Berat Çelikoğlu yazdı | 17 Kasım vesilesiyle 'zor zamanlarda' geleceğimizi kurtarmak...

Berat Çelikoğlu yazdı | 17 Kasım vesilesiyle 'zor zamanlarda' geleceğimizi kurtarmak...

Gemimizin kaptanı, emeğiyle geçinen milyonlarca işçinin tüm bu haksızlıklara dur diyebilme iradesidir. 17 Kasım Uluslararası Öğrenciler Günü’nde geleceğimiz için bir adım atma cüretini göstermemize vesile olan Öğrenci Sendikası ise gemisini sahiplenen, kaptanına güvenen milyonlarca gencin yuvasıdır...

Berat Çelikoğlu

Bu dünyanın “çivisinin çıktığı”, özellikle yaşça büyüklerimizce sık sık söylenir ve bizim tarafımızdan genellikle “Nerede o eski bayramlar?” cümlesi ile eşdeğer tutulup geçiştirilir. Oysa 17 Kasım Uluslararası Öğrenciler Günü’nde bugünden geçmişe (ve bugünden geleceğe) baktığımızda o çivinin varlığı ve eğer çıktıysa nasıl yeniden -bu defa doğru bir biçimde- çakılabileceği hakkında biraz konuşmak gerekir.

Dünyanın çivisi diye söz edilen şeyin öğrenciler için görece stabil bir eğitimin ardından asgari bir huzura ve sosyoekonomik refaha kavuştuğumuz ortalama bir yaşamı kastettiğini varsayarsak o çivi çoktan yerinden fırlamıştır. Bugün öğrenciler için normal olanın aslında birçok açıdan anormal sayılması gereken bir dünyada yaşıyoruz. Aramızdan en başarılısı, eğer “tanıdıkları” ya da aileden kalma birikimi yoksa az yoksul olmakla “ödüllendiriliyor”. Asgari ücret için patronuyla pazarlığa girişen genç avukatların, mimarların, mühendislerin olduğu bir dünyanın parçasıyız; Bu kuşağın Z’si, Y’si yok, bu kuşağın adı topyekûn “Geleceksiz Kuşak.”

NEDEN GELECEKSİZİZ?

Geleceksiz Kuşak dedik, bunu önce iş hayatından başlayarak geriye doğru açmaya çalışalım. Özellikle 90’lı yıllarda etkisini hissettiren ve varolan emek rejimlerinde “Yenilikçi, özgürlükçü çalışma modelleri” olarak sunulan yarı zamanlı, freelance ve esnek çalışma modelleri pek çoğumuzun mezun olduktan sonra ucundan, kıyısından dahil olması muhtemel modeller. Buna göre artık iş yerine mekânsal olarak çok daha az bağımlı olacağız, daha özgür hareket edeceğiz, hatta iş yerine gitsek bile içeride bir odada çalışma arkadaşlarımızla Playstation oynayabileceğiz!

Çok cazip görünüyor, ancak durum hiç de öyle değil. Yapılan sosyolojik araştırmalar da gösteriyor ki bu yeni “özgürlükçü” modeller biz geleceğin işçilerine, emekçilerine 7/24 iş yükünü ve stresi ensemizde hissettiğimiz bir yaşamı dayatıyor. Esnek çalışmak, aynı zamanda 7/24, ne zaman gerekirse o zaman çalışmaya hazır olmak anlamına geliyor. Freelance çalışma modelinde 1 ay iş bulamadığında kahve içecek paranın dahi kalmaması, bu modelin ismi kadar ilgi çekici olmadığını kanıtlıyor. Yeni modellerin kendisi, işgücüne ne katılabilen ne katılamayan, sosyal ve ekonomik sınırları ne belirli ne belirsiz olan milyonlar yaratıyor.

Yeni çalışma modellerinde iş yerlerinden mekânsal kopuş demek bizimle aynı koşullarda çalışmaya mecbur başka insanlarla olan tanışıklığımızın azalması, dolayısıyla aramızda hiçbir dayanışma ağının da örülememesi demek. Birbirimizi göremiyoruz, tanıyamıyoruz, sorunlarımızda ortaklaşamıyoruz. Bu modellerde sendikalaşma ise hak getire...

