Ahmet Şık Van'daki işkenceyi belgeleriyle ortaya koydu: 'Faillerin yalanı, müdafilerin gerçeğine dönüşmüş'

Ahmet Şık Van'daki işkenceyi belgeleriyle ortaya koydu: 'Faillerin yalanı, müdafilerin gerçeğine dönüşmüş'

Bağımsız Milletvekili Ahmet Şık, Van’ın Çatak ilçesinde operasyona çıkan askerler tarafından işkenceye maruz kalan ve helikopterden atıldıkları iddia edilen yurttaşlara ilişkin kapsamlı bir rapor hazırladı. Şık’ın raporunda iddialara ilişkin çarpıcı belgeler yer alıyor.

İleri Haber

Van’ın Çatak ilçesinin Çığlıca köyüne bağlı Sürik (Yoğurtlu) mezrasında Servet Turgut ve Osman Şiban isimli yurttaşlar 11 Eylül 2020 tarihinde operasyona çıkan askerler tarafından gözaltına alınmış, gözaltında işkenceye maruz kalan ve helikopterden atıldıkları iddia edilen yurttaşlardan Servet Turgut 30 Eylül 2020’de hayatını kaybetmişti. Bağımsız İstanbul Milletvekili ve Gazeteci Ahmet Şık, konuya ilişkin kapsamlı bir rapor hazırladı. Ahmet Şık raporda, saha araştırmalarının yanı sıra olay ve iddialarla ilgili bilgi sahibi olan çok sayıda tanık ve avukatlarla görüşerek işkenceyi belgeleriyle ortaya koydu.

İşte Ahmet Şık’ın işkence raporunda öne çıkanlar:

TANIKLARIN ANLATIMLARI VE YAŞANANLAR

Raporda, Van İl Jandarma Komutanlığı'nda görevli Jandarma Komando, Jandarma Özel Harekat (JÖH); Polis Özel Harekat (PÖH) ve Güvenlik Korucu timlerince 8 Eylül 2020 tarihinde başlatılan ‘Yıldırım-10 Norduz’ adlı operasyonun ardından 11 Eylül 2020 tarihinde askerlerin Sürik mezrasına gelerek köylüleri açık bir alanda topladıkları belirtilirken, köylülerin şu ifadelerine yer verildi:

“Herkesi köyün açıklık alanında toplayıp diz çöktürdüler. Kimlik kontrolü yaparlarken bize, ‘Buraya teröristler geliyor mu?’ ‘Kimler gelip gidiyor?’, ‘Siz teröristlere yardım ediyor musunuz?’ diye sordular. ‘Öfkeliyiz. Acımız var. Yüzbaşımızı şehit verdik. Acısını sizden çıkartırız’ diyerek birkaç kişiyi tokatladılar. Kendilerine başsağlığı diledik, ‘Siz asker bizde vatandaşız ama yüzbaşı bizim de komutanımızdır. Sizin şehidiniz bizim de şehidimizdir. Buraya gelip giden olmaz. Biz de kendi işimizde gücümüzde insanlarız’ dedik. Ama hınçla davranıyorlardı.”

‘BENİ GERİ GÖNDERECEKLER, KORKMAYIN DEDİM’

Öte yandan askerler köye saat 16.00-17.00 sıralarında yeniden gelirken Osman Şiban, Ahmet Şık ile görüşmesi kapsamında yaşadıklarını şu şekilde anlattı:

“Ben zaten evin önünde, çoluk çocuğun yanındaydım. Çay içiyordum. Tam hatırlamıyorum ama akşamdı saat 4-5 gibi vardı. Baktım Servet Turgut’u getiriyorlar. İki kolunda iki asker, arkasında da silahını beline dayamış bir başka asker olduğu halde kalabalık bir grup asker geliyorlardı. Servet’in başına çuval gibi bir şey geçirmişlerdi.

