İlk kez yayınlanan mektup ve fotoğraflarla Hamdi Gezmiş'in anıları: Abim Deniz
18 Ocak 1971’de Deniz’in babası Cemil Gezmiş, Deniz’e yazdığı mektupta işte böyle söylüyor… Adına onlarca kitap yazıldı, filmler, belgeseller çekildi. Deniz’in hayatı şimdi, “Kardeşim bilimadamı olsun,” diye babasına vasiyet ettiği Hamdi Gezmiş’in anılarından, kaleminden anlatılıyor…
Ebru Aydın - İleri
Karlı bir şubat sabahı Ayaş’ta gözlerini açtığın zaman ilk işin ağlamak olmuştu. Şimdi anlıyorum; çünkü karşında yaratık olarak ilk defa bizi görmüştün: İnsanları... Yani bütün istikbalini onların mutlu olmaları uğrunda feda edeceğin insanları... Canavarların en korkuncu olan bizleri... (s. 30)
18 Ocak 1971’de Deniz’in babası Cemil Gezmiş, Deniz’e yazdığı mektupta işte böyle söylüyor… Adına onlarca kitap yazıldı, filmler, belgeseller çekildi. Deniz’in hayatı şimdi, “Kardeşim bilimadamı olsun,” diye babasına vasiyet ettiği Hamdi Gezmiş’in anılarından, kaleminden anlatılıyor…
Deniz’e yazılan ve kendisinin yazdığı cezaevi mektupları, eski kitapları, fotoğrafları ve annesinin “Ah canım ne güzel yazmış!” dediği kartpostalları ve gardıroptan havalandırmak için çıkarıp sevdiği, onlarla konuşup ağladığı parkası ve postalı… Bir kasa içinde yıllarca saklanmış bu hazineyi Deniz’in kardeşi Hamdi Gezmiş ortaya çıkarıyor… Telif haklarından elde edilecek gelirin tamamı Deniz Gezmiş adına kurulacak bir vakfa bağışlanacak olan kitap, bize Deniz’in bilmediğimiz yönlerini anlatırken hakkında yanlış bilinen bazı şeyleri de gün ışığına çıkarıyor. Deniz’in kendi sesinden savunması olarak bildiğimiz ses kaydı gibi…
Hamdi Gezmiş’in abisiyle ilgili anılarını anlattığı ve Emre Taylan’ın yayına hazırladığı Can Yayınları’ndan çıkan Abim Deniz, Can Dündar imzasını taşıyor. Şimdiye kadar yazılmış Deniz kitaplarından bir farkı var bu kitabın. Daha önce görmediğimiz fotoğraflarının yanı sıra, ilk defa Deniz’in evine gidiyor, mahalle arkadaşlarını tanıyor, kardeşlerine selam veriyor, mektup aşklarına şöyle bir bakıyoruz. Deniz’in kişiliğinin nasıl şekillendiğini, nasıl politikleştiğini ve infaz sürecini bu kez de ailesinin penceresinden bir defa daha yaşıyoruz. Neler mi öğreniyoruz:
Deniz için babasının yerinin ayrı olduğunu örneğin. Hapishanedeyken yazdığı mektuplar hep Cemil Gezmiş adına. Hapisteyken kitaplarını istiyor ondan; sonra idam kararı çıktığında, ailesini telkin etmesini istediği kişi de babası oluyor… Deniz gittiği yerlerden kart atmayı ihmal etmiyor ailesine; ama bütün kartlar babasının adına. Sadece bir kartta -herhalde annesi de alınmasın diye- kartın üzerine yazdığı Cemil Gezmiş’in adını karalayıp annesinin adını yazıyor. Eve oldukça bağlı olan Deniz, gündüz ne yaparsa yapsın, akşam yemeklerini mutlaka evde yermiş, hatta TİP’li günlerinde arkadaşları, “Sen devrim yapmadan önce babandan izin al,” diye takılırmış…
Deniz’le ilgili bilinmeyen birçok şeyi barındıran kitabın bize sunduğu ilklerden biri de, Deniz’in ilk eylemi: “Boncuk Ömer protestosu”… 1963’te Deniz daha lisedeyken çok sevdiği beden eğitimi öğretmeni Boncuk Ömer’e (eski Fenerbahçeli futbolcu) altı öğrenciye tecavüz ettiği iftirası atılır ve Hürriyet gazetesi bunun haberini yapar. Ardından öğretmen görevden alınır. Bunun üzerine yaklaşık 500 öğrenci Hürriyet gazetesine giderek “İftira etme Hürriyet!” sloganlarıyla gazete binasını taşlar. Gazete yönetimi o kadar korkar ki, İnönü’ye telgraf çekerek yardım ister. Günlerce süren eylemler sonunda Boncuk Ömer görevine iade edilir. Bu olayın belki de en ilginç yanı, eylemin başını çeken iki öğrencinin henüz birbirlerini tanımasalar da aynı eylemde bulunmaları; bunlardan biri elbette Deniz Gezmiş, diğeriyse Mahir Çayan…
“Herkesi, her şeyi severdi Deniz abim. Mesela hayvanlara çok düşkündü. (…)Bir seferinde de sekiz tane yeni doğmuş köpek bulmuş; bir çuvala doldurup eve getirmişti. Annem eve sokmamıştı tabii... O da evin yanındaki eski mezarlıkta, taşı düşmüş bir mezar çukurunu yuva haline getirmiş, yavruları orada beslemişti. Neyle mi? Amerikan yardımıyla... O zamanlar Marshall Planı çerçevesinde Türkiye’ye yardım malzemesi olarak süt tozu gelir, okullara dağıtılırdı. Tatsız tuzsuz, berbat bir şeydi. İçemezdik. Deniz abim, o süt tozlarını sulandırıp şişelere koyardı. Mahalledeki çetesini sokaklara dağıtır, gördükleri bebeklerin emziklerini kapıp getirmelerini isterdi. Sonra gelen emzikleri şişelerin kapağına bağlar, herkesin kucağına birer yavru verir, bu el yapımı biberonlarla besletirdi.” (s.37) Hamdi Gezmiş abisi için işte böyle söylüyor. Ve öğreniyoruz ki en sonunda Deniz, kırma bir kurt olan Bobi’yi aileye kabul ettirmiş ve aile Sivas’tan İstanbul’a göçene kadar onların can dostu olmuş. Deniz’in Bobi’yle olan bir fotoğrafı da Hamdi Gezmiş’in sakladığı fotoğraflar arasında yerini almış.
