Anlatılan bizim tarihimizdir!

Anlatılan bizim tarihimizdir!

Sınıf mücadelesinin bu kadar keskinleştiği bir tabloda sınıfın tarihini günümüze kadar ve herkesin okuyacağı içerikte yazmayı, ayrıca herkesin ulaşması için internet ortamında yayınlamayı gelecekte verilecek mücadeleler için bir katkı olarak görmek gerek. İşçi sınıfının mücadele tarihi, kendisini ne entelektüel alanda ne de “bilinmeyeni anlatma” alanında arıyor; bu kitabın diğerlerinden ayrıştığı en temel nokta belli bir amaca yönelik yazılmış olması: Sınıfın mücadelesine katkı koyma amacı!

B. Aydın Doruk

“İçinden geçtiğimiz süreç, işçi sınıfının gerçek manada hayatı yaratan sınıf olduğunu çıplak bir şekilde gösteriyor.” diye başlıyor giriş kısmına Volkan Yaraşır. Salgın döneminde yani sınıfın “kudretini” ve patronların “acımasızlığını” her işçinin sonuna kadar hissettiği dönemde sınıfın tarihini yazmaya koyulmuş Yaraşır. Kitaba sınıfın tarihi demek daha doğru geliyor. Çünkü “Tarih, sınıf mücadeleleri tarihidir.” cümlesini kendisine şiar edinen herkes, işçi sınıfının mücadele tarihi başlıklı bir kitapta işçi sınıfının, yani kendisinin tarihini de görür. Şu an devraldığımız sınıfsal karakter, kazanımlar, kin ve dayanışma... Hepsi bu mücadelelerin sonucudur. Bu yüzden (en uç anlamda)  bizim tarihimiz ilk işçinin “işe başladığı” tarih değil, ilk işçi barikatının kurulduğu tarihtir.

Kitap iki temel bölüme ayrılıyor. İlk bölüm, “sınıf”ın ortaya çıkışından itibaren uluslararası mücadelesini günümüze kadar anlatıyor. İkinci bölüm ise bu topraklara odaklanıyor. Bu topraklarda sınıfın ortaya çıkışı ve mücadelesi günümüze kadar işleniyor. Sınıfın şu ana kadar olan mücadele tarihinin ve önemli kesitlerinin tek bir kitap altında buluşmuş olması, mücadelenin sürekliliğini ve kararlılığını görmemiz açısından önemli. Burada bahsettiğimiz “tarih” detaylarda boğulmuyor ve didaktik. Yaraşır’ın da böyle bir niyeti olmadığını kitabı okuyunca net olarak anlıyoruz. 200 sayfayı biraz aşan kitapta yaklaşık 200 yıllık bir tarih anlatılıyor. Bu anlatı bize miras kalan ve etkisini hala sürdüren büyük mücadelelere odaklanıyor.

Ne zaman mücadele etmekten çekinen veya kendisini “apolitik” gibi belirsiz sıfatlarla tanımlayan insanlar ile tartışsak duyabileceğimiz en yaygın cümle “Böyle gelmiş, böyle gider.” olur. Karşımızdakine göre düzen hep bu şekilde işlemiştir ve insanlar hep bu şekilde sömürülmüştür. Gelecekte bunun zıddının, yani sömürüsüz bir dünyanın kurulacağı gibi bir emare gözükmemektedir. Bu tartışmada kendimizce karşı argümanlarımızı sunarız ve  tartışma sürer gider. Volkan Yaraşır da bir nevi bu tartışmaya cevap vererek başlamış kitabına.  “İnsanlık tarihinin gördüğü her üretim biçiminde işçi sınıfı yoktu.” Yani insanlar hep şu anki gibi sömürülmüyor, her toplum bizim toplumumuza benzemiyordu. Evet, başka üretim tarzlarında da sömürü şekil değiştirerek kendisini göstermişti. Fakat Yaraşır’ın cümlesi, “karşı” tarafın eleştirisinin temelini oluşturan “Böyle gelmiş böyle gider.” cümlesini koca bir yanılgı haline getiriyor. Dünya Sultan Süleyman’a kalmadığı gibi köle sahibine, feodal beye de kalmamış ve burjuvaziye de kalmayacak gibi duruyor.