İçimden, ‘Vallahi bunlar gelmiş ama çok tehlikeli askerlerdir. Acaba neden böyle yaptılar?’ diye geçirdim. Korkmuştum. Bana doğru geliyorlardı. 100-150 metre benden uzaktalarken, ‘Osman Şiban kim?’ diye bağırıyorlardı. Ben de çay içiyordum dışarda. Servet’i öyle görüp de benim adımı bağırınca bardağım elimden düştü. Elimi kaldırdım ‘Osman Şiban benim’ dedim. ‘Gel lan buraya!’ dediler. Ayağa kalktım o sırada yanıma gelmişlerdi. Servet’in kafasındaki çuval benzeri şeyi de çıkarmışlardı. ‘Servet Turgut, Osman Şiban bu mu?’ diye sordular. ‘Evet budur’ dedi. ‘Osman Şiban bu mu, doğruyu söyle’ diye bağırıyorlardı. Tam 3 sefer sordular üçünde de öyle söyledi.

Sonra benden kimlik istedi verdim. Kimliğe baktı Servet Turgut’u göstererek bana ‘Sen bu adamı tanıyor musun?’ diye sordu. ‘Tanıyorum, Servet Turgut’tur. Zaten benim yeğenimdir nasıl tanımam’ dedim. ‘Bizimle gel’ dediler ve 4-5 asker beni yakalayıp kollarıma girdiler. Ben çoluk çocuğa ‘Korkmayın. Beni geri gönderecekler, ben geleceğim’ dedim. Bizi sardıktan sonra alıp otun (samanların) olduğu yere götürdüler.”

‘ASKERLER SERVET'E OSMAN'I BANA GÖSTER DEMİŞ’

Şiban, askerlerin neden adını sorarak kendisini gözaltına aldıklarına dair soruya ise şu yanıtı verdi:

“Çatışmaların yaşandığı yerlerin yakınında koçerler vardı. Koçerlere sormuşlar ‘Siz nereden geldiniz, kim sizi getirmiş buraya?’ diye. Koçer de ‘Bu yaylayı Osman bana verdi’ demiş. Adımı oradan öğrenmişler.

Ben köy sahibiyim, ev sahibiyim. Buralar dedemin yeridir. Ben öyle saygısız da gitmem oraya. Tapuları da hepsi bizim cebimizde. Koçerler, ‘Ben bu yaylayı Osman’dan kiraladım, parasını da Osman’a verdim. İzinsiz buraya gelmedim, yayla Osman’ındır’ diyorlar. Koçerler öyle diyor askere. Benim ismimi veriyor orda. Asker de ‘Osman nerede?’, deyince bizim köyü söylüyorlar.

Asker iki parça oluyor. Biri, bir dere var, derin bir dere, o dereden geçiyor, biri de ta bizim köye geliyor. Bizim köyün yukarda o tepeye geliyor Servet’i görüyor. Servet saman doldurmuş çuval dikiyor, elinde sujin var, biz sujin diyoruz, çuvaldız. Ağzını dikiyor. Onun yanına geliyor ne yapıyor ne ediyor bilmiyorum, dövüyor ne yapıyor, ondan sonra diyor ki ‘Gel Osman’ı bana göster’. Servet’i alıyor köye getiriyor.”

SERVET TURGUT VE OSMAN ŞİBAN’A DARP

Rapora göre yaşananlara şahit olan diğer köy sakinlerinden birkaçı akrabalarını takip etmeye başlarken askerlerin kendilerini tehdit etmelerinin ardından köyün hemen çıkışında bulunan tepelik alana çıkarak olan biteni izlediklerini ifade etti. Askerlerin tahliye için helikopter çağırmak amacıyla bir işaret fişeği ateşleyerek beklemeye başladıklarını belirten köylüler bu sırada Turgut ve Şiban’ın darp edildiklerini söyledi.

Osman Şiban’ın kardeşi Cengiz Şiban yaşananlara ilişkin şunları söyledi:

“Osman’ın evinin arkasına, kalıntıların olduğu yere helikopter indi. Köyün çevresine, ilerlerine, her tarafına asker gelmişti. Bize, ‘Buralardan kimler geliyor geçiyor? ‘Bu köyde kaç kişi var?’ dediler. İki, üç aileyiz. Her sene mayıs ayında gelip eylül, ekimde gidiyoruz dedik. ‘Başka insanlar geçiyor mu?’ diye sordular. ‘Bilmeyiz. Burada her tarafta yörükler, koçerler var, mandıracı her taraf. İlkbaharda geliyor onlar. Martta mayısta çıkıyorlar, sonbahara kadar orda kalıp dönüş yapıyorlar’ dedim. Bazılarımıza vurdular bu sırada. Ondan sonra çekip gittiler.

