68 kuşağının motosikletli devrimcisi Tayfur Cinemre yaşamını yitirdi
68 kuşağının devrimci gençlik liderleriyle omuz omuza mücadele veren Tayfur Cinemre, 70 yaşında hayatını kaybetti. Cinemre, Mahirlerin cezaevinden kaçışı, Sansaryan Han'daki işkence fotoğrafı ve motosikletiyle Ulaş Bardakçı, Yusuf Arslan, Cihan Alptekin gibi bir çok devrimciyi taşımasıyla hatırlanıyor.
27-05-2019 00:30

İleri Haber
68 kuşağının ODTÜ’lü devrimcilerinden Tayfur Cinemre, tedavi gördüğü hastanede 70 yaşında hayatını kaybetti.
68 kuşağının devrimci gençlik önderleriyle omuz omuza mücadele veren Cinemre, THKO’lu Cihan Alptekin’in de yakın arkadaşıydı. Ayrıca ODTÜ Motor Kulübü’nün de kurucusu olan Cinemre, motosikletiyle Ulaş Bardakçı, Yusuf Arslan, Cihan Alptekin gibi bir çok devrimciyi taşıdı.
HAYATI VE ANILARI
Tayfur Cinemre 26 Kasım 1949’da doğdu. 1968 yılında Ankara Fen Lisesi’nden mezun olduktan sona ODTÜ Makine Mühendisliği bölümüne girdi. Aynı yıllarda ODTÜ Sosyalist Fikir Kulübü üyesi oldu. Sinan Cemgil, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan gibi dönemin önde gelen devrimcileriyle birlikte hareket etti.
Tayfur Cinemre 31 Mayıs 1971’de Cihan Alptekin’le birlikte Tekirdağ'da yakalandı.
O anları ve sonrasını da Tayfur Cinemre’den dinleyelim:
Tekirdağ'da tüm şehrin ve koca bir jandarma alayının saatlerce sürdürdüğü bir sürek avı sonunda yakalandığımızda bekçisinden askerine, trafik polisinden jandarmasına şehirdeki tüm kolluk kuvvetlerinin elinde linç edilmekten kıl payı kurtulmuştuk.
Vahşi hayvan avcıları misali etrafımızda fotoğraf çektirenler arasındaki bir generalin müstehzi bir edayla, "Halk için savaştığınızı söylüyorsunuz; dışarıda sizi yuhalayan şu halka bakın" demesi üzerine, kanlar içinde yerde yatan Cihan'ın, "Şu sabahtan beri yayın yapan belediye hoparlörlerini yarım saatliğine bize verin de görün o zaman o halkın kimi yuhalayacağını" demesiyle birlikte küplere binen paşanın, elindeki general asası ile üzerimize yürüyüp vurmaya başlamasını hiç unutmuyorum.
O geceki linçten sonra, sabaha karşı İstanbul Sirkeci'deki Sansaryan Hanı'na götürülüyoruz. Burası adını Ermeni bir tüccardan alan, kasvetli bir ondokuzuncu yüzyıl işhanı. Cumhuriyet döneminde Emniyet Müdürlüğü olarak kullanılmaya başlanmış.
Bugüne kadar yapılan bütün siyasi tevkifatların yolu buradan geçmiş. Kimler geçmemiş ki Sansaryan Hanı’nın hücrelerinden? Nazım Hikmet'ten Ruhi Su'ya, Şefik Hüsnü'den Mihri Belli'ye, binlerce sosyalist Sansaryan Hanı'nın işkencehanelerinden geçmişler.
Bizleri doğruca çatı katındaki "Telefonlu Hücre"lere götürdüler. Burası namını, hücrelerin arasındaki holde bulunan ve artık çalışmayan antika bir telefondan almış. Ancak bu hücreler daha önce tutuklanmış devrimcilerle doldurulmuş olduğundan hiç yer kalmamıştı burada.
Bunun üzerine bizi hücrelerin hemen yakınındaki tabutluklardan birine koydular. Hani şu '51 tevkifatının meşhur tabutluklarından’ birine. Burası ismiyle münasip tam bir tabut. Yaklaşık olarak eni 80, boyu 150, yüksekliği ise 150 cm. Bir kişinin bile içinde ne yatması ne de ayakta durabilmesi mümkün değil.
İşte bu tabuta Cihan'la ikimiz üstelik de bileklerimizden birbirimize kelepçeli olarak tıkıldık. Bu durumda yatmak veya ayakta durmak bir yana, ayaklarımızı uzatarak oturmamız bile mümkün değil. Üstelik içerisi havasız mı havasız. Öyle ki boğulup kalacağız neredeyse.
Nöbetçi polislere kapıyı açmaları için bağırıyoruz; ama umurlarında bile değil. Biz de bunun üzerine elimizdeki kelepçeyi kontraplaktan yapılmış kapıya vurmaya başlıyoruz. Bir müddet sonra ince kontraplak üzerinde bir delik açılıyor.
Polisler ne yapacaklarını şaşırıyorlar. Kendileri yalnızca bizim gardiyanımız, bu yüzden inisiyatif kullanamıyorlar. Ve Sansaryan'daki ilk gecemizi böyle geçiriyoruz.
Ertesi gün tabutluğumuzu biraz daha inceleme fırsatı buluyoruz. Yıllardır boyanmamış kirli duvarlar yılların aynası sanki. Kim bilsin kimlerin acılarına, işkencelerine tanık olmuşlar. Her yanda tırnakla, kalemle, kanla artık ele ne geçtiyse onunla çiziktirilmiş yazılar var.
Başımızı yukarı kaldırdığımızda tavana kurşunkalemle yazılmış, solmuş, belli belirsiz bir yazı görüyoruz: "Şerefinle girdin, şerefinle çık...İhtilalci namusuna halel getirme..."
