Ateş hırsızı: Fırtınanın Ortasında

Ateş hırsızı: Fırtınanın Ortasında

"Ateşi Çalmak" nehir romanının ikinci cildi olan fırtınanın ortasında da Karl Marx ve Friedrich Engels’in Köln’deki kısa tanışmalarının ardından ilk görüşmeleri olan 1844 yılının Eylül ayından başlayıp 1848 Devrimleri sonrasına uzanan çalkantılı döneme kadar sürüyor anlatı. Dönemin işçi mücadelelerini, bu mücadelelerin ortaya çıkardığı sınıf önderlerini, teorisyenleri, politikleşen işçiler ve ailelerini tümüyle belgelere dayanan bir roman kurgusu içinde anlatıyor yazar.

Zilan Yıldırım

19. yüzyıl işçi ayaklanmaları, devrimler çağı, bilimsel sosyalizm fikrinin doğuşu, yaratıcıları Karl Marx ve Friedrich Engels’in hayatlarını anlatan nehir roman Ateşi Çalmak’ın ikinci cildi Fırtınanın Ortasında romanını anlatacağız bu yazımızda. Galina Srebreyakova’nın Rus roman geleneğine uygun şekilde kaleme aldığı ayrıntılı, tüm karakterleri derinlemesine okuyucuya yansıtan, kuvvetli betimlerle okuyucunun hafızasında yer edecek bir esere imzasını atmıştır yazar.

Eserin "Fırtınanın Ortasında" isimli bu ikinci cildi Karl Marx ve Friedrich Engels’in Köln’deki kısa tanışmalarının ardından ilk görüşmeleri olan 1844 yılının eylül ayından başlayıp 1848 Devrimleri sonrasına uzanan çalkantılı döneme kadar sürüyor. Özellikle 1848 şubatı gerçekleşen ayaklanmalar sırasında ve sonrasında devrimcilerin oluşturduğu toplanmalarda yaptığı konuşmalar ve fikirleri oldukça dikkat çekiyor Marx’ın. Bu dönemde Marx’ın Paris’te kaldığı bir yıl bazıları için çok değerli bazıları için korkunç olmuştur. Fikirlerini çok değerli bulanların yanında susması için büyük çaba sarf edenler de vardır. İnsanların kendisine karşı uyandırmadığı tek duygu ise umursamazlıktır şüphesiz.

Romanın ilk yarısında henüz 30 yaşına gelmemişken Marx felsefe, antropoloji ve tarih alanlarında kendini oldukça geliştirmiş ve yazılarıyla toplumu etkilemeye başlamıştır bile. Günlerce kitaplarına ve defterlerine kapanıp, durmaksızın yazdığını ve okuduğunu belirtiyor yazar. Ekonomi ve felsefe kitapları, Fransız burjuva devriminin önderlerinin anıları, istatistiki tablolar, İngiltere’nin mezarlık kayıtları kadar iç karartıcı ‘mavi’ parlamenter kitapları; ilgisini çekiyordu Marx’ın. "Dinlenmek istediğinde de, birçok eserini ezbere bildiği Shakespeare’i karıştırıyor, kurnaz ve zeki Gil Blas’ın dalaverelerine gülüyor, Balzac okumaktan hoşlanıyordu. Heine, George Sand, Musset, Hugo ve Mérimée’nin hiçbir yeni kitabını kaçırmıyordu." Marx, defterlerine sayfalarca felsefi çıkarımlar yazıyor, notlarında Hegel’le kavga ediyordu. Hegel’i yeri geldiğinde savunuyor yeri geldiğinde acımasızca eleştiriyordu. Zeki ve iyi bir gözlemci olduğunu düşündüğü Feuerbach’ın ise insanın toplumsal bir varlık olduğunu, her zaman mevcut ortam ve koşullara bağımlı olduğunu anlamak istemeyişini eleştiriyordu.