Akşam 5 gibiydi. Askerler Servet’i alıp getiriyorlardı. Biri bir kolundan, biri diğer kolundan tutmuştu. Bir de arkalarındaki asker silahının namlusunu dayamıştı sırtına. Servet’in kafasında beyaz bir şey vardı, onu çıkarttılar köy meydanında. Dedi ki ‘Osman kim?’. Bu da (ağabeyini gösteriyor) çay içiyordu. Osman elini kaldırdı ‘Benim’ dedi’ Servet’i de getirdiler yanına. Servet’e ‘Bu Osman mı?’, Osman’a da ‘Bu Servet mi?’ diye sordular birkaç kez. Osman, ‘Evet, yeğenimdir’ dedi. Sonra kimliğine bakıp yaka paça aldılar. Yani itekleyerek götürdüler. Bir insanı nasıl bir kuş alıp yakalayıp götürüyor öyle, teklemeyerek götürdüler.

Onlar 200 metre geçti bizi. Ben de arkalarından gittim. ‘Gelin bunlar hırslı, hırs var bu askerlerde’ dedim. Köy çıkışındaki tepelik alanın orada askerler ‘Gelmeyin arkamızdan’ dedi. Dört kişiydik, Osman abimin eşi, ben ve iki çocukları. Biz o tepeye vardığımızda onlar samanların oraya vardı. 

Biz o tepeden izliyoruz. Oradan bir tane ateş yaktı, işaret verdi. 10 dakika sürmedi helikopter indi onların etrafına. Asker böyle, bir çembere almışlardı Servet ve Osman’ı. 15-20 asker vardı. Bir grup asker bindi, Servet ve Osman’ı attılar içine, dışarda çok asker kaldı. Bunları aldılar sonra helikopter havalandı. Sonra zaten akşam karanlığı oldu biz de net göremedik. Zaten helikopter de gelmedi.

Askerler de orada kaldı. O tepelerde, ileride karşı tarafta, dağda asker vardı. Üçüncü gün operasyon kalktı. Ayın 14’ü olmuştu. Ben bir ata bindim, ulaşım yerine gitmek için. 2-3 saat sürüyor ulaşım yeri orada telefon çekiyor.

Oradan biraderlerle konuştuğumda bana ‘İkisi de Van Eğitim Araştırma Hastanesi’nin yoğun bakımında’ dediler. O anda bir şok yaşadım. ‘Nasıl olur, sağlam götürdüler. İkisini de bizim yanımızdan aldılar’ dedim. Oradan Van’a gidecektim ama aile kuşkulanıp üzülür diye vazgeçtim ve hep beraber gitmek için köye döndüm. Araba ayarlamıştık gece yarısı geldi. Biz de toparlanıp Van’a hastaneye gittik. Orada bizi görüştürmüyorlardı. Sivil askerler, polisler vardı. Akrabalarımız gelmişti.”

‘BU İHTİYARI DÖVMEYİN, ÖLECEK’

Osman Şiban gözaltı sonrası uçuş sırasında helikopterin içinde yaşadıklarını şu sözlerle anlattı:

“Bizi otun oraya götürdüler. Sonra baktım bir helikopter geldi oraya indi. Bizi döverek helikoptere bindirdiler. Birkaç asker de bizimle bindi ama çoğu aşağıda otun orada kaldı. Helikopterde, tam hatırlamıyorum ama 20 kadar asker vardı.

Ne köyden alırken ne de helikopterin içinde bizi suçlayan hiçbir şey söylemediler. Ben öyle bakıyordum askere benim yüzüme yumruğu yapıştırdı. ‘Bakmak yasak, konuşmak yasak, sağa sola bakmak yasak’ diyerek bana vuruyordu. Yüzüme vuruyordu hep. Servet’e de vuruyorlardı. Helikopterin içinde kaç tane yumruk ağzıma vurdular.

