Beyin sen nelere kadirsin

Beyin sen nelere kadirsin

Psikologlar, bir şey okurken bir yandan da bir kalemi dişleriniz arasında tutarsanız, okuduğunuz şeyi daha komik bulduğunuzu keşfetmişlerdir. Bunun nedeni, beynin yorumunun yüzünüzdeki gülümsemeden etkilenmesidir. Kambur durmak yerine dik oturursanız, kendinizi daha mutlu hissedersiniz. Beyniniz, ağız ve omurganızın yaptığı bu hareketlerin, sizin neşenizden kaynaklandığını varsayar.

Ufuk Akkuş

Düşüncelerimiz, davranışlarımız, deneyimlerimiz ve hissettiklerimizin temelinde 1,5 kilogram ağırlığındaki beyin denilen fiziksel madde vardır. Kendi kendini yapılandırabilen minyatür ölçeklerden oluşan bu mekanizma, inşa etmeyi düşleyebildiğimiz ya da düşleyebileceğimiz her şeyi rahatlıkla geride bırakacak özelliktedir. “Incognito” kitabının yazarı David Eagleman, kitabında, “beynin bu özelliği nedeniyle kendinizi tembel ya da kalın kafalı hissettiğiniz zamanlarda aslında gezegendeki en çalışkan ve parlak nesne olduğunuzu düşünüp moralinizi yükseltebilirsiniz” diyerek beyin sayesinde türümüze büyük önem atfeder. Düşüncelerimizin sinir sistemi adı verilen engin ve ıslak bir kimyasal- elektriksel ağ içine örülmüş olduğu gerçeğinin ayırdına varmış olmamızı türümüzün üstesinden geldiği en önemli entelektüel gelişme olarak görür. Bize tümüyle yabanı olan bu düzenek, aslında kendimizden başkası değildir.

Umutlarımız, düşlerimiz büyük hedeflerimiz, korkularımız, gülünç güdülerimiz, yüce fikirlerimiz, fetişlerimiz, mizah anlayışımız ve arzularımızın tümü bu tuhaf organın çıktılarıdır. Beyin değiştiğinde biz de değişiriz. Eagleman, “ben” ya da “bilinç” dediğimiz şeyi beyinde olup bitenlerin dışarı sızan en küçük parçası olduğunu öne sürer ve kitap boyunca değişik örneklerle bu durumu ortaya koyar. Beynin yürüttüğü etkinliklerin çoğu bilinçli zihnin güvenlik yetki alanı dışında çalışmaktadır. Sözü edilen ben’in bu bölgeye giriş hakkı yoktur bile. Eagleman’nın örneklediği gibi, bilinciniz koca bir transatlantik buhar gemisinde yolculuk yapan ama kıyıda köşede kalmış, bir kaçak yolcudan farksızdır; yolculuktan nasiplenmiştir ama derinlerde işlemekte olan o heybetli mühendislik gözüne görünmez bile. “Incognito” kitabı bu şaşılası olguyla ilgilidir. “Incognito”, beynin gösterisini kılık değiştirerek icra etmesi anlamına gelir. “Neşeyle aklıma bir şey geldi” diye böbürlendiğinizde, beyniniz aslında muazzam bir iş çıkarmış ve sizi bu deha anına hazırlamıştır. Sahne arkasında çıkarıp da ortaya sunduğunuz bir bilgi, nöral devrelerinizin bu bilgi üzerine saatler, günler belki de yıllar öncesinden başladığı çalışmanın, onu pekiştirip sürekli olarak denediği yeni kombinasyonların ürünüdür. Ancak siz, sahne arkasında gizlenmiş bu muazzam düzeneğin üzerinde bile durmadan sonucu rahatlıkla kendinize yontarsınız. Beynin işleyişi içindeki en küçük rol bilince ait olandır. Beyinlerimiz çoğunlukla otomatik pilot üzerinden çalışır.

