Tarsus gündemde. Geçtiğimiz günlerde Tarsus’ta bir cinayet işlendi. Çağ Üniversitesi Edebiyat Fakültesi öğrencisi Özgecan Aslan, bindiği dolmuşun şoförünce kaçırıldı, tecavüze maruz kaldı ve sonra da öldürülerek cesedi yakıldı. Son birkaç gündür Tv ve gazetelerde pek çok haber gibi bu vahşi cinayet haberi de yer aldı. Türkiye bunu da konuşuyor. Bu cinayetin işlendiği kent Tarsus. Yani Tarsus gündemde… Dün başka kentlerde yaşanan hırsızlıklar, tecavüzler ve cinayetler gündemdeydi, yarın başka yerlerde olacak. Her yerde olduğu gibi Tarsuslular ya da Tarsus halkı da kentlerinin böyle gündemde olmasına üzülüyorlar.
Gündemdeki Tarsus’un biraz dününe ve bugününe baktığımızda tarihin bilgisi ve toplumsal hafızamızın karşına neler çıktığına bir bakmak gerek. Bunu, uzun tutmamak için kimi zaman bir başlıkla kimi zaman da ayrıntılarda durarak yapmak gerek.
FELSEFENİN KENTİ TARSUS
Tarsus’un tarihsel geçmişi son bulgulara göre 10 bin yıl önceye dayanıyor. Kentte, Luviler'den Hititler'e, Asurlular’a, Helenistik ve Roma dönemine kadar pek çok medeniyetin izleri var. Tarsus tarihsel süreç içerisinde, iki kez Hititler iki kez de Romalılar döneminde başkentlik yapmış. Kilikya eyaletinin başkenti, aynı zamanda bir liman şehridir. Gerek o zaman sahip olduğu liman gerekse Mezopotamya'yı iç Anadolu'ya bağlayan geçiş yolları üzerinde olması nedeniyle bir ticaret kentidir. Siyasi ve ticari bir merkez olmanın avantajlarını yaşayan Tarsus’ta düşünsel iklim de oldukça zengindi ve burada çok sayıda felsefe okulu kuruldu, pek çok filozof yetişti. Burada anılabilecek filozoflardan bazıları, Aratos, Khrisippos, Zenon, Athenedoros ve Areios’tur. Burası stoacılığın merkezlerinden biriydi. Hıristiyanlığın asıl kurucusu olarak bilinen Aziz Pavlus (St. Paul) Tarsus doğumluydu ve ilk eğitimini de buradaki felsefe okullarında almıştı. Hıristiyanlığın ortaya çıkmasıyla Antik Çağ kapanmış ve felsefe geleneği de sona ermişti. Bizans dönemi, Kilikya’ya yönelik Arap akınları ile Selçuklu’dan sonra Osmanlı İmparatorluğu dönemine kadar kent sık sık el değişirdi. Bir zamanlar surlar içinde olan ve kütüphanesi, hamamları, tiyatrosu ile bir kent görünümünde olan Tarsus’ta savaşlardan, yangınlardan, istila ve yağmadan geriye pek bir şey kalmadı.
EMEĞİN KENTİ TARSUS
Osmanlı İmparatorluğu'nun son yüz yılına kadar Tarsus neredeyse sıradan bir Anadolu kenti görünümündeydi. Kent eski kültürel birikimi, ticari canlılığı ve siyasi etkinliğinden yoksundu. 1830’ların başında Mısırlı İbrahim Paşa’nın Osmanlı'ya başkaldırıp Çukurova bölgesini ele geçirmesi Tarsus’un tarihinde bir dönüm noktası oldu. Mısırlı İbrahim Paşa, Çukurova’yı elinde tuttuğu yaklaşık 10 yıllık süreçte Suriye’den getirdiği binlerce yoksul tarım emekçisine pamuk ekimi yaptırdı. Bunu pamuğu işleyecek çırçır fabrikalarının kurulması izledi. Çukurova pamuk ovası, Adana ile birlikte Tarsus artık bir tekstil kentiydi. Tarımdan sanayiye geçiş kentin yeniden canlanmasını sağladı. Büyük toprak sahipleri ve çiftçiler pamuk zenginiydi artık. Bu zenginliğin diğer katmanı da sanayicilerdi.
1940 yıllarda sendikalaşma ortaya çıktı. Pamuk ağaları, hasat sonrası pavyon kapatıp, banknotla sigara yakarken tekstil işçileri bir yandan sendikal mücadele veriyor, diğer yandan da haklarını alabilmek için grev ve yürüyüş yapıyor ya da fabrika işgal ediyorlardı. Tarsus artık bir işçi kentiydi. Tarsus, kadıncık barajında, tekstil fabrikalarındaki işçi eylemleriyle gündemdeydi. Sosyalist hareketin de güç kazandığı Tarsus’ta işçi eylemleri ve grevler 12 Eylül askeri darbesine kadar sürdü.
GERİCİLİĞİN TESLİM ALDIĞI KENT
12 Eylül askeri darbesi tüm ülke için olduğu gibi Tarsus için de bir kırılma noktasıydı. Toplumsal doku, siyasi tercihlerden, ihbarcılığa, ticarete yönelmeye kadar bozulmaya uğruyordu. Tarsus 12 Eylül’le birlikte ağır bir bedel ödemişti.