Helikopterin içinde iki tane cenaze vardı, örgüt mensuplarıymış. Böyle poşet gibi bir çuvalın (ceset torbası) içine torbalamışlardı. Birini açıp başını çıkarttılar, yüzünü gösterdiler ölenin. Bana ‘Sen bunu tanıyorsun’ dediler. Ben tanımıyorum, ne bileyim kimdir dedim. Beni yine dövmeye başladılar. Hatta öyle dövdü ki, başımı o poşetin üstüne düşürdü.

Telsizden mi ne konuşmalar yapıyorlardı. Birbirleriyle konuşuyorlardı. ‘Van’ın kışlasına getirin’ gibi şeyler söylediklerini duydum. Kışla mı diyordu, öyle bir şey. Telsizin sesi vardı ‘Kışlaya getirin’ diye. Helikopterin içinde Servet’le konuşma monuşma hiçbir şey yok. Olmadı. Servet’e de bir kez yumruk attıklarını görebildim. Sonra başımız eğik göremedim ama helikopter içinde bizi çok dövdüler. Bir askerin, komutan mı bilmiyorum Servet’i kastederek ‘Bu ihtiyarı dövmeyin, bu ihtiyar ölecek’ dediğini duydum.

‘HELİKOPTERİN KAPISINDAN AŞAĞIYA İTİLDİK’

Helikopter indi. İçindeki askerlerin de hepsi inmiş. Ben de böyle sağa sola baktım. Bizi daha indirmemişlerdi. Helikopterin içinden görünüyor. Baktım dışarıya çok asker var. Belki 100-150 tane asker var. Kuşatmış asker, hazır durumda bekliyordu. Silahı da var üstlerinde. Birisi, ‘O teröristleri indirin aşağıya’ dedi. Baktım, iki asker yukarı geldi.

Önce cenazeleri attılar. Sonra bizi de attılar. Helikopterin kapısının ağzından arkamızdan aşağıya itildik. Servet’le betonun üzerine düştük. Servet’i de attılar, o da benim yanımda. Attılar. Hani yere attılar, biz de yere düştük. Biz öylece yerdeydik.

Birini duydum, dedi ki ‘Ya bu terörist sağdır’, öyle duydum. Sonra o gördüğüm 100-150 asker üzerimize çullandılar. Tekmeler, yumruklar… Vallahi bizi yere sürdüler. Her birimizin başında 10 kişi, 20 kişi. 10 kişi bir kişinin üstüne geçiyordu, hepsi bize yetişip dövüyordu bizi. Bize ne yaptılar bilmiyorum. Bana ne yaptılar bilmiyorum. Yere attılar, oradan sonra başıma geçtiler. Ezdiler başımdan. Helikopterin içinde de orada da dövdüler bizi.

Dayak atarlarken ‘Teröristler’ diyorlardı bize. Biz köylüyüzdür, vatandaşız. Bize de terörist diyorlar. Artık ne kadar geçti bilmiyorum. Yerdeyken başımın üstünden geçti ne yaptılar ne ettiler ben hatırlamıyorum. Orada ben bayılmışım. Nasıl hastaneye getirdi hiç hatırlamıyorum.

Gözümü açtım baktım yanımda biri var, avukat. Ben çok korkuyordum. Ağlamaya başladım. Polisler de vardı çok. ‘Beni askere teslim etme, beni öldürecekler’ dedim. Dedi ki bana ‘Korkma. Ben buradayım. Akrabaların burada. Seni dövemezler artık’. Ben öyle hatırlıyorum başka hiçbir şey yok. Bana bunları yaptılar.”

‘EVET DERSEM BAŞKA ŞEYLER ÇIKACAK’

Raporda öte yandan Osman Şiban’ın hastanede kendine geldiği sırada yanında halasının kızı ve aynı zamanda avukatı Jinda Koçak olduğu belirtildi. Avukat Koçak’ın hastanede anlattıkları ise şu şekilde:

“Osman ŞİBAN benim dayımın oğlu olur. Kendisine dayı derim zaten. Beni gördüğü anda ağlamaya başladı. ‘Beni tanıdın mı?’ dedim. ‘Evet’ dedi. Sürekli ağlıyor, hafızası gidip geliyordu. Ağlayarak, ‘3 aydır buradayım, neden beni sahipsiz bıraktınız? Neden bana sahip çıkmadınız?’ dedi. ‘Korkma. Hepimiz buradayız, sahipsiz değilsin. 20 Akrabaların dışarıda, avukatların burada. Sahipsiz değilsin. Sana bir şey yapamazlar’ dedim. Çocuk gibi ağlıyordu.