Deniz 1966’da üniversite sınavını kazandığını öğrenir. Fen veya Hukuk fakültelerine kayıt yaptırma hakkı vardır. Babası oğlunun politikliğini bildiği için Fen Fakültesi’ni tercih etmesini ister; çünkü Hukuk Fakültesi’nin Deniz’i daha da politik yapacağını biliyordur. Deniz de babasını kıramaz ve Fen Fakültesi’ne müracaat eder; fakat kısa bir süre sonra ise asıl istediği yere kaydını yaptırır. Hukuk Fakültesi…
Deniz’in ilk gözaltısı, Çorum Belediyesi’nde işten çıkarılan 52 temizlik işçisinin protesto yürüyüşünde Türk-İş temsilcileriyle çıkan arbedede olur. İki kolunda iki sivil polisle olan fotoğrafı daha sonra gazetelere çıkar. Hamdi Gezmiş bu olay için, “Bildiğim kadarıyla bir gazetede adının ve fotoğrafının çıktığı ilk olay budur.” (s.87) diyor.
Deniz’in polis tarafından arandığı yıllarda Gezmiş ailesinin evinin önünde bir polis bekler. Komiser Kemal… Her gün oradadır. Arada kapılarını çalar, “Cemil Bey, Deniz’den haber var mı?” diye sorar. Oysa ailesi de Deniz’in nerede olduğunu bilmez. Zamanla samimi oldukları polisi eve davet edip çay ikram ederler.
1970’de Türkiye Halk Kurtuluş Hareketi’nin temelleri atıldığında Hamdi Gezmiş abisinin aslında silahlı mücadele yöntemlerini benimsemeyeceğini; ancak Türkiye’nin şartlarının gençleri bu noktaya yöne ittiğini vurgulayarak, Deniz’in şu sözlerini aktarıyor: “Abim o günlerde bir sohbette, ‘Darbeden sonra herkesin bir koğuşu olacak ama bizim olmayacak; çünkü biz ölmüş olacağız,’ demişti. Gerçekten bilerek ölüme gittiler. Bir kıvılcım yakmak, ileriye dönük bir ışık olmak için...”(s.218)
Sayfaları çevirdiğinizde; Deniz yeşillikler arasında bakıyor size, henüz 2,5 yaşında… Ve fotoğrafın arkasında bir yazı var ki, aslında her şeyi özetliyor.
“Yavrum Deniz, seni ulu Tanrı’ya, ana ve babana ve binnetice vatana hayırlı bir nesil olarak yetişmeni ve ismin gibi yapacaklarının da deniz olmasını temenni ederim. 26.06.49” (s.29) Bu fotoğraf yazısındaki temenni gerçek oldu. Hayatı da deniz oldu Deniz’in… Kardeşleri çocuklarına Deniz adını veremedi acılarından ama binlerce çocuk doğdu Deniz diye…
Deniz’in babasından tek bir isteği vardı: “Kesinlikle kimseye gidip bizim için af dilemeyin! (…) Babası da zaten aksini yapamazdı, tüm yasal yolları denedi ama oğlunu kurtaramadı. Hep umudu vardı, umudunu son âna kadar yitirmedi Cemil Gezmiş: “… babamın bir arkadaşı Deniz abimin yakalandığı dönemde, yurtdışından Johnny Walker marka bir viski hediye getirmişti babama... ‘Bunu şimdi açmayacağız. Deniz serbest kaldığında açıp kutlayacağız,’ demişti. O viski, babam ölene kadar evinin salonundaki büfede öylece durdu. İnfazlardan sonra, arada diğer ailelerle mesela Hüseyin’in ailesiyle bir araya gelir, yemek yer, dertleşirdik; ama o viskiye hiç dokunulmadı.” (s.352)
Kitabın son sayfasına gelip kapağını kapattığınızda şimdiye alışmanız biraz zor oluyor… Ve anıları yazanın Deniz’in kardeşi olduğunu bilseniz bile, “keşke Yusuf’u, Hüseyin’i biraz daha anlatsaydı” demeden edemiyorsunuz.
KÜNYE: Abim Deniz, Can Dündar, Can Yayınları, Kasım 2014, 479 sayfa