Ahmet Şık gazeteciliğin ilkelerini hatırlattı: T24'ün borçlu olduğu özür

Ahmet Şık gazeteciliğin ilkelerini hatırlattı: T24'ün borçlu olduğu özür

TİP Milletvekili ve Gazeteci Ahmet Şık, T24’te hakkında yayınlanan bir köşe yazısına ilişkin bir cevap metni paylaştı.

İleri Haber

Sezgin Baran Korkmaz, Süleyman Soylu ve Veyis Ateş ile ilgili iddiaları araştıran Ahmet Şık, söz konusu isimlerle kurduğu iletişim hakkında T24’te yer alan bir yazıya cevap verdi.

“T24’ün borçlu olduğu özür” başlıklı yazısında Şık, gazetecilik faaliyetinin kötü niyetli ifadelerle itibarsızlaştırılmaya çalışıldığını belirterek şunları söyledi:

Adı eleştiri konulan ancak başlıkla tezat bir şekilde içinde eleştiri barındırmayan kötü niyetli bir yazı T24 sitesinde yayınlandığından beri “Bir şey yazmalı mıyım?” diye düşünüyorum.

Kesinlikle bir yanıt vermeyi hak etmiyor.

Çünkü bir dedikodu kazanında kaynatıldıktan sonra kanaatlerin hüküm yerine koyulduğu, çeşitli imalar ve asılsız ithamlardan sonra üzerine bir de özeleştiri talep etme utanmazlığı gösterilen bir yazıya yanıt verilmez.

Ancak T24 editörlerinden beklediğim bir özür talebinden yola çıkarak bu yazıyı kaleme alıyorum.

Ki bu kaleme kaynaklık eden yazı, bana yönelik suçlamaların merkezine oturtulan teyit alma mekanizmasının ne kadar önemli olduğu gerçeğini de bir kez daha kendini kanıtlamış oldu böylece.

İmalarla yüklü, asılsız ithamlar içeren yazısı çöpe gideceği için yazarının bunu neden yapmadığı doğru değil ama kötülük yapmayı kafasına koymuş biri için anlaşılır.

Ancak bir telefon araması uzağındaki muhatabına soru sormaktan kaçarak kaleme alınan iddia, itham ve imalarla dolu bir yazıyı bu haliyle neden yayınlandığına dair t24 editörlerinin bir açıklama yapması, özür dilemesi gerekiyor.

MUHATABA SORU SORMAK NE ZAMANDIR İCAZET ALMAK OLDU?
Bir mafya iktidarının suçlarını, halka ihanetini, siyasetin karanlık elitlerinin kurduğu çete düzeninde yargı, bürokrasi ve medyanın rolünü tartışmayı tali hale getiren yazı, o dönem için bir sis bombası işlevi görerek gerçek suçluları da görünmez kıldı.

Doğru olanın gerçek olanların tartışılması olduğundan hareketle bu açıklama yapılıyor.

Yazdığım yazının Süleyman Soylu'dan onaylatmak istediğimi ve hatta icazet almaya çalıştığımı söyleyenlerin tümüne vereceğim özet ve kısa yanıt ortak: Haddinizi bilin.

İktidar içi odakların güç savaşıyla ilgili siyasi bir meselede, tarafların tümüyle görüşülmeye çalışılarak elde edilmiş bilgilerin manipüle edilmesini ortadan kaldırmak için muhatabına soru sormanın adı ne zamandır icazet almak oldu?

Hakaret edenlerin birçoğunun okumadığı o yazıda kritik 4 soru Soylu’ya yöneltildi.

İstifasıyla ilgili olayın Pelikan Çetesinin bir komplosu olup olmadığı.

Bu komploda TRT’nin araç olarak kullanılıp kullanılmadığı.

İstifanın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından istenip istenmediği.

İstifayı Devlet Bahçeli’nin engelleyip engellemediği.

Soylu tıpkı gazetecilik yaptığım dönemde olduğu gibi bana yanıt vermekten kaçındı. Bunun üzerine yakınlığını bildiğim Veyis Ateş üzerinden yazının bu kısımlarını içeren bölümü Soylu’ya gönderildi. Yazılanın doğru olduğu teyit edildi.