İlk yerel seçimlerde ANAP, sonrasında SHP yerel yönetimdeydi. Birçok faktörün etkisiyle 1994’te MHP yerel seçimleri kazandı. Solun kalesi olarak bilinen Tarsus, sağın eline geçmişti. Bu yıllarda Tarsus Doğu ve Güneydoğu’dan çok göç almıştı. MHP kazanınca, bir sonraki seçimler için kentteki oy nüfusunu artırmak için dağ köylülerini kente göçmeye özendirdi. Türkiye’deki tekstil krizi de tam bu yıllara denk geldi ve onlarca fabrika ardı ardına kapanınca kentteki işsizlik sayısı arttı. Göçlerle gelen sorunlarla birlikte Tarsus kaldıramayacağı bir ekonomik durumla karşılaştı.
Tarsus’ta sanayi bitti. Tarım bitiriliyor. Kent turizme yönelemedi. İşsizlik ve yoksulluk arttı. Hırsızlık arttı. Uyuşturucu kullanımı ilköğretime kadar indi. Cinayet, intihar ve cinnet geçirmeler arttı.
Beş dönemdir yerel yönetimi MHP’nin aldığı kentin ekonomisi bitti. Tarsus sosyal ve kültürel açıdan geriledi, siyasi olarak da gericileşti/rildi.
Bir zamanların felsefe ve filozoflar kenti olan Tarsus, günümüzde “evliyalar, embiyalar ve peygamberler şehri” olarak lanse ediliyor ve her türlü ırkçı ve gerici oluşumun önü açılıyor.
TARSUS'UN BELLEĞİNDEKİ GÜNDEMLER
Tarsus’ta sadece yakın tarihimize baktığımızda pek çok siyasi, toplumsal ya da kişisel olaydan meydana gelen gündemler sıralanabilir. İşte bunlardan birkaç örnek:
DP iktidarı döneminde, Tarsuslu bir vatandaşın, başkan Adnan Menderes’in gelişi şerefine oğlunu kurban etmek için yatırıp bıçakla kesmeye çalışmasıyla gündemdeydi.
Tarsus, 1961-1980 arası işçi eylemleriyle hep gündemdeydi.
Tarsus, 12 Eylül öncesi siyasi çatışmalar döneminde solun güçlü olduğu bir yer olarak MGK tarafından Fatsa ile birlikte “pilot kent” olduğunda gündemdeydi.
Tarsus, Hizbullah’ın insanları domuz bağıyla bağlayıp bahçelere gömdüğü ortaya çıkanca gündemdeydi.
Tarsus, 1988 Mayıs’ında okulla pikniğe giden liseli öğrencilerden 13’ü öldüğünde gündemdeydi.
Tarsus, 1980 öncesinde ilerici savcı Süreyya’nın MHP’li ve TİT üyesi Mahmut Tat tarafından öldürülmesi ve idamla yargılanmasıyla gündemdeydi.
1980 öncesinde Tarsus’u yasa boğan bir olay ise aynı şekilde faşistlerin üç solcu genci yakalayıp baraj kenarında işkence ederek, bıçakla keserek öldürmeleriyle gündemdeydi.
Tarsus, 1994’te seçimi kazanan MHP’li belediye başkanı Burhanettin Kocamaz, 1200 işçiyi sokağa attığında bir işçinin çocuğuyla birlikte kendini yakmaya kalkmasıyla gündemdeydi.
Bir zamanlar bu kentte “Tarsus canavarı” vardı. Büyükler çocukları bu canavarla korkuturlardı. “Tarsus canavarı”nın birçok cinayet işlediği, adam kestiği söylenirdi. Sonra yakalandı. İşlenen cinayetlerin ne kadarını “Tarsus canavarı” yapmıştı, yoksa hepsini yarı deli bu kişinin üzerine mi yıkmışlardı pek bilinmiyor. Bu bir şehir efsanesi gibi anılsa da, bir gerçek var ki, birkaç gün önce bir cinayete kurban giden Özgecan’ın başına gelenler sadece Tarsus’ta olmuyor.
İçinde yaşadığımız kapitalist sömürü düzeni, ideolojik, kültürel, siyasi ayrımı kullanarak yalan üretiyor, toplumu kamplara ayırıyor, içimizde canavarlar yaratıyor. Bu düzen kendi yarattığı eşitsizliklerden ve kaotiklikten besleniyor. İnsanları can güvenliği derdine, geçim derdine ve gelecek kaygısına düşürüyor. Kapitalist düzen ve onu temsil eden siyasi iktidarlar için insanın insan olarak bir değeri yok. Kullanabildiği oranda sömüreceği emek değeri olarak var. Sermaye sınıfının ve burjuva siyasetçiler için, trafik kazalarında her yıl kurban edilen 10 bin insanın da, madende ölen işçilerin de, sokaklarda polis kurşunuyla ölen gençlerin de, kadın cinayetlerinde, depremde yıkık altında ölenlerin de bir değeri yok. Çünkü onlar sermaye sınıfı. Çünkü ölenlerle aynı sınıftan değiller ve değiliz. Çünkü onların yaşamdan beklentileri ile emekçi halkın beklenti ve çıkarları uyuşmuyor.
Kentleri yaratan emekçilerdir. Ama kentleri egemen sınıflar yönetiyor. Onlar kentin rantını paylaşır ve emekçileri sömürürken, trafik kazası olmuş, bir kadın tecavüze uğramış, bir işsiz intihar etmiş umurlarında olmaz. Kent nüfusunun önemli bir bölümünü oluşturan emekçi halkın kendine ve kentine sahip çıkması gerekiyor. Yoksa bu aşağılık düzen içimizden canavarlar çıkartıp yine içimizden birilerini kurban almaya devam edecektir.
* Gazeteci-yazar, Aratos dergisi yayın yönetmeni