‘Bir ülke ancak edebiyatla anlatılabilir’

‘Bir ülke ancak edebiyatla anlatılabilir’

"Bugün Adelet Ağaoğlu’nu kaybettik… Toplumsal gerçekçi edebiyata katkıları ya da döneminin toplumsal gerçekçiliğini eleştirerek daha farklı bir toplumsal gerçekçilik anlayışı yaratma çabası uzun uzadıya konuşulabilir, tartışılabilir. İktisatçı-yazar Mustafa Sönmez’in de dediği gibi bir dönem sol liberallerce istismar edilişine engel olamadı belki ama biz onu şimdi Seyfi Bey ile uğurluyoruz. 'Öyle olsun. Olmayıp da ne olsun… Ötede yapılar arasında arta kalmış ağacın dallarında kızıllanmaya' başlasın, ışıklar içinde uyusun..."

 Müjgan Tekin

Ölmeye Yatmak’ın Ayseli ve Ömeri, ı Ferit Sakaryası, Denizi, Kısmeti, Bir Düğün Gecesinin Ayşeni, Yıldız ve Tunceri, Fikrimin İnce Gülü’nün, sinemaya Sarı Mercedes ismi ile uyarlanan romanın, Bayram’ı, Kezban’ı, Çınlama Hikayesinin Seyfi Beyi… Her biri Adalet Ağaoğlunun kaleminden bir ülkeyi, Türkiyeyi yansıttı. Bayram ve Seyfi Bey diğerlerinden bir adım sıyrıldı “her türlü sanatın ideolojik bir tavır” olduğunu kabul edenler için.

Adalet Ağaoğlu bugün aramızdan ayrıldı. Bugün Ağaoğlu ile vedalaşırken kimimiz Onu hayatımın en büyük hatasıydı” dediği 2010 referandumu ile yani “yetmez ama evet” süreci ile anacak kimimiz ise edebiyatımıza kazandırdığı eserleri ve edebiyatçı kimliği ile. Bize göre ise Ağaoğlu bütünsel bir açıdan kaleme alınmalı ve anılmalıdır. Ağaoğlunun edebi kimliğini yazarın hayattaki tavrından ayrı değerlendirmek mümkün değildir. Plehanovun da belirttiği gibi her ideolojinin -sanat ve edebiyat da dâhil olmak üzere- belli bir toplumun ya da, sınıflara bölünmüş bir toplumdan söz ediliyorsa, belli bir sınıfın eğilimlerini ve ruh hallerini ifade ettiği açıktır. Yine açıktır ki, bir eseri tahlil etmek isteyen bir edebiyat eleştirmeninin önce bu eserde hangi toplumsal bilinç (ya da sınıf bilinci) unsurunun dile gelmiş olduğunu kavraması gerekir”.Adalet Ağaoğlu bu açıdan bakıldığında ideolojik olarak toplumsal gerçekçi bir edebiyatı tercih etmekle birlikte biçimsel olarak yazmaya başladığı dönemin toplumsal gerçekçi edebiyat anlayışı ile kavgalı bir sürece girmiştir.

Ağaoğlu “İyi ama yazarın ruhunda bir daralma yoksa niye yazarak yaratmaya kalkışsın ki?” (Damla Damla Günler,2004, s.106) diye sormuştu. Ağaoğlunun cevap beklemeyen bu sorusu edebiyatçının ideolojik tavrının da ipuçlarını vermektedir. Ağaoğlunu kaybettiğimiz bugün Ağaoğlunun edebiyatçılığındaki toplumsal gerçekçiliği tartışabiliriz ancak Ağaoğlunun eleştirelliği ile ilgili tutumunu tartışmak Aysele, Ömere, Denize, Kısmete, Fikrimin İnce Gülü’nün Bayram’ına ve Çınlamanın Seyfi Beyine, tüm bu karakterlerin bugün hâlâ aramızda yaşıyor oluşuna, büyük bir haksızlık olur. Adalet Ağaoğlu sanat ve sanatçıyı tanımlarken “arayış, muhalefet, muhalif, anarşist” (Uğurlu, Adalet Ağaoğlunun Hayatı, s. 68) gibi sıfatlar kullanmıştır. Bu sıfatlar Adalet Ağaoğlunun sanata bakış açısındaki eleştirel duruşu ortaya koymaktadır.