Bu yazıyı kim bilir hangi devrimci, hangi ihtilalci yazmış buraya. '46 ve '51 tevkifatlarında buraların dolup taştığını okumuştuk. Onlardan kalan bir anı olmalıydı bu, tabutluğa atılanları ilk karşılayan. Belli ki bugüne kadar hiçbir polis görmemişti bunu.
Tavanla duvarın birleştiği köşeye sıkışmış bu yazıyı, tabutluğun solgun ışığında görebilmek pek de kolay değildi aslında. Okunduğunda sağlam bir yumruk gibi insanı silkeleyen bir etkisi vardı bu iki satır yazının. Ve o günden sonra Sansaryan Hanında geçireceğimiz 43 günün bir özetiydi sanki.
Tabutluğumuzun kapısı gürültüyle açıldığında karşımızda tepeden tırnağa silahlı, çelik yelek kuşanmş bir özel kuvvet polis timiyle birlikte Siyasi Şube müdürü Ilgız Aykutlu'yu gördük.
Bu benim Aykutlu'yu ilk görüşümdü, oysa Cihan daha önceki anti-emperyalist kitle hareketlerinden alındığı gözaltılardan çok iyi tanıyordu bu inanmış faşist polis şefini.
Özel timdeki polislerden biri üzerimize eğilerek elini yüzümüze sürdü. İlk önce ne yapmaya çalıştığını anlayamamıştık. Ancak sırıtkan bir ifadeyle konuşmaya başlayınca işin gerçeğini anladık:
"Bakın" diyordu polis şefi, "iyi bakın; bu elimdeki kan arkadaşınızın kanı, Mahir'in kanı"
O zaman adamın eline dikkatlice baktığımızda, elinin dirseğine kadar kana bulanmış olduğunu fark ettik.
Hüseyin Cevahir'in öldürülmesi ve Mahir Çayan'ın yaralı olarak yakalanmasının üzerinden neredeyse bir gün geçmiş ama bu adam, elinin kanını yıkamak şöyle dursun, onu bir hatıra gibi saklıyordu.
Bu bize nasıl bir yerde olduğumuzu, karşımızdakilerin nasıl hastalıklı birer beyne sahip olduklarını gösteriyordu. Daha sonra öğrendik ki, o ilk gün polisler hala, Maltepe'de öldürdükleri kişinin Mahir Çayan olduğunu zannediyorlarmış.
Çoktan kurumuş olan kanlı elini öyle bir gururla taşıyordu ki, onu herkese övünerek gösteriyordu bu hastalıklı beynin sahibi. Ilgız Aykutlu da bu gösteriyi kendince çok "yaratıcı" bulmuş olmalı ki, adamı ve ekibini aldığı gibi bizim tabutluğa getirmişti.
Amacı "eski dostu" Cihan'a güç gösterisi yapmak ve morallerimizi sıfırlamaktı aklınca. Aykutlu, "Görüyorsunuz işte, artık hepiniz yenildiniz; sizin gibi anarşistlerin sonu budur işte" gibilerinden bir söz etti.
O zamana kadar seİiz duran Cihan, başını kaldırarak ve gözlerini Aykutlu'nun gözlerinin içine dikerek şu sözleri söyledi:
"Evet bu kez yenildik, ama temelli değil! Demir ökçeniz şimdi eziyor bizi. Fakat davamız daha da güçlenmiş olarak yeniden ayağa kalkacaktır."
Böyle bir karşılığı hiç beklemeyen Aykutlu önce şaşırmış sonra da hırsla tekme tokat girişmişti bize, "Bu gece sorguda görüşürüz seninle, bakalım o zaman da bu kadar kahraman olabilecek misin orada" diye tehditler savurarak.
...........................................................
Sorgularımız işkencede uzmanlaşmamış olan 2. Şubede yapılıyordu. Ne de olsa her türlü asayiş vukuatında falakaya, daha da yetmedi mi elektriğe başvurmaya alışmışlardı.
Bizden birkaç hafta önce Sarp Kuray geçmişti tezgahlarından. Onun işkencede çekilmiş fotoğraflarını gösteriyorlardı bize.
Telefonlu hücre sakinlerinden en ağır işkenceyi görenlerlerden biri de Cihan'dı. İnatla eylem arkadaşlarından o güne kadar deşifre olmamış olanların ismini vermemekte direniyordu.
Ayak tabanlarında deri namına birşey kalmamıştı. Kangrene doğru giden bu durumda işkenceyi sürdürebilmek için işkencecilerin önlem alması gerekiyordu.
Birgün baktık ki bir doktor yanında bir hemşireyle çıkageldi. Yaralarımızın pansumanını yapacaklardı.
Hücre komşumuz, İlkay Demir tıp öğrencisiydi. Doktora sordu : "Hipokrat yeminini bunun için mi ettin sen?"
Böyle bir soruyu hiç beklemeyen doktor şaşırdı : "Ben görevimi yapıyorum, yaralarınızı tedavi etmeye geldim"
İlkay bu sefer daha sert çıktı: "Tabii ya, tedavi etmeye... İşkenceye devam edilebilmesi için. Yaptığınız bizleri işkenceye hazırlamaktan başka bir şey değil. Bırakın yaralarımız kurtlansın."
Ertesi günden itibaren bu doktoru bir daha görmedik ama hemşire her gün gelmeye devam etti. Bir sabah bir de akşam üzeri geliyor, son derece doğal bir iş yaparmış gibi falakadan kabarmış tabanların derilerini elindeki makasla kesiyor, içindeki kanı boşaltıyor, çıplak etin üzerine merhem sürüp penisilin tozu serpiyor, sargı beziyle sarıyordu.
Ancak yapılan pansuman ertesi gün 2. Şubenin işkence odalarında paramparça oluyor, aynı senaryo ertesi gün yeniden tekrarlanıyordu.