İmalarınızın ve iddialarınızın sağlamasını yapabileceğiniz, şu yazı çıktı ortaya: https://www.birartibir.org/siyaset/673-al-takke-yok-kulah

Duymak istediklerini söyleyen, okumak istediklerini yazanların peşinden gidenlere değil de anlamak isteyenler için yazılan bu yazıdan Soylu gibi bir faşistten icazet aldığım manasını çıkaranlar için diyecek sözüm yok ama bunu ifade etmekten ar ederim.
İcazet almak gibi bir saçmalığa meşruiyet kazandırmak için de, kimlerin bu iddiayı gerçek kabul ederek saldıracağının hesabıyla birkaç yerde, “HDP'den seçilip TİP'e geçmiş olduğumun” vurgulanmasına özen gösterilmiş olduğunu da belirtmeden geçmeyeyim.
Yazının teyit mekanizmasının işletilmesinde Veyis Ateş’i aracı kullanmamla ilgili öfke çok anlaşılır. Bir tanışıklığın böyle bir iş için kullanılmasının yarattığı şaşkınlıktan ziyade Veyis Ateş’i 10 yıldır tanıdığım ve gelmiş olduğu nokta nedeniyle üzüldüğümü belirtmiş olmam belli ki daha çok öfke biriktirmiş.

Ateş’in iktidarın aparatı olan TVNet isimli kanalda yaptığı bir programa davet etmesiyle başlayan ve yüz yüze ilk ve tek görüşmemiz olan tanışıklık bu süre zarfında toplamı 20’yi bulmayan bir telefon trafiğinden ibaret. 10 yıl önceki tanışmamızda karşıma çıkan, iktidar medyasında çalışıyor olmasına rağmen düzgün durmaya çalışan bir olan Veyis Ateş’in, kişisel menfaatlerini önceleyen bir pozisyon alması nedeniyle zaman içerisinde kirlilerin safında olmayı tercih etmesidir benim için üzücü olan.

Bu tercih nedeniyledir ki ilişkinizin sınırı bellidir, tanışıklıktan öte gitmez ve bu sınırın aşılması mümkün değildir. Tam da bu nedenle, “Veyis denen tiplerle bir ilişki içinde olmayı, tanış olmanın bile bana yakışmayacağını düşünen” politik ve ahlaki doğruculukla hareket edenlerin kendilerine ve çevresine dönüp bakmaları da elzem.

‘SORACAKLARIM VARDI, SORDUM’

Ve en çok dert edilenlerden biri olan ve bir süredir ortalıkta dolaşan “maaşa bağlanan gazeteciler” iddialarına imalar yoluyla gönderme yapılarak anlatılmaya çalışılan Sezgin Baran Korkmaz’ın yalısına gitmem. Nasıl ve neden gittiğimi Medyascope’ta Ruşen Çakır’la yaptığımız yayında anlattım. Eleştiriyi yazanın kullanışlı hale getirmek gayesiyle sadece duymak istediklerini dinlediğini söylediği yayının linkini ilgilisi için şuraya bırakayım: https://medyascope.tv/2021/06/21/tum-yonleriyle-sezgin-baran-korkmaz-olayi-ahmet-sik-anlatiyor/

Yayında diyorum ki, “Bir gün beni aradı ve tanışmak istediğini söyledi. Ben de kendisini tanımak istediğimi söyledim. Çünkü birdenbire hayatımıza giren ama kendi hayatında birçok karanlık yan barındıran bir kişiye soracaklarım var.”

Adres verdi gittim.

Verilen adreste karşıma o meşhur yalı çıktı. Kuşkulara yol açacak imalarla söylenen, “Evine gitmiş” denilerek bahsedilen aynı zamanda Korkmaz’ın ofis olarak kullandığı yalı yani. Sizin ev dediğiniz yalıda ben bekleme salonundan, makam odasına, şoföründen sekreterine kadar çalışanlarına muhatap olduğum bir ofisle karşılaştım. Bir süredir hakkında araştırma yaptığım, o zamanlar arası bozuk olsa da Bora Jet’e çöküldüğü dönemde Pelikan Çetesiyle iş tutmuş, ABD’deki bir dolandırıcılık davasında o dönemde sanık olmadan adı geçen birine soracaklarım vardı. Sordum. Sadece gazetecilik faaliyetiyle sınır kalan bir görüşme gerçekleşti. O kadar. Sorularımı sormamı sağlayan o görüşmeyi yüz yüze yapabildiğim ve daha sonra telefonla devam eden iletişimde de sormaya devam ettiğim içindir ki kamuoyunun Sedat Peker’in ifşalarıyla öğrendiğini 6 ay önceden söylediğim şu yazıyı yazabildim: https://t24.com.tr/yazarlar/ahmet-sik/a-dan-z-ye-sezgin-baran-korkmaz-olayi,29414

‘HER TÜRLÜ KÖTÜLÜĞÜ ERDEM KILIĞINA SOKMAK...’

