'Başka Bir Dünyada Olacağım': Jorge Luis Borges ile bir röportaj
Arkadaşım Charles McNair ve ben Arjantinli büyük yazar Jorge Luis Borges ile tanıştığımızda o 82 yaşındaydı. Hevesli romancılar olarak, Latin Amerikalı büyülü gerçekçilerin eserleriyle sarhoş olmuştuk. Borges'in “Tlön, Uqbar, Orbis Tertius” ve “Yolları Çatallanan Bahçe” gibi gizemle dolu hikâyeleri bunların önde gelenlerindendi.
Çeviren: Derya Özkurt
1899'da doğan Borges, 1950'lerde doğuştan gelen bir hastalıktan kör olduğunda Tulane üniversitesinde estetik ve anlam kavramı üzerine ders vermek için Buenos Aires'ten gelmişti. Onu götürmemizi en çok istediği yer, eski tarz Dixieland'in son kalıntılarının hala sergilendiği Bourbon Caddesi'nin hemen dışındaki küçük, havasız bir yer olan Preservation Salonu’ydu. Arkada durup "cazın dalgaları"na teslim oldu.
1982 yılının sabahında Fairmont Otel’de onun odasında buluştuğumuzda daha sonra ikinci karısı olacak olan genç ve güzel Japon Arjantinli hizmetçisi Maria Kodama ile beraber gelmişti. (1986 yılında öldüğünde, Borges tüm mülkünü Kodama’ya bıraktığı için Arjantinli seçkinler şaşkına dönmüştü.)
Röportajımız için Borges, parlak güneş ışığının vurduğu açık bir pencerenin yanına oturdu. Önceki gecenin müziğini hatırlayarak gülümsedi ve usulca “St. James Infirmary" Şarkısının üç dizesini söyledi. Müzikal ritmi, konuşmasının İngilizcesi kadar kusursuzdu. Zaman konusunda cömert davrandı ve tüm sorularımızı yanıtladı.
MARK CHILDRESS AND CHARLES MCNAIR: Dün gece rüya gördünüz mü?
JORGE LUIS BORGES: Her gece rüya görüyorum. Uyumadan önce rüya görüyorum ve uyandıktan sonra rüya görüyorum. Anlamsız sözler söylemeye başladığımda imkânsız şeyler görüyorum.
Bir rüyanın bana bir hikâye verdiğini hatırlıyorum. Çok karışık, çok karman çorman bir rüya gördüm. Ve hatırladığım tek şey şuydu: "Sana Shakespeare'in hatırasını satıyorum." Ve bununla ilgili bir hikâye yazdım [“La Memoria de Shakespeare”].
Shakespeare ne büyük bir isim, değil mi? Ama oldukça kötüydü, sence de öyle değil mi? “İngiltere, o yarı-Cennet” yazan bir adam. Kulağa kötü bir şaka gibi geliyor, değil mi? Demek istediğim, Shakespeare seni her zaman hayal kırıklığına uğratır. Çok dengesiz bir yazar. Güvenilir değil. Çok güzel bir satır okursunuz fakat sonra yalnızca abartılı konuşmalar görürsünüz.
Onun oyunlarına gitmeyi sever misiniz?
Ben drama okumayı severim, izlemeyi değil. Bu benim hayatımın büyük bir parçası, okumak. Okumaya devam etmek için elimden geleni yapıyorum. Sürekli kitap alıyorum, onlarla yaşıyorum ama okuyamıyorum tabii.
Bir kitap atmosferdir, değil mi? Kitaplarla iç içeyim. Dizeleri okurken kör oldum ve her şey yavaş yavaş çöken bir alacakaranlık gibi geldi. Çok yavaş. Özellikle acıklı bir an değil. İnsanların yüzleri kayboldu, kitapların illüstrasyonları yoktu, aynada kendimi göremiyordum.
Gördüğünüz en son şeyi hatırlıyor musunuz?
En son gördüğüm şey sarıydı sarı rengi, çünkü kaybolan ilk iki renk siyah ve kırmızıydı. İnsanlar kör insanların karanlıkta yaşadığını düşünür. Hayır. Göremedikleri ilk renk siyahtır. Siyah ve kırmızıya hasret kaldım. Keşke kızıllığı görebilseydim.
Ve şimdi bir tür parlak grimsi, mavimsi veya yeşilimsi sisin merkezinde yaşıyorum. Ama her zaman aydınlık.
Babam da kör oldu, İngiliz büyükannem ve İngiliz büyük büyükbabam öldüğünde kördü. Dördüncü kör nesil olduğumu biliyorum. Beni neyin beklediğini biliyordum.
Braille okur musunuz?
Hayır, ne yazık ki. Bu tüm hayatımı değiştirirdi. Ve artık çok yaşlıyım.