Peki, Adalet Ağaoğlu için bildiğimiz anlamda bir toplumcu gerçekçi edebiyat üretimi gerçekleştirdi denilebilir mi? Bu sorunun yanıtını Ağaoğlu yine kendisi vermiştir. “İyi, dürüst öğretmen, kötü, pis muhtar” yaklaşımıyla yazılan eserleri Ağaoğlu eleştirmiş toplumcu gerçekçi edebiyatı biçimsel farklılıklar ile sorgulamıştır. O güne kadar var olan toplumcu gerçekçi edebiyatı bir bakıma estetikten yoksun bulan Ağaoğlunun edebiyatında estetik son derece önem verdiği bir alan olarak karşımıza çıkmaktadır. Burada belirtmek gerekir ki sanatta estetik diyalektik materyalist açıdan bakıldığında estetiğin politize edilmesi anlamına gelmektedir. Ağaoğlu eserlerinde ise hem estetik olanın politize edilişine, hem de politik olanın estetize edilişine rastlanmaktadır. Ağaoğlu eserlerinde daha çok kentin içerisinde kentle çatışan köy hayatını anlatmayı tercih etmişti. Eserlerinde ironik bir dil kullanan Ağaoğlu yolsuzluk, sefalet, adaletsizlik, kadın sorunları, 12 Mart Dönemi gibi toplumsal olaylara yer vermekle birlikte az sayıda bireysel temaları da işlemiştir.

Ağaoğlu eserlerinde sadece hayatı olduğu gibi, tüm gerçekliği ile yansıtmakla yetinmeyip nesnel gerçekliğe toplumcu bir bakış açısı ile yön vermeyi tercih etmişti. Ağaoğlunun edebiyata başladığı tarihler 12 Mart dönemine denk düşmüştür. Bu tarihte sanatta toplumcu gerçekçilik tartışmaları en yoğun biçimi ile yaşanmaktaydı. Ağaoğlu için aanat, düzenle çatışma” halinde olmalı ve okuyucuyu düşünmeye, kuşkuya sevketmelidir (Uğurlu, Adalet Ağaoğlunun Hayatı, s 65). Almanyadan Sarı Mercedes ile Türkiyeye gelen Bayram’ın Bayram Bey olma hikâyesi Fikrimin İnce Gülü’nde Bayrama şu cümleleri kurdurtmuştu: Dün köyde atlının itibarı neydiyse, bugüne bugün de dört teker bir motorlunun üzerinde olmanın itibarı o. Tarla mı toprak mı geç. Bizde yok. … Bir taksi seni hem kendisinin efendisi yapar, hem de efendi yapar”. Bayram yazıldığı tarihten bugüne hâlâ aramızda değil mi? Bey olmak uğruna belki bugün bir defa görülen bir arabaya sahip olabilmek adına Almanyaya gidilmiyor ama Bey olmanın yolları! Bayram’ın yolları ile hâlâ kesişiyor.

Çınlamanınatandığı yerlerde esnafın soygunculuğunu, şura bura başkalarının yolsuzluklarını, üniformalı – üniformasız üst düzey memurların moral eğitim merkezleri adı altında kendilerine bedavaya getirdikleri deniz kıyısı otel-motellerini, yiyip içmelerini ve bunların ırkçılık-ulusçulukabürünmüş siyasal hallerini” (Ağaoğlu, Hayatı Savunma Biçimleri, s. 23) eleştirerek memuriyette tutunamayan Seyfi Beyi yok mu aramızda? Hem akademide hem memuriyette hem beyaz yakalı dediğimiz sınıfına yabancılaşmış emekçi sınıfında ne pahasına olursa olsun eleştirmeye ve sözünü söylemeye devam eden Seyfi Beyler var. Üstelik hala Seyfi Bey gibi bu toplumun safları olarak görülüyorlar. Ama inatla bitmiyorlar!

Bugün Adelet Ağaoğlu’nu kaybettik… Toplumsal gerçekçi edebiyata katkıları ya da döneminin toplumsal gerçekçiliğini eleştirerek daha farklı bir toplumsal gerçekçilik anlayışı yaratma çabası uzun uzadıya konuşulabilir, tartışılabilir. İktisatçı-yazar Mustafa Sönmez’in de dediği gibi bir dönem sol liberallerce istismar edilişine engel olamadı belki ama biz onu şimdi Seyfi Bey ile uğurluyoruz. “Öyle olsun. Olmayıp da ne olsun… Ötede yapılar arasında arta kalmış ağacın dallarında kızıllanmaya” başlasın, ışıklar içinde uyusun

DAHA FAZLA