Yiyeceklerimizi paramızla dışarıdan getirtiyoruz. Yiyecekler sıradan bir bakkaldan alındığı için, birkaç gün öncesinin gazete kağıtlarına sarılmış oluyordu. Birgün gelen yiyeceklerin sarılı olduğu gazete parçası üzerinde yüreğimizi kavuran bir fotoğraf gördük.
Sinan, Alpaslan ve Kadir, kurşunlarla delik deşik olmuş gövdeleriyle öylece yatıyorlardı toprağın üzerinde kolları açık, kocaman yürekleriyle tüm dünyayı kucaklayacaklarmış gibi.
Bu kara haber işte böylece düşmüştü yüreklerimize. Yüreğimizin yangısı işkencelerimizi bile unutturmuştu bize. Daha birkaç ay önce ona son defa sarılıp veda etmeden önce, o dağ gibi Sinan'ın gür erkek sesiyle okuduğu Ahmet Arif'in şiiri kulaklarımda çınlıyordu.
"Vurulmuşum dağların kuytuluk bir boğazında...
Vakitlerden bir sabah namazında...
Yatarım kanlı, upuzun...
Vurulmuşum, düşüm gecelerden kara...
Bir hayra yoranım çıkmaz,
Sığdıramam kitaplara...
Şifre buyurmuş bir paşa,
Vurulmuşum hiç sorgusuz, yargısız...
......
Kirvem hallarımı aynı böyle yaz...
Rivayet sanılır belki...
Gül memeler değil,
Domdom kurşunudur paramparça ağzımdaki....."
Kaynak: İstanbul – BİA Haber Merkezi 03 Nisan 2010
Sansaryan Han’da kırk üç gün süren işkenceli sorgulardan sonra Tayfur Cinemre ve Cihan Alptekin önce Selimiye Kışlasına sonra da Maltepe Askeri Cezaevine sevk edildiler.
9 Ekim 1971 tarihinde Denizler hakkında idam kararı verilmişti. Karar avukatlar tarafından temyiz edildiğinden Yargıtay aşamasındaydı. Her an Yargıtay’ca karar onaylanabilir ve Meclis’te oylanarak idam gerçekleşebilirdi. İdamın önlenmesi gerekliydi.
Tayfur Cinemre, Oktay Kaynak, Cihan Alptekin ve diğer devrimciler İstanbul, Kartal-Maltepe Askeri Cezaevi’nde; hummalı bir faaliyet içerisindeydiler. Denizleri kurtarmak için dışarıda olmaları, bunun içinde cezaevinden kaçmaları gerekiyordu. Gece gündüz kaçacakları tüneli kazıyor, çıkan toprakları yastıklara dolduruyorlardı. Tünel bitmişti, ancak Cihan; tünelin ortaya çıkması riskini dahi göze alarak, Mahir’in Selimiye Kışlasından, Maltepe Cezaevine getirilmesini bekliyordu.
1 Kasım 1971 günü, THKP-C davasında askeri savcı, Mahir Çayan ve 12 arkadaşı için idam cezası istedi.
Duruşmada söz alan Mahir Çayan vet diğer tutuklular ortak savunma yapabilmeleri için Çayan’ın Maltepe Cezaevi’ne naklinin şart olduğuna dair bir dilekçe verdler.
Mahkeme talebi haklı buldu ve Çayan’ın nakline karar verdi
Kartal Maltepe Askeri Ceza ve Tutukevi’ne getirildi. Kartal Maltepe Askeri Ceza ve Tutukevi’ne getirildi. Onu ortak savunmanın hazırlanacağı (D) koğuşuna aldılar. Şimdi, yoldaşları Ulaş Bardakçı, Ziya Yılmaz, Necmi Demir’le birlikteydi. Hemen THKO’luların koğuşuna gidip Ömer Ayna ve Cihan Alptekin’in odasına girdiler. Oktay Kaynak, Mahir’e tüneli gösterdi
Tayfur Cinemre’nin anlatımıyla:
.......Cihan daha cezaevine konulduğumuzun ilk gününde şu soruyu sormuştu bize:
Bir devrimcinin faşizmin zindanlarındaki asli görevi nedir?" Ve cevabını da kendisi vermişti duraksamadan : "Firar etmektir". Devrime olan sarsılmaz inancı ve azmiyle Cihan Alptekin, cezaevine konulduktan sadece dört ay sonra bu asli görevini yerine getiriyor ve faşizmin zindanlarına şerefiyle girip, şerefiyle çıkarak ihtilalcı namusuna halel getirmiyordu.
Oktay Kaynak tünele ilk çekici vurandı. Firar öncesini, tünelin kazılışını ve Mahir’ler ile geçirdikleri dönemi İzmir TAKSAV’ın düzenlediği söyleşide anlattı.
Maltepe’den kaçma fikrini ilk defa Cihan Alptekin’e açtığını söyleyen Kaynak, Cihan’ın ise kendisine “Nasıl yaparız nasıl olur? Bir tık yapsak duyuyorlar. Bir çekiş sesi bile firar suçuna girer, ya beceremezsek?” dediğini onun ise “Zaten içerideyiz ne olacak deneyelim” deyip ikna ettiğini ve sürecin böyle başladığını söyledi.
“Tünel kazmamızı istemeyenler oldu, ama ben bir başlarsak inananların çoğalacağını düşünüyordum. Sonunda insanlar ikna oldu ve çalışmalara başladık. Bir arkadaşımızdan bize ısrarla çekiş getirmesini istedik, sapını birinden ucunu birinden getirttik. Sonra tuz ruhu istedik, o da geldi. Bizim kaldığımız koğuş eski bir çay ocağıydı ve kendine ait bir tuvaleti vardı. Sadece bizim koğuş kullanıyordu. Temizlik bahanesi ile istediğimiz tuz ruhu ile yerdeki betonu çürütüp, çekiç ile de kazmaya başladık. (Cezaevi yönetimi “Amma da titiz mahkûmlar geldi” diyordu bizim koğuştakiler için.) Tünelden çıkardığımız toprakları tuvalete atıyor, cebimizde taşıyıp havalandırmalarda dışarıya bırakıyorduk. Bir süre sonra bunlar yetmedi ve yastıklarımızı, yorganlarımızı doldurmaya başladık. Sürünerek gidebileceğimiz büyüklükte bir tünel kazmıştık, içinde ampulümüz vardı. Tünelde yönümüzü doğru tespit etmek için bir de yön haritası yapmıştık, ondan yararlanıyorduk.
