Adalet ve üç maymun

Çorlu davası 4 yıldır sürüyor, bir arpa boyu yol gidilmedi, salonun sağ tarafında gerçek sanıkların oturması gereken sıralar boş. Birkaç alt düzey görevli günah keçisi olarak orada tutuluyor, o kadar.

Adalet Bakanı içi boş tweet atmanın suç sayılmadığına dair önemli mesajlar vermekle uğraşıp, aklımızla alay ederken Çorlu’da dört yıldır adalet bekleyen aileler, tam 10 duruşma boyunca gidip geldikleri mahkemeyi protesto etti ve salondan çıkıp gitti.

Çünkü beklenen bilirkişi raporu hâlâ gelmemişti, bu bahaneyle savcı iddianameyi yine yazmamıştı, dolayısıyla asıl sanık olması gereken hiç kimse o salona getirilmemişti. Bir sonraki duruşma Ekim ayına bırakıldı, yani 5 ay sonraya. Vadeli adalet, taksit taksit hukuk.

Yüzlerce kişi aynı anda çıkıp giderken hâkim arkalarından “biz elimizden geleni yapıyoruz” diye bağırıyordu. Elinden geleni yapıyormuş. Elinden gelenler şunlar; yoklama almak, üst kısımdaki kapıların önünü boş tutsunlar diye görevlileri azarlamak. Konuşmak isteyenleri uygunsuz bir ses tonuyla “başka var mı, başka” diye bilet kesen muavin gibi sıraya sokmak, parmağını şaklatarak yanına çağırdığı mübaşire verdiği emirle stajyer avukat meslektaşını yerinden kaldırmak. Gelen tüm talepleri reddettikten sonra “bizim usulümüz böyle” deyip kestirip atmak. Burada patron benim havası bin beş yüz ama davaya katkı sıfır haller, garip egolar falan filan.

Çorlu davası 4 yıldır sürüyor, bir arpa boyu yol gidilmedi, salonun sağ tarafında gerçek sanıkların oturması gereken sıralar boş. Birkaç alt düzey görevli günah keçisi olarak orada tutuluyor, o kadar.

Geçen bu dört yıl içinde tren kazasında yitirilen canların adaleti için her ânı bu davayla geçen Mısra Öz, üç kişilik bu heyete hakaretten yargılandı ve cezası kesinleşti bile. Ne zaman olan bitene isyan etse, ne zaman adalet üç maymunu oynuyor dese hukukun kulakları duyar, gözleri görür oldu. Birden işleyen bir sistem çıktı ortaya. Sanık sen ben olunca işler aniden hızlanıp kısa yoldan sonuç alındı bile.

Üç maymunu hepimiz biliriz ama hikayesini bilen azdır. Eski zamanlarda bir dağın yamacında iyi ve akıllı bir maymun kral, diğer yamacında da şeytan yaşarmış. Kralın üç danışman maymunu varmış. İnançlarına göre şeytanı gören ve sesini duyanlar sonsuza kadar lanetlenip taş kesilirmiş.

Bu üç danışman maymun bir gün kralları için çiçek ararlarken çalıların arasında bir hışırtı duymuşlar. Merakla çalıları aralayıp baktıklarında şeytanla karşılaşmışlar. Şeytan o çirkin sesiyle çığlıklar atmaya başlamış. Maymunlardan birincisi görmemek için gözlerini kapamış ama sesini duymuş. İkincisi kulaklarını kapamış ama şeytanı görmüş. Üçüncüsü ise hiçbir şey yapamamış, şeytanı hem görmüş hem de sesini işitmiş ama bu sırdan kimseye bahsetmemek için ağzını kapamış.

O günden sonra insanlar ne zaman gözlerini, kulaklarını ve ağzını kapatmış üç maymun görseler anlamışlar ki onlar şeytanı görmüş ve duymuşlardır ama bunu sır olarak saklamışlardır.

İşte bizim de ne zaman en açık gerçeklere, en ağır suçlara, en bariz cezasızlıklara gözünü, kulağını, ağzını kapatan üç maymun görsek etrafımıza bakıp hepsinin gördüğü, duyduğu, bildiği o şeytanı aramamız bundandır.