Sosyal medya denilen mecrayı hedef aldıklarını karalamaya dönük bir pislik kuyusundan ibaret görerek orada bulunanların karalamalarının hikâyesi bundan ibaret.
Bir dedikodu kazanında kaynatıldıktan sonra ortaya çıkan ve kötülüğün ateşine odun taşımak gayesindeki “eleştiri” yazısını alkışlayanlar, haklı bulanlar iddialarının, saldırılarının kılıfı yaptığı hakaretlerini hak edip etmediğimin sağlamasını hem Soylu hem de Korkmaz’la ilgili yayınlanan yazılardan yapabilirler. Ama bunu sadece dürüstlük terazisinde tartılmayı isteyenlerin yapacağından da zerre kuşkum yok.

Diğerleri de kendilerine şu soruların yanıtını versinler:

Hem Soylu hem de Korkmaz ve İnan Kıraç adının geçtiği yazılarda yer alan kişilerin giriştikleri savaşta ya da mücadelede taraflardan birine angaje olarak kendilerine avantajlı bir pozisyon elde etmelerini sağlayacak bir yol mu açmışım?

Bu görüşmeler ve ortaya çıkan yazılarla kamu kişisel menfaat temininde mi bulunmuşum?

Milletvekili olduğuma atıfla yapılan eleştirilerden hareketle kendime bir siyasi nüfuz ve çıkar mı sağlamışım?

Her türlü kötülüğü erdem kılığına sokarak yapmakta pek bir mahir olanlardan çokça var camiada. Bu yazıya konu olan örnekte de görüldüğü gibi kimileri için bir pislik çukuru işlevi gören sosyal medyanın hayatımızda bu kadar yer kaplamasından sonra erdem kılığına sokulmuş kötülükleri, yapmak isteyenler destekçi kitlesi bulmakta da zorlanmıyorlar. Onlardan birinin, cehaletlerini hamasetleriyle besleyen destekçileriyle giriştikleri itibarsızlaştırmaları çabalarına dair “eleştiri” dönemin ruhunun, o kötülüğün medyaya sirayet eden kısmının kısa bir özeti adeta.

‘O YAZI TÜRKİYE’DEKİ MEDYA DÜZENİNİ GAYET İYİ ANLATIYOR’

Gazetecilik yapmayanlar gazeteciliğin yeri geldiğinde pisliğin merkezine gitmeyi gerektirdiğini bilmeyebilirler. Bu yer halkını ezen kralların sofrası da olabilir, eli silahlı adamların karargâhı ya da mağarası da. Gazeteci kamu adına oralara girmekle yükümlü kişiye denir. Önemli olan gazetecinin o yerde ne için bulunduğunu hiçbir zaman unutmaması ve bunu gazetecilik faaliyetine aktarmasıdır.

T24’de yer verilen yazı yayınlanmadan önce doğru gazetecilik adına editoryal süzgeçten geçirilerek bana görüşüm sorulsaydı, kendilerine bu kadim gerçeği anımsatırdım. Veyis Ateş, Süleyman Soylu ve SBK ile ilgili bilgi alma / doğrulatma girişimlerimde gazetecilik faaliyetinin dışında tek bir yan olmadığının kanıtı bunların sonucunda yazdığım ve yalanlanamayan yazılardır.

Bilginin değil angajmanına göre tribünlerini dolduranlardan alkış talep eden bir gazetecilik/yorumculuk örneği olan o yazı Türkiye’deki medya düzenini de gayet iyi anlatıyor. Ayaklarınız bok içindeyken ellerinizi temiz tutmaya çabaladığınız yerin adının Türkiye medyası olduğu gerçeği.

30 yıl önce gazeteciliğe başlayan biri olarak elbette benim ayakkabılarıma da fazlasıyla pislik bulaştı. Ama ellerim hep tertemiz kaldı.

Ve gazetecilikten, etikten, hakikatten bahsedeceksek benim eteğimde tek bir taş yok. Kendi eteklerinde birikenlerden alınıp bana atılmaya çalışılan o taşlar ise bana isabet etmez. İzi kalsın diye çamur atmaya çalışanlar da ellerinin kiriyle kalırlar.