17 metrelik tüneli üç dört ay gibi bir sürede kazdık. Kazma sürecinde böbreklerimi üşüttüm, daha sonra ameliyat oldum. Tünelin bir yerinden yukarıya küçük bir delik açtım ve oradan bir yıldızı seyrediyordum, bu yıldız başka bir yıldızdı.
Oktay Kaynak “firar sonrasını” anlatmaya devam ediyor:
Firarın ertesi günü akşama kadar koğuşa kimseyi sokmadık. İsyan çıkardık, kapılara ranzaları koyduk, arkadaşlarımıza zaman kazandırmak için ertesi gün akşama kadar direndik. Bizim ile arası iyi olan bir askeri göndermişlerdi öğrensin diye; ama o da öğrenemeden gitti. Askerin birinin ayağı tünelin ucundan içeri düşünce firar olduğunu anladılar. Tünelin sonunun nereye çıktığını anlamak için içine kedi salmışlardı. Tünelin ağzına tüm kirli çamaşırlarımızı tıkadığımız için ilk önce anlayamadılar. Koğuşa gelen Sıkıyönetim Ordu Komutanı Faik Türün yanında müdürler ile koğuşa geldi. İsimler saymaya başladı, ‘’Cihan Alptekin, pırrr’’, “Mahir Çayan, pırrrrrr” dedi. Firar böylece ortaya çıkmış oldu
29 Kasım 1971 akşamı üçü THKP-C'li (Mahir Çayan, Ulaş Bardakçı ve Ziya Yılmaz) ikisi THKO’lu (Cihan Alptekin ve Ömer Ayna) beş devrimci; tutuklu bulundukları Maltepe Askeri Cezaevi'nden işte böyle kaçtılar. Cezaevinden kaçan bu beş isim Türkiye solunun iki büyük örgütünün liderlerindendiler ve bu eylem bu iki örgütün ilk ortak eylemiydi.
Tayfur Cinemre 1974 affı ile Temmuz 1974‘te cezaevinden çıktı. ODTÜ’ye geri döndü ve 1978 yılında ODTÜ Makine Mühendisliği bölümünden mezun oldu.
Daha sonra İstanbul Çırağan Sarayı'nda göreve başladı. 2008 yılında bu işletmenin Teknik Bölüm Direktörü olarak atandı.
18 Nisan 2019 tarihinde, kullandığı kalp pilinden kaynaklı bir enfeksiyon nedeniyle yoğun bakımda tedavi görmeye başladı.
26 Mayıs 2019'da yaşamını yitirdi.
İLGİLİ HABERLER
Manisa Salihli'de harç makinesi haznesine sıkışan işçi hayatını kaybetti
Manisa Salihli'de kiremit fabrikasında çalışan Mehmet Efe adlı işçi haznesini tamir etmek için içine girdiği makinenin çalışması sonucunda yaşamını yitirdi.
26-01-2021 22:59

Manisa'nın Salihli ilçesinde, 45 yaşındaki Mehmet Efe adlı işçi haznesini tamir etmek için içine girdiği makinenin aniden çalışması sonucunda yaşamını yitirdi.
Olay dün öğlen saatlerinde Salihli'deki bir kiremit fabrikasında meydana geldi. Fabrikada vakum harç karma makinesi arıza yapınca, durum teknik servisteki personel Mehmet Efe'ye bildirildi. Efe tamir etmek için harç karma makinesinin hazne bölümüne girdi. Tamir için uğraştığı sırada harç makinesi bir anda çalışmaya başladı. Makinede sıkışan evli ve 2 çocuk babası Efe ağır yaralandı.
Fabrika yetkililerinin ihbarı üzerine olay yerine itfaiye ve 112 Acil Servis ekibi sevk edildi. Güçlükle sıkıştığı harç makinesinden çıkartılan Efe, Salihli Devlet Hastanesi'ne kaldırıldı. Efe, doktorların müdahalesine rağmen kurtarılamadı. Polis, olayla ilgili soruşturma başlattı.
TÜGVA Antep İl Temsilcisi sadece kendisinin girebildiği sınavı geçemedi
Türkiye Gençlik Vakfı (TÜGVA) Antep İl Temsilcisi Mahmud Tekin “ön elemeyi geçerek” sadece kendisinin girebildiği sınavda 38 puan alınca başarısız oldu.
26-01-2021 22:17

CHP Şahinbey Belediye Meclis Üyesi Uğur Kalkan, Antep Üniversitesi’nde “kişiye özel kadro” iddialarının hedefi olan TÜGVA Gaziantep İl Temsilcisi Mahmud Tekin’in Gaziantep Üniversitesi öğretim görevliliği kadrosu için ön elemesini geçen tek kişi olarak 20 Ocak’ta girdiği sınavda 38 puan alarak başarısız olduğunu duyurdu.