‘Dayı sana ne oldu?’ diye sordum. ‘Başıma gelmeyen kalmadı. Beni aldılar. Onlarca, onlarca jandarma, asker bana vurdular. Dövdüler. Çok vurdular, çok vurdular, çok vurdular...’ dedi. Sürekli ‘Çok vurdular’ diye tekrarlıyordu. Kendisine, ‘Dayı sizi helikopterden mi attılar?’ diye sordum. Yine ağlamaya başladı, ‘Ben evet dersem daha başka şeyler çıkacak. Yine kötü şeyleri yaşatacaklar’ diyordu.

Hastane odasının içinde, etrafımızda çok sayıda polis vardı. Dayım onlardan da korkmuştu. ‘Beni buradan kurtar. Beni bunların elinden al götür’ diyordu. İkimiz de ağlıyorduk. Polislerden çıkmalarını istedim. ‘Çıkın da en azından gözyaşımızı rahat dökelim’ dedim. Çıkmadılar. Herhangi bir gözaltı kararı olmadığı için odada bulunamayacaklarını söyledim. Emir aldıklarını çıkmayacaklarını söylediler. Tartışma sonunda amirleri savcıyı aradı ve talimat aldı ondan sonra çıktılar odadan.

Polisler çıkınca da dayım ağlayarak aynı şeyleri anlattı. Sürekli ‘Bizi dövdüler. Çok dövdüler. Onlarca jandarma hepsi bizi dövdü’ diyordu. Ağlayarak ailesini, çocuklarını görmek istediğini söyledi. Eşi Medine ŞİBAN’ı da polislerle tartışıp, savcı izniyle odaya alabildik. Sürekli ağlıyordu ben de başka bir şey soramadım.”

‘TÜM VÜCUDU MORLUK İÇİNDEYDİ’

Ahmet Şık’ın raporunda 20 gün komada kalmasının ardından hayatını kaybeden Servet Turgut’un tüm vücudunun ezildiği, çok sayıda morluk olduğu, el parmakları kırılmış halde ve öndeki dişlerinin olmadığı belirtilirken, cenazeyi gören bir tanığın, “Sanki üzerine bir kamyon hafriyat dökülmüş gibi ezilmişti” dediği belirtildi.

Adli Tıp Kurumu’nda bulunan tanıkların anlatımlarına göre yaşananlar şu şekilde:

1. Tanık: “Bizim içeriye girmemize izin vermemişlerdi. O sırada savcı içeriden çıkıyordu. İçimizde hocalık yapmış olan vardı, savcıya ‘Cenazemizi o yıkasın dedik ama izin vermediler. Adli Tıp’ın karşısında ufak bir gölgelik alanda savcı bey ile biraz konuştuk, sigara içiyorduk. Savcı orada bekleyenleri gösterip, ‘Bu Kolordu Komutanı’dır, Tuğgeneraldir’ dedi. İki tane albay varmış ama hep sivil elbiseler giymişlerdi.”

2. Tanık: “Otopsi sırasında görevi gereği soruşturmayı yürüten Savcı İsmail Köker vardı. Türkiye İnsan Hakları Vakfı’ndan bir bağımsız hekim ve bir de avukat otopsiye nezaret etti. İlginç olan otopsi yapıldığı sırada, o 3-4 saat boyunca Adli Tıp Kurumu’nun önünde sivil kıyafetli olarak Van Asayiş Kolordu Komutanı Tümgeneral Hüseyin Kurtoğlu ve Van İl Jandarma Komutanı Tuğgeneral Yüksel Yiğit’in de bulunmasıydı. Gördüğüm kadarıyla bir de binbaşı rütbeli asker vardı.”