Eagleman, ıslak bilgisayar olarak tanımladığı beynin işlevinin çevresel koşullara uygun davranışlar üretmek olduğunu söyler. Evrim gözlerinizi, iç organlarınızı, cinsel organlarınızı ve bu arada düşünce ve inançlarınızın taşıdığı nitelikleri de biçimlendirmiştir. Mikroplara karşı bağışıklık tepkileri geliştirmekle kalmamış, avcı-toplayıcı atalarımızın karşı karşıya olduğu özelleşmiş problemleri çözecek nöral düzeneği de geliştirmiştir. Zihinlerimiz de tıpkı göz, başparmak ve kanat gibi evrime tabiidir. Yeni doğan bebekler, birer “boş levha” değildir; bir yığın problem çözme gerecini kalıtsal yolla almış ve elde hazır çözümlerle işe başlamışlardır. İlk kez Charles Darwin’in “Türlerin Kökeni” kitabında ele alınan ve daha sonra William James’in “Psikolojinin İlkeleri” kitabında geliştirilen bu düşünce günümüzde de geçerliliğini korumaktadır. Bebekler her ne kadar kırılgan ve savunmasız olurlarsa olsunlar, nesneler hakkında akıl yürütme, fiziksel neden-sonuç ilişkileri, sayılar, biyolojik dünya, diğer bireylerin inanç ve güdüleri ve toplumsal etkileşimler gibi konularda özelleşmiş nöral programlarla dünyaya gelirler.

Beyin devreleri hayatta kalmamız için uygun davranışları üretecek şekilde düzenlenmiştir. Elma, yumurta, ya da patatesin tadını beğenmemizin nedeni, içerdikleri moleküllerin harikulade biçimleri değil, bunların kusursuz birer şeker ve protein paketi olmasıdır. Yararlı oldukları için bizler de bu yiyeceklerin tadını beğenecek şekilde programlanmışızdır. Hiçbir şey doğal olarak lezzetli ya da tiksindirici değildir. Tadın niteliği, sizin gereksinimlerinize bağlıdır. Lezzet, basitçe bir yararlılık göstergesidir. İnsanların güzel olarak nitelendirdikleri şeyler de özünde hormonal değişimlerden kaynaklanan doğurganlık işaretlerini yansıtır. Ergenlik dönemindeki kızlarda görülen östrojen artışı dolgun dudaklar ile meme ve kalçaların büyümesini sağlar. Erkeklerde testosteron da kas gelişimini sağlayarak omuzların genişlemesini tetikler. Kadınlarda dolgun dudaklar ve kalçalar ile ince bel, “östrojenle doluyum” mesajını iletmektedir. Erkekte mesaj veren özellikler ise gelişkin çene, geniş göğüs yapısı ve sakaldır. İşte biz bu özellikleri güzel olarak algılamak üzere programlanmışızdır. Biçim işlevi yansıtır. Sadakatin de büyük ölçüde genetiğimize bağlı olduğunu öne süren Eagleman, yapılan seçimlerin ve çevrenin de önemini yadsımaz fakat, dünyaya farklı yatkınlıklarla geldiğimiz gerçeğine  işaret ederek bazı erkekler tek bir eşle yaşayıp ona bağlı kalmaya yatkınken diğerlerinin böyle olmayabileceğini söyler.(Eagleman’ın burada sadakat meselesini erkekle özdeşleştirmesi de enteresan doğrusu… biz bazı erkekeri bazı kişiler okuyalım bence ????)