Tekin, Twitter hesabından başarısız olduğuna dair ekran görüntüsünü paylaşarak ''TÜGVA Gaziantep İl Temsilcisi, tek katılımcı olduğu ilanın giriş sınavından 38 alarak Başarısız oldu. Kendisine bundan sonraki ilanlarda ve özel kadrolarda başarılar dilerim'' dedi
TÜGVA Gaziantep İl Temsilcisi,tek katılımcı olduğu ilanın giriş sınavından 38 alarak Başarısız oldu. Kendisine bundan sonraki ilanlarda ve özel kadrolarda başarılar dilerim.@GundemiAntep27 @okkesozeksi https://t.co/rlmDRQwqGm pic.twitter.com/N8zFBgPRKa
— Uğur Kalkan (@ugurkalkan1923) January 26, 2021
HDP'nin Meclis'e sunduğu 'kadına yönelik şiddete karşı acil önlem toplantısı' çağrısı reddedildi
HDP'nin kadına yönelik şiddete ve kadın cinayetlerine ilişkin acil önlemler alınması amacıyla Meclis'te genel görüşme yapılması talebi AKP-MHP oylarıyla reddedildi.
26-01-2021 21:35

Halkların Demokratik Partisi (HDP), kadına yönelik şiddetin son bulması ve kadın cinayetlerinin önlenmesi için Meclis Genel Kurulu’nda genel görüşme talep etti. HDP'nin kadına yönelik şiddete ilişkin acil önlemler alınması amacıyla genel görüşme yapılması talebi AKP ve MHP oylarıyla reddedildi.
Türkiye’de kadına yönelik cinsel ve fiziksel şiddet başta olmak üzere sosyal, ekonomik ve psikolojik şiddetin artarak devam etmesinden dolayı Genel Kurul’a sunulan genel görüşme talebi reddedildi.Görüşme gerekçesinde, “Özellikle pandemi ile beraber yaşanan ekonomik ve toplumsal krizde en güvencesiz konumda olan kadınların ciddi hak kayıpları yaşamasının yanı sıra, kamusal alandaki varlığına, kimliğine, yaşam alanlarına, bedenlerine ve emeklerine dönük saldırılar da artmıştır. Cinsiyet kimliğinden, cinsel yönelimden ve iradesinden dolayı neredeyse her gün en az bir kadın erkekler tarafından katledilmektedir” denildi.
'ACİL ÖNLEMLER ALINMALI'
Gerekçenin devamında özellikle acil önlemlerin alınması talebi belirtilerek "İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı yasanın etkin uygulanması hayati önem taşımaktadır. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinden kaynaklanan kadına yönelik şiddet, Türkiye’nin de gittikçe derinleşen temel sorunlarından biridir. Kadına yönelik şiddetin yaygınlaşmasının en önemli nedenlerinden biri yasaların etkin şekilde uygulanmamasıdır. Türkiyeli kadınların uzun soluklu mücadeleleri sonucu kadına yönelik şiddetle mücadelede hayati öneme sahip olan birçok kanun yasalaşarak güvence altına alınmıştır. Kadına yönelik şiddetle mücadele, erkek şiddetinin önlenmesi ve şiddet gören kadınların korunarak güçlendirilmesini kapsayan bütüncül bir politika gerektirmektedir. Ancak katliam boyutuna varan kadın cinayetlerine rağmen hala gerekli tedbirler alınmamaktadır. Bu açıdan kadına yönelik şiddete ilişkin acil önlemler alınması amacıyla genel görüşme açılması elzemdir.” denildi.
AKP-MHP OYLARIYLA REDDEDİLDİ
HDP’nin genel görüşme talebi AKP-MHP oylarıyla reddedildi. HDP’nin kadın cinayetlerinin önlenmesi amacıyla Meclis Genel Kurul’una sunduğu genel görüşme talebine ilişkin konuşan CHP Eskişehir Milletvekili Jale Nur Süllü de ''İyi bir iletişimle gerçekten başarabileceğimize inanıyordum. Ancak ne yazık ki öyle olmadığını deneyimleyerek öğrendim. Otuz bir aylık süreçte Cumhuriyet Halk Partisinin, İyi Parti’nin, Halkların Demokratik Partisi’nin sayısız kez kadın konularıyla ilgili araştırma önergesi verdiğini hatırlıyorum. Her seferinde de AKP ve MHP oylarıyla reddedildiğine tanıklık ettim. Tanıklık ettiğim başka bir şey daha var, o da hangi parti grubu tarafından verilirse verilsin AKP’li milletvekili arkadaşlarımızın, özelikle de kadın milletvekili arkadaşlarımızın bu kürsüye gelip işlerin nasıl iyi gittiğini anlattığına tanıklık ettik. Sonuç: Kabul edenler, etmeyenler, kabul edilmemiştir ve yeni bir gündem maddesine geçiyoruz ne yazık ki ama kadınlar ise şiddet görmeye ve öldürülmeye devam ediliyorlar Türkiye’de ne yazık ki. Bütün suç da sizin, günah da sizin. Bu ülkede öldürülen kadınların her birinin kanı hepinizin elinde” diyerek AKP'nin politikalarını eleştiren Süllü "Korkuyorsunuz, İstanbul Sözleşmesi’nden korkuyorsunuz, 6284’ten korkuyorsunuz'' dedi.
Kaçırılan Gökhan Güneş yaşadıklarını anlattı: 'Sistematik işkence yaptılar'
Bırakılmasının ardından İHD İstanbul Şubesi'nde bir basın toplantısı düzenleyen Güneş, yaşadıklarını anlattı.
26-01-2021 19:06

6 gün önce kaçırılan ve bugün bırakılan Gökhan Güneş, bu sürede işkence gördüğünü söyledi. Yaklaşık yedi kişi tarafından kaçırıldığını belirten Güneş, kaçıranların kendilerini "görünmeyenler" diye tarif ettiğini ifade etti.
İstanbul İkitelli'de 20 Ocak'ta zorla bir araca bindirildikten sonra kendisinden haber alınamayan Gökhan Güneş, yoğun tepkilerin ardından bu sabah bırakıldı. Ardından İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi'nde bir basın toplantısı düzenleyen Güneş, yaşadıklarını anlattı.