Sonuçtan sebebe gidercesine ilerleyelim, peki ya eğitim hayatı? Her şey gibi o da köklü bir değişimden geçiyor. Özellikle bilgisayarların ve internetin hayatımıza girmesiyle birlikte eğitim süreçlerinin çok daha kolaylaşmasını doğal olarak bekleyebiliriz, ancak 2020 Türkiyesi’nde insanların internet çekmediği için çatıya çıkmaya çalışırken düşüp hayatını kaybettiği ya da yüz binlerce öğrencinin ne tableti, ne bilgisayarı olmadığı gerçeği yüzümüze tokat gibi çarpar. Bilim ve teknoloji, “Üretmek için üreten” ekonomik sistemin menfaati uğruna harcandığı sürece buna mahkûmuz. Hiçbir ünlü, hiçbir “yardımsever” bu geleceksizliği koli dağıtarak alt edemez.

İşin özü bize kalırsa şu: Eğitimin bu halden gittikçe daha da kötüleşecek olmasının bir sebebi var. O sebep şu: İçinde yaşadığımız ekonomik düzen %1’i ayrıcalıklı kılabilmek için %99’u hayallerinden, zevklerinden etmek zorunda artık. Bunun için ise daha en baştan hayal kurmayı ve hayallerimizin peşinden koşmayı (yalandan da olsa) öğütleyen ve dünyanın çivisinin çakılı olduğu zamanlardan kalma eğitim sistemi bayağılaştırılmalı ve bir çeşit skor sistemine dönüştürülmeliydi. Yaşadığımız dönüşüm biraz da budur.

Skordan kastımız şu: Artık her birimizin bir çeşit “kariyer puanı” var ve her şey biraz baş aşağı döndürülmüş durumda. Dünyanın çivisi çakılıyken şirketler nitelikli ve iyi eğitim görmüş insanların peşinde koşuyormuş; bugün ise her birimiz “en iyi ben kendimi geliştirdim” dercesine ne konuşulduğunu bile anlamadığımız sertifikalı konferanslara katılarak CV’mize bir skor daha yazmaya, kariyer sitelerinde kendimizi bir şirkete pazarlamak için kafa patlatmaya mecbur bırakılıyoruz.

Kariyer sitelerinin birer işsiz cennetine dönüşmesi, bu işsizlerin arasında çok yüksek derecelerle okul bitiren “başarılı” insanların yoğunluğunun ise hiç de az olmaması tesadüf değil. Herkesin her işi yapabildiği bir dünyada hangi şirket neden işinin ehlini arasın, daha ucuza o işi yapabileceğini beyan eden binlerce işsiz varken liyakat ve nitelik peşinde koşsun ki?

SORUN VARSA, ÇÖZÜMÜ DE OLMALI

Yukarıdaki bölümde özetle şunları söyledik: Geleceksizliğin milyonlarca genç için kaçınılmaz hale geldiği bir dünyada eğitim de bu geleceksizlikle savaşmak yerine bu geleceksizliği normalleştirmek üzere yeniden dizayn ediliyor. Suya sokulduktan sonra tenceremizin altına yaktılar, kavrulana kadar neye uğradığını anlayamayan birer deney kurbağası gibi öylece beklememizi istiyorlar.

Geleceksiz Kuşağın en büyük dezavantajı etrafında bir araya gelebileceği bir amentüden yoksun oluşu, yani örgütsüzlüğü. Programdan ve ortak bir hedeften yoksun olmak bizi birer çil yavrusu gibi her virajda oradan oraya dağıtıyor. Aynı yere bakmadığımız için bu geminin tek bir dümeni olduğunu göremiyoruz, herkes kendi baktığı yere “işte benim ufkum bu!” diyerek ulaşmaya çalışıyor. Oysa su alan gemiyi öncelikle kurtarmak gerekiyor.

Dünyanın çıkan çivisinden söz etmiştik, yine ondan söz ederek bitirelim: Dünyanın çivisi, bu geminin en güzel limana ulaştığında kıyıya atacağı demirin üstüne yeniden çakılmalı. En güzel limana ulaşmak için ise kaptana güvenmeli, gemiyi sahiplenmeli.

Gemimizin kaptanı, emeğiyle geçinen milyonlarca işçinin tüm bu haksızlıklara dur diyebilme iradesidir. 17 Kasım Uluslararası Öğrenciler Günü’nde geleceğimiz için bir adım atma cüretini göstermemize vesile olan Öğrenci Sendikası ise gemisini sahiplenen, kaptanına güvenen milyonlarca gencin yuvasıdır...

DAHA FAZLA