'Bir kıvılcım yeter' dedirten roman: Köle

'Bir kıvılcım yeter' dedirten roman: Köle

Sömürenler, kendi çıkarları doğrultusunda kendi ahlaklarını yazarlar. Kendi yasalarını yok sayar, menfaatleri uğruna en açık gerçekleri görmezden gelirler. Suçlu ile suçsuzun kitaplarındaki yeri bir anda değişiverir.

Gökçesu Özgül

Hans Kirk, komünist olduğu için, Almanlar ülkesi Danimarka’ya saldırdıklarında Gestapo’nun emri üzerine 1941 yılında tutuklandı. Kirk “Köle”’yi esir olarak tutulduğu yıllarda yazar. 1943 yılında kaçarken romanın el yazmasını arkasında bırakır. Kaçışından sonra el yazmasını bulan Almanlar onu yakarak yok ederler. Savaşın bitmesi ile Kirk romanı tekrar yazar. Nazilerin Avrupa’yı işgali “Köle”’nin ortaya çıkma sebebidir aynı zamanda. “Köle”, Güney Amerika’daki İspanyol sömürgelerinden birinden hareketle İspanya’ya doğru hareket eden bir geminin gerçek öyküsü üzerine kurulmuştur. Kirk Nazileri, iktidar ilişkilerini, boyun eğmek ile direnmek üzerine fikirlerini anlatmak için on yedinci yüzyılın sömürgeci düzenini romanda zemin olarak kullanmış, ortaya bu muazzam edebi eser çıkmıştır.

San Salvador adında bir gemi (her anlamda) dibe çekmesine sebep olan altın ve insan yükü ile İspanya’ya doğru yol almaktadır. Üst sınıf ve alt sınıfın bir arada olduğu bu gemi sınıflar arası ilişkinin tüm unsurlarını bir arada tutar; yüksek rütbeli askerler, köle sahipleri, toprak sahipleri, engizisyon yargıcı ile bunlar tarafından sömürülen denizciler ve köleler. Aynı gemide ama farklı güvertelerde yol alır bu insanlar. Kitabın girişinde sömürge topraklarda otuz yıl kaldıktan sonra İspanya’ya dönme kararı alan asker Juan Gomez ile arkadaşının konuşmalarına tanıklık ederiz. İkili arasındaki diyaloglar dönemin ortamı hakkında fikir sahibi olmamızı da sağlar. Kamçının yönettiği dünyada köleler ve onların sahipleri vardır. Yıllar yılı topraklar, kentler, plantasyonlar fetheden, kaç insan öldürdüğünün sayısını bilebilir olmaktan uzak bu adam; Juan Gomez, dönse ve kendi toprağına sahip olsa dahi “bir köylü gibi çalışıp çabalayacak ama kendi ürettiği şarabı içmek için parası olmayacak” alelade bir adamdır.

Juan Gomez ile bu tanışmanın ardından romanın ana mekânı gemideki bölümler gelir. “Altın ve zulüm yüklü” bu gemideki karakterlerin her biri on yedinci yüzyıl sömürge düzeninin bir yanını temsil eder. Bu karakterlerin en önemlilerinden bir olan Dona Inez altın madeni sahibi, şeker plantasyonları kurmuş, çeşitli görevlerden “Avrupa’daki bir prensliğin nüfusuyla rahatlıkla karşılaştırılabilecek” sayıda insanı emrinde çalıştıran bir kadındır.  Kızılderili kölesi ve bu kadından olan çocuğu ile gemiye gelen Don Luis ise ahlaki değerlerini yitirmiş, kumar tutkunu bir adamdır.  Tüm parasını oyunda kaybedince kölesini satar. Hatta bu “malın” daha kolay kabul edilebilmesi için kendi çocuğunun hayatına son vermeyi dahi göze alır. O bir insan değil, efendidir; “Bu insandan daha fazlası demektir. Onlar hayat söndürme, öldürme ve işkence yapma hakkına sahiptirler”. Yapılanlar, bir bebeğin ölümü, geminin büyük kısmı için ufak bir olaydan ibarettir.

Sömürenler, kendi çıkarları doğrultusunda kendi ahlaklarını yazarlar. Kendi yasalarını yok sayar, menfaatleri uğruna en açık gerçekleri görmezden gelirler. Suçlu ile suçsuzun kitaplarındaki yeri bir anda değişiverir. Ancak tüm bunlara Dona Inez’in Kızılderili kölesi, “gemideki en gururlu ve en yalnız adam”, Pancuiaco’nun itirazı vardır. O efendisi Dona Inez’e itaat etmeyi reddeder ve bu kudretli kadına tepeden bakma cesaretini gösteren ilk erkek olmakla hem aşkını hem de öfkesini kazanır. Pancuiaco boyun eğdirilmesi mümkün olmayan biridir. Korku nedir bilmez. Yediği kırbaçların kendisini nesneleştirmek için vücudunu parçaladığını bilir. Canının acısını, olabilecek her şeyi göze alır. Ne olursa olsun direnişi tercih eder; “Kendim olmadığım zaman nasıl yaşarım?”, “ve başkaları tüm hayatım üzerinde iktidar kurduğunda ben nasıl kendim olabilirim?” Don Pablo, Juan Gomez ve Pancuiaco arasındaki konuşmalar iktidarın nasıl ele geçirildiğini ve sadece cesaretle özgürlüğün nasıl geri alınabileceğini ortaya koyar. Sömürenlerin gemideki iktidarını sona erdirmek için ani ve ufak bir isyan yeterlidir, oysa onlar “ateşin parlaması ve bedenlerini tavadaki balıklar gibi kavurması için sadece bir köz parçası gerektiğinin” farkında dahi değildirler. Halbuki geminin tabanından gelen sesler her şeyin değişebilir olduğunun en büyük göstergesidir.

Gemi alması gerekenden daha fazla altın almıştır ve altın sebebiyle dibe çekmektedir. Geminin sonunun da insanlığın mahvoluşunun da suçlusu altındır. Hans Kirk gemide geçen olaylar ve diyaloglar üzerinden ezen ve ezilen ilişkilerini, Nazilere itaat edip etmeme tartışmalarındaki tavrını ortaya koyar. Bu yanıt öyle güçlüdür ki, onun gemisi bugün hâlâ dünyanın herhangi bir yerinde yol alıyor olabilir…

KÜNYE: Köle, Hans Kirk, Çevirmen: Sermet Yalçın, Yordam Kitap, 2018, 190 Sayfa

DAHA FAZLA