Bir keresinde, çocukken vakit geçirdiğiniz babanızın kütüphanesinden hiç çıkmamış olmayı dilediğinizi söylemiştiniz.
Aslına bakarsan, çıkmadım. Hala oradayım. Ve burada. Çocukken okuduğum kitapları okumaya devam ediyorum. Her okuduğumda değişiyorlar. Ve tabii ki beni değiştiriyorlar.
Evde kendi yazdığım da hakkıma yazılmış tek bir kitabım bile yok. Ne yazdığımı pek bilmiyorum. Diğer ve daha iyi yazarları okudum. Kendi yazdıklarımı tekrar okursam, cesaretim kırılabilir. Yazmaya devam etmek istiyorum. Moralimi bozmak istemiyorum.
Şimdi nasıl yazıyorsunuz?
Sürekli hayal kurmaya, şemalar çıkartmay, planlamaya devam ediyorum. İnsanlar geliyor, onlara dikte ediyorum. Yapabileceğim tek şey bu. Çok dağınık çalışıyorum. Belirli bir yöntemim yok. Rastgele bir yol. Benimle ilgili her şey gelişigüzel.
Sade bir üslupla yazmak için elimden geleni yapıyorum. Basit kelimeleri kullanmak için elimden geleni yapıyorum. Sözlüğü kontrol etmek için elimden geleni yapıyorum. Yazdıklarımın görünüşte basit olduğunu düşünüyorum. Bir tür içsel ihtiyaç, bunu yapma dürtüsü hissediyorum. Bu ihtiyacı karşılamak için yaşıyorum ve bu beni endişelendirmeye devam ediyor ama yazdığım zaman endişelenmiyorum.
Hiç bu ihtiyacı karşıladınız mı?
Hayır, o yüzden yazmaya devam ediyorum.
Şimdi ne yazıyorsunuz?
Birçok şey. Birçok kitap yazmak için, Swedenborg üzerine bir kitap, bir şiir kitabı ve bir kısa öykü kitabı yazmak için yaşamak zorundayım. Maria Kodama ve ben birlikte Eski İngilizce çalıştık ve şimdi Eski Norveççe çalışıyoruz. Çok ilginç diller.
En sevdiğiniz dil nedir?
Sanırım İngilizce ve Almanca arasında bir seçim yapardım ama belki İzlandaca bilseydim İzlandaca seçerdim. Bence İspanyolca oldukça biçimsiz bir dil. Örneğin, Kipling'den bir dize: "Alçak Ay’ı gökyüzünün dışına sürdük." İspanyolca'da ay’ı gökyüzünün dışına süremezsiniz dil izin vermiyor. İngilizce öğrenilen bir yerde doğduğun için ne kadar şanslısın, değil mi? Bu harika bir dil.
Eserlerinizin İngilizce çevirisini okumak nasıl bir duygu?
Çevirmenler onları daha iyi hale getiriyorlar.
Neden İngilizce yazmıyorsunuz?
İngilizceye aşırı saygı duyarım. Ben kimim ki İngilizceyle uğraşayım?
İlhama inanır mısınız?
Evet. En azından benim durumumda her şeyin ilhamla başladığını düşünüyorum. Bir şey… biz ona kutsal ruh, ilham perisi, büyük hafıza veya bilinçaltı diyoruz. Şiir yazdığımda dolaysız, düpedüz bir şeyi düşünmeye eğilimliyim. Şiirim benim için düzyazımdan daha özel. Ülkemde birçok insan şiirimden hoşlanmaz ve nesirlerimden zevk alır.
Düzyazı söz konusu olduğunda bir hikâye, bir olay örgüsü uydurmam, karakterler yaratmam, bu tür şeyler yapmam gerekiyor. Sonrasında, elimde bir şeyler varsa, arkama yaslanıp ilerlemeye çalışıyorum. Kişisel görüşlerimin işime karışmasına asla izin vermem. Bir fabl, bir hikâyenin konusu… bakalım, bu, diyelim ki, 20. yüzyılın başında mı olacak yoksa Binbir Gece Masalları türünde bir yaşamda mı olacak, yoksa daha yeni mi oldu? Belki İskoçya veya Amerika'dayım, Buenos Aires'te veya Montevideo'dayım…
Bilinçaltından bahsetmişsiniz. Psikoloji hakkında ne düşünüyorsunuz?
Herkesin annesinden ya da babasından nefret ettiği düşünülüyor. Babam bunun çok boş bir bilim olduğunu düşünürdü. Psikolojide ustalaştığını iddia eden insanları anlamıyorum. Onlara acıyorum. Kendileriyle bu kadar ilgilenmek, kendilerini analiz etmek. Kendimi pek tanımıyorum. Kimse kendini tanımıyor.