Eagleman’a göre; gen mi çevre mi meselesinde önemli olan ne biri ne de öbürü sizin seçiminizdir. Her birimiz genetik kodlarla dünyaya gelir ve bizi biçimlendiren ilk yıllarda üzerinde hiç söz sahibi olmadığımız bir koşullar dünyasının içinde buluruz kendimizi. Genlerle çevrenin karmaşık etkileşimi, toplumdaki her bir kişinin farklı bakış açısına, farklı kişiliğe ve karar verme konusunda  farklı becerilere sahip olması sonucunu getirir beraberinde. Bunlar insanların özgür iradeyle yaptıkları seçimler değil, yalnızca oyunda önlerine düşen kartlardır. Tıpkı kalp atımı, göz kırpma ve yutkunma gibi zihinsel mekanizmalar da otomatik pilotla idare edilebilir. Beyindeki bütün etkinlikler, son derece karmaşık ve her şeyin birbirine bağlandığı dev bir ağ yapısı içinde, yine beyindeki başka etkinliklerce yönlendirilir. Beyinde kendisi de ağın başka bölümlerinde yönlendirilmeyen bir nokta göremiyoruz (özgür irade noktası). Aksine beynin her bir parçası diğer beyin parçalarına sıkı biçimde bağlı olup onlar tarafından yönlendirilmektedir. Bu durum ise, hiçbir parçanın bağımsız, dolayısıyla da özgür olmadığın işaret eder. Eagleman, özgür irade varsa bile, kendini gösterecek çok az alana sahip olduğuna değinerek “yeterli düzeyde otomatizm diye adlandırdığı ilkeyi öne sürmektedir. Bu ilke eğer varsa, özgür iradenin, otomatize olmuş devasa bir düzeneğin tepesinde yer alan küçük bir parçadan ibaret olduğu anlayışını gösterir. Varlığı bundan yüzyıl sonra kesin biçimde kanıtlansa da insan davranışlarının büyük ölçüde iradenin görünmez elinden bağımsız biçimde ortaya çıktığı gerçeğini değiştirmeyecektir.  Görülüyor ki insanların, davranışlarının seçim ve açıklaması konusunda çok az söz hakkı var ve teknenin dümeni kuşaklar boyu süren evrensel seçilim ve ömür boyu süren deneyimlerin biçimlendirdiği bilinçsiz beynin elinde. Davranış teknesini süren kendimiz değiliz. Kim olduğumuz, bilinçli erişim yüzeyinin çok derinlerinde belirlenmiştir. Ayrıntılar, zamanda geriye, doğumumuzdan öncesine, spermle yumurtanın birleştiği ana kadar gider. Kim olacağımız moleküler şablonlarımızca, yani asitlerden oluşan, gözle görülemeyecek kadar küçük bir dizi kodla başlar, üstelik biz daha sahneye çıkmadan. Bizler aslında erişilmez mikroskobik tarihimizin birer ürünüyüz.

Görüş dediğimiz şeyin aslında beynin bir kurgusu olduğu, tek görevinin kurduğumuz etkileşimler ölçeğinde bizim işimize yarayacak bir öykü üretmek olduğu, düşüncelerimizin doğrudan erişimimizin olmadığı bir düzenekçe üretildiği, yararlı rutinlerin beyin devrelerine kazındığını ve oraya bir kez geçtikten sonra erişimimiz dışında kaldığını, zihnimizin çokluklar barındırdığını, kanama, tümör, uyuşturucular ya da biyolojiyi değiştirebilen çeşitli etkenlerin katkısıyla beynin çok farklı biçimlerde çalışabildiği ve tüm bunların suçta sorumlu tutabilirlik konusundaki basit anlayışımızı bulandırabileceğimizi örnek ve bilimsel kanıtlar ile ortaya koyan Eagleman, beyin hakkındaki bilgilerimizi geliştirici bir perspektif ortaya koyuyor.

“Inconito” kitabı; nörobilimci Eagleman’ın evrende keşfettiğimiz en harikulade, şaşırtıcı ve inanılmaz bir şahaser olarak tanımladığı beynin yapısı, işlevleri ve zenginliğini tanımak için daha doğrusu kendimizi ve diğer insanları anlamak için zevkli ve heyecanlı bir yolculuğa çıkarıyor bizleri.

KÜNYE: David Eagleman, Incognito, Beynin Gizli Hayatı, Çev: Zeynep Arık Tozar, Domingo, Bkz Yayıncılık, Ekim 2020, 41. Baskı, 295 Sayfa.

 

DAHA FAZLA