Bilim mi yoksa bir ideolojik araç mı?

Bilim mi yoksa bir ideolojik araç mı?

İdealizmle bezenmiş, nesnel/bilimsel olarak addedilen ve siyasetsizleştirilmiş bir sosyoloji.. bu düşüncenin hangi sınıfın çıkarına olduğu, ne kadar siyasi olduğunu da yanında getiriyor.

Emre Çınar

Sosyoloji öğrencileri arasında çok yaygın görülen bir eğilim vardır: İktisattan kaçış. 

Sosyolojinin zaten “toplumu anlamaya” dair prestijli bir araç oluşu, ilave bir aracın gereksizliğine dair de genel bir onay yaratır. Zaten çok rakamsaldır, kafa karıştırıcıdır, zordur. Ayrıca zaten sosyoloji toplumu anlamaya yeterken, iktisada ne gerek vardır..

Bir diğer yaygın görülen eğilimse siyaseti küçümsemek olarak tarif edilebilir herhalde. Toplumda teşhis edilebilecek çok daha derin olgular vardır. Toplumun işleyişi çok daha düşünseldir. Siyasi alandaki gelip geçici şeyler toplumu bir yere kadar etkileyebilir. Hatta kimi yaklaşımlara göre sosyoloji, siyasetlerin üzerindedir. 

Atilla Güney, geçen kasım yayınlanan Sosyolojinin Marksist Reddiyesi kitabında, başta sosyoloji öğrencilerinde olmak üzere, ana akım sosyolojinin etkisinde kalan herkeste görülebilecek yukarıda bahsi geçen iki eğilim de dahil, sosyolojinin ne olduğunu ve beslenme kanallarını merkeze alan bir yaklaşımla hesaplaşmaya girişmiştir. Bu esnada, diyalektik materyalizmin derinliğini bir kez daha bizlere sunmayı da ihmal etmemekte.

Sosyolojinin Marksist Reddiyesi, bir hesaplaşma ve polemik kitabıdır. Bu hesaplaşma ve polemik, sosyolojinin beslendiği temel kaynakları hedef alır. Başta Weberci sosyoloji okumasına odaklanıyor Atilla Güney. En başta gelen tespitler; toplumsal değil bireysel ilişkilere odaklanan ve bireyi konjonktürden yalıtan tarihüstücü bir yaklaşım. Ayrıca bu yaklaşımın getirdiği kültür, ahlaki değer, norm olmadan eylemlerin anlamlandırılamayacağı iddiasıyla şekillenen yeni bir değer-sonuç temelli yaklaşım. Ve bunların bir sonucu olarak olmuş olanları teorize etmeye odaklanmış, sosyolojinin kavramsal değerlerini oluşturmaya çalışan bir yaklaşım olarak özetleniyor Weberci yaklaşım. Ardından pozitifizmle başlayan sosyoloji okumasının düzenin ihtiyaçlarına odaklı, düzeni merkeze alan bir perspektifle olayları değerlendirmesi yaklaşımı bir tartışma konusu haline gelir.

Weberci ve pozitifist okumalar, sosyolojiyi, düzenin bir ideolojik aracı haline getirmiştir. Güney’e göre sosyoloji artık bunlardan bağımsız düşünülemez ve bu sebeple sosyolojinin içine Marx’ın yedirilmeye çalışılması, bu yaklaşımların meşruluğunu ve etkileyiciliğini de arttırmaktan başka bir amaca hizmet etmemektedir. Bu ideolojik araç, yarattığı tarih okumaları ve siyaset yaklaşımı ile diyalektik materyalist okumayı doğrudan karşısına almakta ve onu aşındırmayı amaçlamaktadır.

Bu noktada, bu ideolojik aracın sadece saf bir “farklı düşünce” olmadığı, aslında emperyalist kurumlar tarafından oldukça önem verilen bir siyasi araç da olduğu da Güney’in incelediği bir başka olgu. ABD’ye bağlı çeşitli kurumların fonladığı dünyadaki ve Türkiye’deki sosyoloji kurumları, ideolojik arındırma ve teşvik politikalarıyla dünyada sosyalist hareketle ve sosyal bilimlerdeki Marksist yaklaşımla bir hesaplaşma amacındadır.

Atilla Güney, sosyolojiye dair yaptığı bu polemiğiyle birlikte, sosyolojinin “hangi sınıfın çıkarına” hizmet eden bir yaklaşım olduğunu, dolayısıyla taraflı bir “bilim” olduğunu da gün yüzüne çıkartmayı amaçlıyor.

Çok çeşitli kavramların ve yöntemsel yaklaşımların tartışıldığı, oldukça incelikli ve felsefi değerlendirmelerin öne çıktığı bu kitap, sosyal bilimlerin “bilim” olarak kalabilmesi için verilen mücadele içerisinde, arındırıcı bir amaca sahip.

KÜNYE: Sosyolojinin Marksist Reddiyesi, Atilla Güney, Yordam Kitap, 2019, 238 Sayfa.
 

DAHA FAZLA