Bence çok önemli bir bilimi kaybettik: ahlaki değerler. İnsanlar yalan söylemeye bayılır. Aldatmaya bayılırlar. Bir adamın milyoner olmasına hayran olurlar. Önemli olan, gerçekten önemli olan şey bir insanın düşüncelerinden çok onun okudukları, hissettikleridir. Fikirler gelip geçerler. Ben bir milliyetçiydim, bir komünisttim, sakin bir anarşisttim.
Arjantin'in ahlaki vicdanını kaybettiğini mi söylüyorsunuz?
Umalım ki bu sadece yerel bir olaydır. Ülkem sadece umutsuz bir ülke. Elimizde kalan tek şey umutsuz olduğumuz gerçeğidir. Kimse bir şey beklemiyor. Rüşvet, yolsuzluk, insan kaçırma, insanların kaybolması… Sürekli yokuş aşağı gidiyoruz. Demokrasiye sahip olsaydık, Perón gibi bir aptalı ya da züppeyi seçerdik. Şu anki adam oldukça beceriksiz. Neden yetkin olmalı ki?
Ahlaki değerleri nasıl tanımlarsınız ?
Onları tanımlamam gerekmiyor, çok daha derine gidiyorlar. Yani, harekete geçtiğimde nerede olduğumu biliyorum, doğru ya da yanlış. Ne zaman bir eylemde bulunsam, doğru mu yanlış mı yapıyorum biliyorum. En azından bildiğimi düşünüyorum. Bu bir his, içsel bir his.
Bu duygu aynı zamanda dinî mi?
Hissetmiyorum, bu konuda endişelenmiyorum. Bakın, ben mutlu bir agnostiğim, hareketli bir agnostiğim. Sanırım her gün cennetteyiz, cehennemdeyiz, her yerdeyiz, değil mi? Bir şeyler hissediyorum, belki bir şeyler umuyorum ama sonuçta bunlar özel sorular.
Deneyimlediğim tek şey sihir. Belki başka bir şey yaşamadım. Halley Kuyruklu Yıldızı’nı hatırlıyorum. Bir çocuk olarak. Buenos Aires'teki yüzüncü yıl kutlamalarının bir parçası olduğunu sanıyordum. Bütün şehir aydınlandı. Tanrısal bir tür havai fişek gösterisi olduğunu düşünmüştüm.
Kuyruklu yıldızın (1986'da) dönüşünü dört gözle bekliyor musunuz?
Hayır, hayır, hiç değil. Hayır. Şu anda ölebilseydim, bu yapılacak en akıllıca şey olurdu, değil mi? New Orleans'ta burada oturup seninle mi konuşarak ölmek? Başka ne yapabilirim? Uzun sürecek bir yatalaklık mı? Çabuk ölmeyi tercih ederim.
Ama daha yazacak çok hikâyeniz var.
Evet, ama sanırım en iyi hikâyelerimi anlattım. 82 yaşındayım. Geleceğim kalmadı ya da hayalî bir tür gelecek belki de tek olası gelecek. Annem 99 yaşında öldü ve 100 yaşına basmaktan korkuyordu.
101 yaşına geldiğinizde gelecek yüzyılı göreceksiniz.
Ah, umalım ki öyle olmasın. Kötümser olmayın.
Eserlerinizle yaşamaya devam etmeyecek misiniz?
Orada olmayacağım. Yok olacağım. Başka bir dünyada olacağım ve bu zerre kadar umurumda değil. Sanırım eserlerim kendi yolunu bulacaktır.
Daha erken bir zamanda şöhreti yakalamayı ister miydiniz?
Hayır, şöhretten hoşlanmıyorum. Bundan rahatsızım. Babamın dediği gibi, “Zengin, görünmez bir adam olmak istiyorum.” Kokteyl partilerine, herhangi bir toplantıya asla gitmem… “Tanıştığımıza memnun oldum efendim” diyerek aynı ellerle defalarca tokalaşmak ve bu tür şeyler. Artık yüzlerini göremiyorum bile. Bu korkunç, gerçekten. Gülümsemen, hoş görünmen lazım.
O zaman seyahat etmek sizi yazmaktan alıkoyuyor mu?
Bunun tersine. Çok minnettarım. Ülkeleri hissedebiliyorum. Mısır'ı görmedim ama orada bulundum. Japonya'yı görmedim ama Japonya'ya gittim. Bu tüm farkı yaratıyor. Duyulardan mı yoksa duyuların ötesinden mi geldiğini bilmiyorum. Ve şimdi burada olmak, Amerika'da olmak bana çok inanılmaz, çok harika, Buenos Aires'te olmaktan farklı geliyor. Orası çok sıkıcı bir şehir.
Amerika'ya tekrar ne zaman döneceksiniz?
En kısa zamanda! Hem her yeri gezmek istiyorum ve hem de eve gitmek istiyorum. Bu, seyahat etmenin bir parçası. Her an dönmem beklenebilir.
Kaynak: lareviewofbooks