Bu “cevaptan” sonra sınıfın ortaya çıkışına odaklanan yazar ilk mücadele örgütlerinden 48 Devrimleri’ne kadar uzanan bir süreç ile işçi sınıfının “doğduğu” koşulları anlatıyor. Sınıfın “kendisi” için sokağa çıktığı ilk eylemden burjuvazinin kanlı ihanetine kadar çok yönlü bir inceleme sağlayan ilk bölümün devamında işçi sınıfının yönetme ve örgütlenme deneyimlerini de inceliyor. Sınıfın mücadelesi bir açıdan da örgütlü mücadele anlamına geliyor. Çünkü ilk işçi derneklerinden Enternasyonal'e ve oradan Bolşevik Parti'ye kadar uzanan sınıfın örgütlü mücadelesinin gelişimi, mücadele tarihine yedirilmiş şekilde karşımıza çıkıyor. Her ayaklanma, her mücadele bir örgüt/örgüt modeli ile başlarken ileriye kesinlikle bir örgüt/örgüt modeli bırakıyor. Ludist Hareket ile Bolşevik Parti arasında süreç hem işçi sınıfının mücadele yöntemini hem de örgüt modelinin gelişimini anlatıyor. Aynı şekilde faşizm ile mücadele, sınıftan ayrı bir noktadan kurgulanmıyor.

İlk bölüme dair son değinilmesi gereken başlık ise “yönetme” deneyimi olacaktır. (Bölüm başlığı bahsedilen 3 noktanın da birleşimidir.) İşçi sınıfı özellikle bilimsel sosyalizmin “doğuşundan” sonraki süreçte sınıf savaşını “kızgınlık, tepki ve öç alma” gibi başlıklardan “yıkma, ele geçirme ve yönetme” başlığına taşıdı. Bu başlık değişimi aynı zamanda sınıf mücadelesinin içeriğini de değiştirecekti. Sınıf artık sadece tepkili hareket etmiyor aynı zamanda planlı adımlar da atıyordu. Bu planlar burjuvazinin elinden iktidarı almak, yönetmek üzerineydi. Yaraşır, bu konunun üzerinde Lyon Komünü, Paris Komünü ve Ekim Devrimi gibi başlıklarda özellikle dursa da kitabın tamamında iktidarını arayan sınıfı hissetmek mümkün. Kısacası, ilk bölümde Yaraşır bize sınıfın doğuşunu ve mücadele profilini çizerken aynı zamanda sınıfın örgütünün ve iktidar arayışının tarihinin profilini de çizmiş oluyor. Konuşulanın hayata geçirilmeye çalışıldığı ve her eylemin bir şeyler öğrettiği gerçeğini yani pratik ve teorinin birbirini beslediğini ve birbirlerinin ürünü olduklarını sınıfın mücadele tarihine yedirerek anlatıyor.

Kitabın ikinci bölümünün ise bu topraklarda sınıf mücadelesine eğildiğini söylemiştik.

İşçi sınıfının tarihi ve mücadelesi Osmanlı Dönemi’ne kadar gitmektedir. Bu döneme dair Yaraşır, ikinci bölümün başlarında “Yani Osmanlı-Türkiye işçi sınıfının doğuşu  19. yüzyılın ikinci çeyreği olarak kabul edilebilir. İşçi sınıfı, doğuşundan itibaren yaşama ve çalışma koşullarını iyileştirmek için mücadeleye başladı.” diye tanımlar. Yani Osmanlı’da doğan işçi sınıfı doğduğu andan itibaren dünyadaki diğer sınıf kardeşleriyle aynı kaderi, aynı sorunları paylaşıyordu. Hatta bulunduğu ülkenin siyasal krizi, geç doğmanın verdiği ekstra dezavantajlar da vardı.