Kendisini kaçıranların kendilerini "görünmeyenler" diye tarif ettiğini belirten Gökhan Güneş, şunları söyledi:
"20 Ocak'ta işe gitmek için evden biraz geç çıktım. Tektim. Saat 12 civarı otobüsten indim, kaldırımda durakta bekleyen 4 kişi vardı. 'Pardon bakar mısın?' tarzında bir şey söyledi birisi. Döndüm, bir anda hepsi üzerime çullandı. Sayıları bu sırada iki- üç kişi daha arttı. Araca bindirmeye çalıştılar. Direndim binmemek için. Kendimi geri çekmeye çalıştım, direnci kırmak için elektroşok aletiyle elektik verdiler.
Kendime geldiğimde arabadaydım. Kafama siyah çuval geçirmişler, kafamı da aşağı doğru bastırıyorlardı.
Sonra başka bir arabaya bindik. Bir yere götürdüler. Buranın neresi olduğunu hiçbir şekilde görmedim. Mekân, adres hiçbir isim belirtilmedi.
‘SİSTEMATİK İŞKENCE YAPTILAR’
Sistematik olarak işkence yaptılar. Elektrik, kaba dayak, ara ara soğuk suyla ıslatarak şiddet uyguladılar. Bu bazen çıplak bazen iç çamaşırıyla oldu. Bazı anlarda sadece ayakta durabildiğiniz 'mezar' dedikleri bir bölüm var, gözüm bağlı, ellerim arkadan kelepçeli şekilde bu bölüme hapsedildim.
Tehditler de devam etti bu süreçte. Ayrıca tecavüz tehditleri de oldu.
En son benim tahminlerime göre bir önceki gün içinde bırakılmayı bekliyordum, ona dair hazırlıkların olduğuna dair hissiyatım gelişmişti. Ama o gün bırakmadılar.
‘BİZ GÖRÜNMEYENLERİZ’ DEDİLER’
‘Bizimle çalışır mısın, çalışmalısın, iş birliği yapmalısın...' gibi tehditleri oldu. 'Bizim kim olduğumuzu biliyor musun?' diye sordular. 'Siz istihbaratçısınız' sözüme karşılık 'evet' ya da 'hayır' demediler. 'Biz görünmeyenleriyiz' gibi söylemleri oldu.
Sabah saatleriymiş, ben akşam sanıyordum. Gözlerim bağlı bir şekilde arabaya bindirildim.
'SİM KARTIMI ALDILAR’
Üzerimi giydirdiler, parfüm sıktılar. Onların 'şef' dediği kişi 'hiçbir şeyini almadım, sadece SIM kartını aldım, bilgin olsun' dedi, nedenini söylemedi.
Arabaya bindirildim. Kafama peçe üzerine çuval geçirmişlerdi. İnmeden önce onu çıkardılar. Kafamı aşağı bastırdılar. İndirdiler arabadan. 'İleri yürü, önün açık, sakın geri bakma' dediler. Biraz mesafe gittikten sonra gözümü açtım. Pamukla gözümü kapatıp bantla sarmışlar. Telefonum yoktu, ulaşım aracı da bulamadım. Sabah saatleriymiş, ben akşam zannediyordum. Taksiye binip ailemin evine geldim.
Bu saldırıların amacı taşımış olduğum kimlikten dolayı. Sosyalist kimlikli kişilere bu saldırılar çok oldu. 90'ların politikası olarak ortaya çıktı. Bu akıl ve bu uygulamalara bundan sonraki günlerde de devam edecekler."
‘BAŞKA ÇOCUKLAR KAYBOLMASIN’
Toplantıda söz alan Gökhan Güneş'in annesi ise "Sesime ses verene, yanımızda olana çok teşekkür ediyorum. Cumartesi Anneleri’ne de çok teşekkür ediyorum, Allah onların da yardımcısı olsun. Başka çocuklar kaybolmasın" dedi.
‘DOSYAMIZA SAVCI ATANMADI’
Güneş'in avukatı Sezin Uçar da Gökhan Güneş'in kaçırıldıktan hemen sonra savcılığa suç duyurunda bulunduklarını aktararak şunları söyledi:
"Aradan geçen 5 gün sonra dosyamıza henüz bir savcı dahi atanmadı. Gökhan'ın kaçıranların bulunması, kamera görüntüleri taleplerimizi bir yana bırakalım soruşturmaya henüz bir savcı dahi atanmadı.
Gökhan aramızda ve yaşadığı için mutluyuz. Bir devlet politikasının boşa çıkarılması açısından da önemli bu,çünkü kamuoyu sesini yükseltti. Bu bir devlet politikası. Bundan sonra da Gökhan'ın sistamatik bir şekilde işkence görmesi ve alıkonulması nedeniyle da bir suç duyurumuz olacak."
Oğuzhan Asiltürk, Erdoğan'ın ziyaretine ilişkin konuştu: İttifak konusunda dikkat çeken açıklama
Bir süre önce Erdoğan'ı ağırlayan Asiltürk, konuk olduğu bir televizyon programında konuşan partisinin ittifaklar konusundaki tutumunun ne olacağına ilişkin soruya dikkat çekici bir yanıt verdi.
26-01-2021 17:50

AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından ziyaret edilen Saadet Partisi Yüksek İstişare Kurulu Başkanı Oğuzhan Asiltürk, görüşmede konuşulanlara ilişkin “Bunu açıklarsam bir bölünme meydana gelir. Ben bunu açıklamam” dedi.
AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Saadet Partisi Yüksek İstişare Kurulu Başkanı Oğuzhan Asiltürk’ü ziyaret etmişti. Erdoğan görüşmenin ardından bir cuma namazı sonrası “Sayın Asiltürk ile geçmişte birlikte olduğumuz büyüğümdür. Benim bu ziyaretim hem nezaket hem de bu ittifak meselesinde seçim ittifakı mı olur geleceğe yönelik terörle mücadelede her türlü desteğin bizim yanımızda olması lazım. Biz yalnızlığı hissetmemiz lazım” diyerek “ittifak” işareti vermişti.
