokrasinin) yükselişini, düşüşünü;  yalanlarla örülü dünyalarının, ihtiraslarının, dedikodularının, çürümelerinin geniş bir panoramasını ortaya çıkardı. Yalnızca tek tek insanları değil, aileden topluma, sokaklardan kasabalara, şehirlere koca bir Fransa yer alıyor “Kayıp Bir Zamanın İzinde”de ve bir devri olabildiğince tüm ayrıntılarıyla anlatmaya çalışmış ve daha önemlisi başarabilmiştir.

Marcel ciddi uyku sorunları nedeniyle, geceleri uyuyamaz ışığı söndürdükten sonra ya okumakta olduğu bir kitabı, ya bir tarihi olayı ya da geçmiş günlere ait bir hatırayı düşünür. Bazen de misafir olarak gittiği yerlerde tanık olduğu insanları ve olayları düşünür. Mesela çocukken Combray’de geçirdiği bir geceyi sık sık düşünür. Bir aile dostu olan M Swann yemeğe gelmiştir o gece Marcel’i erkenden yatmaya gönderirler. Marcel M Swann’ın gittiğini duyuncaya kadar yatağında gergin bir vaziyette dönüp durur sonra annesi yanına gelerek onu sevip okşar. Buraya dair anıları sınırlıdır. Yıllar sonra annesiyle çay içtikleri bir anda küçük bir pastanın lezzeti onu bir anda eski günlerin hatıraları içine sürükler. Hatırlayabildiği iki yol vardır. Biri Swann’ların tarafına giden yol, öteki ise Guermantes’ların yolu. Bu yollar üzerinde gidip gelirken karşılaştığı insanlara dair ilginç anlar ve anılar, akla gelmesi mümkün olmayacak kadar ayrıntılar ile yüklüdür. Müthiş bir gözlem yeteneği ayrıntılar konusunda son derece hassas oluşu romanına da yansımış Prost’un. Ayrıntılara ve ayrıntıları betimleme yeteneğine hayran kalmamak mümkün değildir. M Swann zengin bir Yahudi, sosyeteye girebilmiş fakat karısı Odette, kötü geçmişi yüzünden sosyeteye alınmamıştır. Karısı M Swann’a metreslik de etmiştir. Verdurin ailesiyle Swann’ı tanıştıran da Odette olmuştur. Bu garip aile, Guermantes’ların kibar çevresini küçümser. M Verdurin tarafından verilen bir partide Swann Vinteuil’ün bir sonatını dinlemiş, eseri bestecinin Odette’e beslediği aşkı anlatmak amacıyla yazdığını düşünmüştür. Kendisine ihanet eden metresini unutmak için bir bayram gecesi M Saint Euvert’in ziyafetine gider. Orada Vinteuil’in sonatını tekrar dinler. Onun etkisiyle her ne pahasına olursa olsun Odette’le evlenmeye karar verir.

Marcel birgün yürüyüş yaparken M Swann ve kızı Gilbert’le yolda rastlaşır kimi zaman Paris’te de karşılaştığı bu kızla arkadaş olur. Büyüdükçe bu arkadaşlık masum bir aşk halini alır. Marcel hem Gilbert’e hem de annesine daha yakın olmak amacıyla evlerine sık sık gitmeye başlar fakat zamanla sinirli halleri Gilbert’i sıkmaya başlamıştır bu nedenle genç adamın gururu incinmiştir ve uzun yıllar Gilbert’i görmek istemez. Roman ilerledikçe Marcel’in hayatına dolayısıyla bir karakter olarak romana giren insanlar da artıyor. Büyükannesi ile birlikte deniz kıyısında bir kasaba olan Balbec’e gidişinde Marcel Albertine adında bir kızla tanışır ve ona aşık olur. Albertine’nin çevresi ile yakın ilişkiler kurar ve Guermantes’ların şaşalı çevresini de yakından tanır.

Çok düşkün olduğu Büyükannesini kaybeder. Bu Marcel’i derinden etkiler, sonrasında yaşadığı hayatın çevresinin boş bir dünyada anlamsız hayat sürdüklerini düşünmeye başlar. İçine düştüğü boşluk onun Albertine’ye daha fazla bağlanmasına neden olur. Fakat Marcel’in aşırı kıskanç tutumu Albertine’yi kaybetmesine neden olur. Marcel giderek daha da kötü bir duruma düşer. Bir gün Albertine’nin attan düşerek öldüğünü duyar. Daha sonra kızın ölümünden önce Marcel’e yazmış olduğu bir mektup eline geçer ve en kısa zamanda kendisine geri döneceğini öğrenir.

Giderek daha da kötüleşir hayatı. Albertine’yi biraz olsun umutlanabilmek için eski arkadaşlarına yüzünü dönmek ister ama aradan geçen zaman içinde onlarda da büyük değişiklikler olmuştur. Sağlığı giderek daha kötülemiş olan Marcel uzun bir süreyi sanatoryumda geçirir. Paris’e döndüğünde kimi arkadaşlarının savaşta öldüğünü, Swann’nın da öldüğünü, dul karısının bir başkasıyla evlendiğini, sevdiği kimi yaşlı insanlarınsa bunamış olduğunu öğrenir. Ve son bir kez Guermantes’in göz kamaştırıcı evine gittiğinde orada Gilbert’le birlikte birçok insanla karşılaştığında kendisinin de ne kadar yaşlanmış olduğunu fark eder. Swann‘ın gidişinin çanı çalar. Bu sesin kulaklarında hiçbir zaman kaybolmayacağını düşünür. Çocukluğunun o gecesinden başlayarak boşa harcanmış hayatını gözleri önünde canlandırır, tanıdığı insanlar üzerinde zamanın yarattığı değişiklikleri düşünür.

Uzun uzadıya bir özet vermemin sebebi, romanın otobiyografik oluşu. Nitekim romanı değerli ve özgün kılan şey olaylar değil, yaşananların çok çarpıcı sayılır bir yanı yok, son derece yalındır konular. Çünkü Marcel’in içinde doğup büyüdüğü dünya dar ve sınırlı bir aristokrat çevredir. Ancak buna rağmen romanı değerli kılan Marcel’in sınırlı yaşam alanı üzerinde inanılması güç bir gözlem yeteneğidir. Tren tarifelerinden duraklardan, karşılaştığı her insandan bir konu hakkında son derece ayrıntılı bilgi istemesi bunları not alması ve uykusuz geceler boyunca tüm bunlar üzerinde yoğun düşüncelere dalışı ve bitmek tükenmek bilmeyen yazma tutkusu; ağırlıklı olarak bilinç akışı yöntemiyle yazdığı bu eseri birçok açıdan okunabilir kılmıştır. Aristokrasinin yükselişi ve çöküşünün bir çeşit panoraması, yazarın otobiyografisi, anılar, politik, psikolojik, sosyolojik açıdan tarihsel bir veri vs. 7 ciltlik 3200 sayfalık bu eserin 17 yılda tamamlandığını düşünecek olursak nasıl bu kadar çok yönlü olduğu sanırım anlaşılır. Prost’un diline değinmemek büyük bir hata olur. Bırakalım her hangi bir cümle ya da kelime “ve bir” gibi bile olsa roman da gereksiz uzatma sayabileceğim bir virgül dahi yok. Ne eksik ne fazla, bir romanda dil ancak bu kadar kusursuz olabilir. Esere verilen yoğun emek hem kurguya hem de dile yansımış.

KÜNYE: Kayıp Zamanın İzinde, Marcel Prost, Çeviri: Roza Hakmen, Yapı Kredi Yayınları, 2020, 3150 sayfa.

DAHA FAZLA