İşçi sınıfı doğar doğmaz mücadeleye başlamıştı denildi, Osmanlı’da sınıf ve sınıfın mücadelesi başlangıçta “belli başlı” coğrafyalarda gözükse de zamanla bütün topraklara yayılacaktı. İlk zamanlar 1908 Burjuva Devrimi birçok açıdan sınıf mücadelesinde “geliştirici” rol oynadı ve gerek 1908’de gerekse Osmanlı’nın çöktüğü, işgal altında kaldığı dönemlerde küçüklü büyüklü grevler, eylemler kendisini gösterdi.

Yaraşır, sınıfın doğuşunu ve doğduğu koşulları inceledikten sonra I. Dünya Savaşı- Kurtuluş Savaşı- cumhuriyetin doğuşu dönemlerinde işçi sınıfının durumunu inceliyor. Bahsedilen üç dönem devrimciler tarafından incelendiğinde  bile yok gibi davranılan sınıfın aslında bu dönemlerde de hareketli olduğunu görüyoruz. Elbette örgütsüzlük, doğuşundan hemen sonra dünya savaşının çıkışı siyasal arenada işçi sınıfını “görünmez” kılsa da gerçek, biraz daha odaklanınca farklı görünüyor. İşgal döneminde bile mücadeleden vazgeçmeyen, Ekim Devrimi'nin de etkisiyle Kurtuluş Savaşı döneminde Anadolu'da büyük bir ilerleme kaydetme fırsatı yakalamış olan sınıf mücadelesi, sandığımızdan çok daha erken bir dönemde bu topraklardaki siyaseti etkiliyor. Elimizdeki kitap özellikle bu başlıklarda o dönemi tekrar okuma isteği uyandırıyor.

Bitirirken

İkinci bölüm, Cumhuriyet Dönemi sınıf mücadelesi ile devam ediyor. Fakat ben özellikle bu toprakların tarihi olması sebebiyle ve biraz da merak uyandırmak için bu kısmı okuyucuya bırakmayı tercih ediyorum.

Yazının son bölümünde yukarıda bahsedilen ve kitabın belki de en iyi özelliğinin altını çizmek istiyorum. İşçi sınıfının mücadele tarihi başlığında yazılan bu kitap kendisine belli bir tarih sınırı koymuyor. Böylece kitabın  ele aldığı tarih 19. yüzyılın ikinci yarısından düne kadar olan kısım oluyor. Bu durum nasıl Paris Komünü'nden Ekim Devrimi'ne kadar olan kısmı bütünlüklü görmemizi sağlıyorsa Lyon Komünü'nden Şili Direnişi’ne kadar olan kısmı da bütünlüklü ele almamızı sağlıyor.

 Bütün dünyada yıllardır var olan kriz, özellikle salgınla beraber eşik atladı. Kapitalizm kaçınılmaz olanı, dünyanın tamamının etkileneceği krizi yaşamak için gün sayıyor ve emek sermaye çelişkisi iyice ortaya çıkmış durumda. Her gün hayatlarını tehlikeye atıp işyerlerine gidenler, önlemsiz çalışanlar düşmanın kim olduğunu çok net biliyor. Bu sistemin işçilere nasıl baktığının, dünyayı yok etmek üzerine olduğunun farkındalar. Böyle bir koşulda ileride sınıf mücadelesinin keskinleşeceğini tahmin etmek için özel bir yeteneğe sahip olmaya gerek yok.

Sınıf mücadelesinin bu kadar keskinleştiği bir tabloda sınıfın tarihini günümüze kadar ve herkesin okuyacağı içerikte yazmayı, ayrıca herkesin ulaşması için internet ortamında yayınlamayı gelecekte verilecek mücadeleler için bir katkı olarak görmek gerek. İşçi sınıfının mücadele tarihi, kendisini ne entelektüel alanda ne de “bilinmeyeni anlatma” alanında arıyor; bu kitabın diğerlerinden ayrıştığı en temel nokta belli bir amaca yönelik yazılmış olması: Sınıfın mücadelesine katkı koyma amacı!

KÜNYE: İşçi Sınıfı Mücadele Tarihi: Kolektif Aksiyon, Volkan Yaraşır, Ekmek ve Onur, 2020, 201 Sayfa.

DAHA FAZLA