Görüşmenin diğer tarafı olan Oğuzhan Asiltürk de ziyarete ilişkin açıklamada bulundu. Konuk olduğu bir televizyon programında konuşan Asiltürk, partisinin ittifaklar konusundaki tutumunun ne olacağına ilişkin soruya şöyle yanıt verdi:
"Ben CHP’yle de düşman gibi sert bir üslupla konuşmuyorum. İYİ Parti'yle de. Biz MHP’yle de çok yumuşak yakınlaşma şey ettik ama onlardan bize olumlu cevap gelmedi. Onlara da bütün partilerle iyi davranmamız lazım. Partiler bunu yaparsak toplumda da karşılık bulur. Sadece AK Parti’nin gelmesi bile toplumu ne kadar değiştirdi. Diğerlerine de aynı şeyleri söylüyorum. Bizim görevimiz hakkı anlatmaktan ibaret kimseyle bir düşmanlığımız yok. Onun için ileride şöyle mi yaparız böyle mi yaparız demenin zamanı o noktaya geldiğimiz zaman, seçime bir hafta kala buna karar verilir. Yapılır. Ondan önce bunu açıklarsam bir bölünme meydana gelir. Ben bunu açıklamam. Ne yapacağım kalbimde durur. İki topluluk var. İkisiyle de görüşerek bizim davamızın başarıya ulaşmasında en doğru yol hangisiyse ona karar verir ilan ederiz."
TİP Genel Başkanı Erkan Baş, Türkiye Diyanet Vakfı'nın selefiliğe nasıl sponsor olduğunu anlattı
Meclis’te düzenlediği basın toplantısında çarpıcı değerlendirmelerde bulunan TİP Genel Başkanı Erkan Baş, TRT Arapçanın Suriye’nin Azez kentinde 105 çocuğun ‘hafızlık’ eğitimini tamamladığını duyurmasına ilişkin “İşte selefi örgütlenmeler, işte IŞİD’ler, EL Kaideler buralardan türüyor” dedi.
26-01-2021 15:55

İleri Haber
Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Başkanı ve İstanbul Milletvekili Erkan Baş, TBMM’de haftalık basın toplantısı düzenledi. Baş, Türkiye gündemine ilişkin dikkat çeken açıklamalarda bulundu.
Konuşmasının başında bugüne kadar yaptığı basın toplantılarında işçilere yönelik saldırılara değindiğini belirten Baş, “Bugünkü basın toplantımıza da yine onların gündemleriyle başlayacağım” dedi. Erkan Baş, Somalı ve Ermenekli madencilerin direnişlerinin zaferle sonuçlandığını hatırlatırken “Tarihimizin en büyük madenci cinayetlerinin kurbanı olmaları yetmedi. İktidar mensuplarının tekmelerine maruz kalmaları yetmedi. Mücadeleleri sırasında gaz yediler, cop yediler… Engellenmeye çalışıldılar. Ama onlar yılmadı, direndi. Bağımsız Maden İş sendikasının da öncülüğünde verilen mücadele, sergilenen direniş nihayet bir sonuca varıyor” dedi.
TİP Genel Başkanı şunları söyledi:
“Bugüne kadar yaptığımız onlarca basın toplantısında, Genel Kurul konuşmalarında, halk toplantılarında hep emekçilere yapılan saldırıları birinci gündem olarak sizlerle paylaştım. Çünkü görüyorum ki, emekçiler bu kadar ağır koşullarda yaşamasına rağmen, ısrarla onların sorunları konuşulsun istenmiyor. İşçinin, köylünün, emeklinin, milyonlarca çalışanın dertleri gündem olmasın da ne olursa olsun deniyor.
Yandaş medyasıyla, hükümetiyle, sözde muhalefet partileriyle emekçilerin çevresinde ağır bir abluka yaratılmak isteniyor.
Ve emekçiler ancak ve ancak mücadele ettiğinde, biz de onların mücadelelerini gündeme getirdiğimizde bu abluka, bu kuşatma kırılabiliyor.
‘MADENCİLER VE YAKINLARI SUSSAYDI NE OLACAKTI?’
Bugünkü basın toplantımıza da yine onların gündemleriyle başlayacağım.
Biliyorsunuz, Ermenekli ve Somalı maden işçileri ve aileleri aylardır tazminat hakları için mücadele ediyor.
Tarihimizin en büyük madenci cinayetlerinin kurbanı olmaları yetmedi. İktidar mensuplarının tekmelerine maruz kalmaları yetmedi.
Mücadeleleri sırasında gaz yediler, cop yediler… Engellenmeye çalışıldılar.
Ama onlar yılmadı, direndi.
Bağımsız Maden İş sendikasının da öncülüğünde verilen mücadele, sergilenen direniş nihayet bir sonuca varıyor.
Geçen hafta aldığımız habere göre, 2392 Somalı maden işçisinin alacakları hesaplarına yatırıldı, 1300 civarında kardeşimizin eksik hesaplama vb. nedeniyle bu hafta yatırılmasını bekliyoruz.
Şimdi diğer maden işçilerinin tazminatları için de mücadele etmeye devam edecekler.
Tüm yurttaşlarımıza bu vesileyle bir kez daha seslenmek istiyorum.
Madenciler ve yakınları sussaydı ne olacaktı?
Haklarını alamayacaklardı. Sorunları bilinmeyecekti. Maden patronu ve iktidar hiçbir şey olmamış, hiçbir sorun yokmuş gibi davranmaya devam edecekti.
Sevgili yurttaşlar…
Siz konuşmadıkça, siz davranmadıkça hiçbir şey değişmeyecek.