HELİKOPTERDEN ATILMA İDDİALARI

Ahmet Şık’ın raporunda Osman Şiban ve Servet Turgut’un operasyona çıkan askerler tarafından gözaltında işkenceye maruz bırakılması olayını kamuoyuna ilk duyuran Mezopotomya Ajansı (MA) çalışanları Cemil Uğur, Nazan Sala ve MA Haber Müdürü Adnan Bilen ile Jin News muhabiri Şehriban İba’nın 6 Ekim 2020’de gözaltına alındıktan sonra 9 Ekim 2020’de eski soruşturmalar devreye sokularak tutuklanmalarına ve haberin yayılmasının ardından 13 Eylül 2020 günü HDP Van Milletvekili Murat Sarısaç’ın Twitter hesabından Şiban ve Turgut’un helikopterden atıldıklarını söylemesine de yer verildi.

Öte yandan raporda Özel Lokman Hekim Hastanesi ile Van Eğitim ve araştırma Hastanesi’nde düzenlenen epikriz raporlarda da ‘darp’ ve ‘yüksekten düşme’ bulgularına rastlanıldığı belirtildi.

VAN VALİLİĞİ’NİN AÇIKLAMASI

Osman Şiban ve Servet Turgut’un helikopterden atılmaları iddialarının ardından Van Valiliği tarafından yapılan açıklamada “Şahsın dur ihtarına uymayarak kaçmaya çalıştığı esnada kayalık alanda düştüğü ve yaralandığı gözlemlenmiş, mukavemet göstermesine rağmen yakalanıp usulüne uygun olarak muhafaza altına alınmıştır” denilmişti.

Aynı açıklamada Osman Şiban’ın a örgüt mensuplarına ‘yardım/yataklık ettiği’ iddia edilirken şu ifadeler kullanılmıştı:

“Şahıs aynı bölgede mukavemet göstermesine rağmen usulüne uygun olarak muhafaza altına alınmıştır. Gözaltı işlemlerinin yapılması maksadıyla (2) şüpheli şahıs ve etkisiz hale getirilen (1) BTÖ mensubu operasyon bölgesinden helikopterle alınarak, 11 Eylül 2020 günü saat 19.00 sularında Van İl J.K.lığına getirilmiştir. Şüpheli şahıslar hazırda bekleyen ambulanslar ile öncelikle en yakın özel hastaneye, müteakiben Van Bölge Araştırma Hastanesine sevk edilmiştir.”

SOYLU’DAN ‘HELİKOPTER İNMEDEN KAPI AÇILMAZ İDDİASI’

Van Valiliğinin açıklamasının ardından TGRT Haber televizyon kanalında bir programa katılan İçişleri Bakanı Süleyman Soylu da helikopter kapılarının yere bir adım mesafe kalmadan açılmayacağını belirterek, helikopterden atılma iddialarını yalanlamıştı. Soylu şu iddialarda bulunmuştu:

“Çatışma devam ediyor. Birisini daha görüyorlar. Suya bir şey attığını görüyorlar. Onu da kovalamaya başlıyorlar. O arada, yani bu kovalamaca sürüyor, silahı olmayınca öldürmüyorlar ve bu kovalamacanın esnasında orada, bahsettiklerine göre kayalıklardan düşüyor ve yaralanıyor… Bu arada İHA’yla da takip ediliyorlar daha önce. Çünkü bunlar, teröristler evden çıkıp buraya geldiler. Bir evde çıkıp takip edildi bunlar. Bu evle de bunların irtibatları ortaya çıkıyor. Sonra alıyor götürüyor helikoptere koyuyorlar, helikopter iniyor. Helikopter herkesle beraber iniyor. Netice itibariyle yani atılma diyorsunuz da helikopter aşağı iniyor. Bilmiyorum siz helikopterle hiç gezdiniz mi? Benim işim helikopterle. İşim bu yani. Helikopter inmeden kapısı açılmaz. Helikopter iner, kapı açılır. Kapı açılıyor ve oradan bir adım mesafesidir zaten”

SOYLU’NUN İDDİALARINA AA’LI CEVAP…

Soylu’nun ‘helikopter inmeden kapı açılmaz’ iddialarına devletin resmi haber ajansı olan Anadolu Ajansı’ndan (AA) servis edilen bazı haberlerle cevap veren Ahmet Şık, raporunda şu ifadeleri kullandı:

“17 Mayıs 2020 tarihinde servis edilen haberde, Tunceli kırsal alanında operasyondan dönen askerlerin tahliyesinde kullanılan askeri helikopterin yüksek irtifada kapıları açık biçimde hareket edebildiğini gösteriyor.