Marx’ın eşi Jenny’e olan aşkından, doğan çocuklarından, çalışmalarını hangi koşullar ve baskılar altında yaptığından ve dostları, yoldaşlarıyla olan ilişkisinden bahsettiği kadar yazar bu yılların Avrupası’nın sınıf mücadelelerini ve kavganın tüm taraflarının fikirlerine ve bu tarafların yaşam koşullarına da yer veriyor. Hem Fransız aristokrasisini hem Rusya gibi izleyici konumdaki ülkelerin tutumlarını hem de açlık ve hastalıktan kırılan işçi sınıfının her 10-15 yılda bir barikatlar kurup isyanlara kalkışmasının sebeplerini anlatıyor yazar.

1830’daki ‘’Savaşarak ölmek, çalışarak yaşamak!’’ sloganıyla sokakları dolduran, barikatlar kuran Plebler on sekiz yıl sonra yine sokaklarda. 1830 Devrimi, gücü soylulardan burjuvaziye kaydırmış, emekçi yığınlar açısından değişen hiçbir şey olmamıştı. Yoksulluk giderek artmış, halk hastalık ve açlıktan kırılıyordu. 1848’in şubat ayında bu sefer daha kalabalık, daha örgütlü ve şüphesiz daha öfkeliydi işçiler. Ancak sokağa çıkan halk yine burjuva tarafından çok kısa bir süre sonra yalnız bırakılmış ve çarpışarak kazandığı hakları ellerinden alınmıştır.

1848 Devrimleri ardından Haziran Olayları'yla devrimci unsurlar Fransa’dan sürgün edilir ve Marx da eşi Jenny ve çocuklarıyla Brüksel’e taşınmak zorunda kalır. Tabi burada bile Brüksel’in iç siyaseti hakkında yazmayacağına dair belge imzalamasını isteyecek kadar kaleminden korkmuşlardır Marx’ın. Daha sonra İngiltere’ye taşınırlar. İngiltere’de parlamentoyu da dolaşan Marx’ın İngiliz Parlamentosu gözlemlerini de ustalıkla anlatan yazar parlamentoyu aristokrasinin hakimiyetini yumuşatmaya çalışan bir paravan olarak tanımlar ve ekler ‘’Kralların, düklerin, aristokratların keyfi yönetimine karşı verilen uzun süreli özgürlük mücadelesi sonucu elde edilen, hayatlarını inançları uğruna feda eden özgürlük aşıklarının kanı üzerinde yükselen ve bir zamanlar, hükümdarların tehlikeli ve amansız rakibi olan parlamento, herkesin yakından bildiği aynı banal piyesin bıkıp usanmadan tekrar tekrar oynandığı bir arenaydı şimdi.’’

O sırada Fransa’da, devrimin öznesi işçi sınıfına ait bir karakter üzerinde de duruyor yazar. Devrimci Terzi John Stock ve eşi Geneviéve. Romanın ilk cildinde Stock’un tutsaklığı yüzünden birbirlerini kaybetmiş ve yine barikatlarda kader onları karşı karşıya getirmişti. Bu ikinci ciltte ise başlarından bela eksik olmaz. 19. yüzyılın ilk yarısının Avrupa'sı işçi yaşamı ve işçilere verilen değer şüphesiz karanlık Ortaçağ kadar kötü bir haldeydi. Serebryakova’da işçilerin açlıkla, hastalıkla ve kendisini yok sayan yöneticilerle olan kavgasını devrimci terzinin hayatıyla oldukça başarılı bir şekilde gözler önüne seriyor. Tabi ki terzinin ölümü de gerçek bir devrimci gibi korkusuz ve  göğüs göğüse çarpışırken oluyor.

KÜNYE: Ateşi Çalmak II: Fırtınanın Ortasında, Galina Serebryakova, Çev. Nurşen Özkan, Evrensel Basım Yayın, 2015, 528 Sayfa.

 

DAHA FAZLA