16 Temmuz 2020 tarihli, 7 askerin şehit olmasıyla sonuçlanan, Van’da keşif uçağının düşmesiyle ilgili haberde kullanılan videoda da18 bir askeri helikopterin kapısı açık biçimde uçtuğu ve açık kapı tarafındaki helikopter ayağında bir askerin dışarıdan ayakta durduğu görünüyor.

Bununla beraber, Van il merkezinde olayla ilgili bilgisi ve tanıklığı olan kişilerle yapılan görüşmelerde Servet Turgut ve Osman Şiban’ın helikopterden atıldıkları iddialarının kaynağının bizzat askerler olduğu anlaşılmıştır. Köylülerin ifadelerine göre 16.00-17.00 saatleri arasında gözaltına alınıp bindirildikleri helikopterle Van İl Jandarma Komutanlığı’na getirilen Servet Turgut ve Osman Şiban tüm bu süreç sırasında kaba dayak işkencesine maruz kalmışlardır.”

‘FAİLLERİN YALANI MÜDAFİLERİN GERÇEĞİNE DÖNÜŞMÜŞ’

Ahmet Şık raporunun sonuç kısmında Servet Turgut ve Osman Şiban’ın gözaltına alınmalarının ardından maruz kaldıkları işkence ve ‘Helikopterden atılma’ iddialarının yanıtlandırılması gerektiği belirtilirken, “Faillerin yalanı, müdafilerin gerçeğine dönüşmüş, olayın aslını oluşturan kitlesel bir dayak ve linç işkencesi gölgede kalmış demek yanlış olmayacaktır” ifadelerini kullandı.

Şık’ın raporunun sonuç bölümü şu şekilde:

“Tutuklanan gazetecilerin kamuoyuna “Helikopterden atılma” olarak yansıyan ve iktidar nezdinde rahatsızlık yaratan işkence vakasıyla ilgili haberleri yapan kişiler olduğu düşünüldüğünde eski bir soruşturma devreye sokularak tutuklanmaları izaha muhtaçtır.

Olaya ilişkin kamuoyu kanaatini şekillendiren, muhalefetin, hak savunucuları ve medyanın da sahiplendiği “helikopterden atıldılar” bulgusu, aslında faillerin suçlarını gizleme telaşıyla ortaya attıkları “resmi yalanın” biçim değiştirmesinden ibaret görünmektedir.

“Helikopterden atladılar” şeklindeki beyan, kayıtlara “yüksekten düşme” ve bu dolayımla “helikopterden düşme” şeklinde girmiştir. Bir yurttaşın ölümüne bir diğerinin de ağır şekilde yaralanması suçunun failleri olan askerler nezdinde “helikopterden atlamış” olan köylülerin yaşadığı işkence/linç, aileler ve peşi sıra Türkiye kamuoyu nezdinde “helikopterden atıldılar” şeklinde yerleşmiş görünmektedir.

Yani faillerin yalanı, müdafilerin gerçeğine dönüşmüş, olayın aslını oluşturan kitlesel bir dayak ve linç işkencesi gölgede kalmış demek yanlış olmayacaktır. İşkenceden sağ kurtulabilen Osman ŞİBAN’ın, yere inen helikopterden askerler tarafından arkalarından itilerek beton zemine düşürülmelerini, yaşadığı ağır travmaya da bağlı olarak “Atıldık” diye ifade etmesinin de bu iddianın yaygınlaşmasında rol oynadığını söylemek mümkündür. ŞİBAN’ın anlattıklarına bakıldığında helikopterden atılma olayının, işkence ve kitlesel dayak ile geçen birçok saatin sadece bir detayı olduğu, TURGUT’u öldüren ve ŞİBAN’ı ağır yaralayan olayın esasen ağır işkence ve kitlesel dayak olduğu anlaşılmaktadır.”