Bunu bir kez daha kanıtlayan maden emekçilerine, onların yakınlarına, mücadelelerine bir kez daha selam göndermek istiyorum. Bir an önce diğer madencilerin tazminatlarının da yatırılmasını talep ediyoruz. Özellikle Ermenek ve Güneyyurt’da Karaman Valiliği’nin hukuk dışı uygulamalarının devam ettiğini, 3 madencinin yan yana yürümesini bile yasaklayacak kadar pervasızlaştığı bilgileri geliyor.
Kimse işçilere karşı böyle keyfine göre davranamaz!”
📌 TİP Genel Başkanı Erkan Baş Meclis’ten seslendi:
— İleri Haber (@ilerihaber) January 26, 2021
💬 "Biz mücadele etmedikçe patronlar ve onların arkasında duran iktidar haklarımızı gasp etmeye devam edecek"
💬 "Somalı ve Ermenekli madenciler mücadele edince kazanabileceğimizi kanıtladı"
‘BİZİ PANDEMİ DEĞİL, BU DÜZEN ÖLDÜRÜYOR’
Basın toplantısının devamında tarım işçilerinin sorunlarına değinen Erkan Baş, “Bugün en büyük mağduriyeti yaşayan bir diğer kesim tarım emekçileri, köylüler” dedi.
Baş, sözlerini şu şekilde sürdürdü:
“Pandemi sürecinin ardından gelen plansız, desteksiz kapatmalar, tarım emekçilerinin dertlerine dert kattı.
Restoranların kapanmış olması gibi pek çok nedenden ötürü soğan, patates üreticilerinin ürünleri ellerinde çürüyor.
Bize ulaşan kardeşlerimiz diyor ki; Kg1 TL’ye üretebildiğimiz patatesi 60-70 krşa ancak satabiliyoruz.
Soğan üreticisinin elindeki ürünlerin yüzde 20’si çürümüş durumda…
Ve yetmiyor, Ziraat Mühendisleri Odası’nın verilerine göre kimyasal gübre fiyatları da yüzde 80 oranında artmış!
Uzatmayalım tarım emekçisinin, üretici köylünün durumu bu!
Kredi borcunu ödeyemeyen çiftçinin, köylünün, tarım emekçisinin tarlasını, traktörünü haczeden Ziraat Bankası’ndaki durumu da Sayıştay raporlarında gördük.
Bir kamu kuruluşu olan Ziraat Bankası’nın 9 yönetim kurulu üyesi ve iki denetim kurulu üyesi için yapın yıllık harcamanın 5,5 milyon TL’ye ulaşmış!
Her biri için yıllık yaklaşık 500 bin TL, bu halkın cebinden ödenmiş!
Her ayını zararla kapatan, borçları nedeniyle tarlalarını, traktörlerini kaybeden yüzbinlerce tarım emekçisi var ve onun karşısında tefeci pozisyona gelen kamu bankası yöneticileri paraya para demiyor.
Köylü kardeşlerim sizlere sesleniyorum.
Pandemi filan değil, işte bu düzen bizi yok ediyor, öldürüyor!”
‘YURTTAŞLAR, KENT EMEKÇİLERİ DAYANIŞMASI ETRAFINDA GÜÇLERİNİ BİRLEŞTİRDİ’
Konuşmasında Türkiye’de milyonlarca işçinin hayatının koronavirüs (Covid-19) salgını döneminde plansız, hesapsız, desteksiz kapatmalar nedeniyle yaşanmaz hâle geldiğini söyleyen TİP Genel Başkanı, buna karşı işçilerin bir araya gelip seslerini yükseltmeye başladığına dikkat çekti.
Erkan Baş şunları söyledi:
“Pandemi döneminin plansız, hesapsız, desteksiz kapatmaları milyonlarca emekçi için hayatı daha da yaşanmaz hale getirdi.
Biliyorsunuz, milyonlarca emekçi işyerleri kapandığı için fiilen işsiz kaldı. Asgari ücretin yarısı bile etmeyen sözde desteklere mahkûm hale getirildi.
Öte yandan, bir mücadele öyküsünü daha sizlerle paylaşmak istiyorum.
Emekçiler bir araya gelmeye başladı. Seslerini yükseltiyorlar.
Türkiye’de emekçilerin artık büyük çoğunluğu kent merkezlerinde çalışıyor. Kent merkezlerinde de kadın işçilerin ortalaması genelden çok daha yüksek ve bu emekçiler daha eğitimli ve genç işçi sayısı da oldukça yüksek.
Kentlerde ise ağırlık hizmet sektörü çalışanların da. Özel okul öğretmenleri, AVM, market, çağrı Merkezi, kafe bar, büro Çalışanları vb. oluşan bu alan, işin tuhaf yanı ortalamalardan çok daha fazla örgütsüz.
Örneğin hizmet sektöründe 4 milyon emekçi var ve sadece %5’i sendikalı.
Örneğin İstanbul sendikalaşma oranında 81 il içerisinde 78. sırada.
Kadın ağırlıklı, daha genç, daha eğitimli bu kesim vahşi kapitalizm dönemini andıran koşullarda çalışmakta.
Kuralsızlığın kural sayıldığı bu sektörlerde mobbing sıradan bir vaka. Çalışan işçilerin alacakları ücret ve çalışma saatleri önceden belirlenmiyor.
Bu işçiler esnek çalışma adı altında uzun saatlerle ve düşük ücretlerle çalıştırılıyor. Fazla mesai ücreti nedir birçoğu hiç bilmiyor.
Onlara sunulan yalandan kariyer olanakları onları daha fazla köleleştiriyor.
Kentlerde barınabilmek için daha fazla borçlular. Neredeyse borcu olmayan emekçi yok
Bir kısmı sigortasız, neredeyse tamamı sendikasız ve güvencesiz çalıştırılıyor.
Son dönemde bu yurttaşların bir kısmı Kent Emekçileri Dayanışması etrafında güçlerini birleştirdiler.
Birçok sektörün kendi bünyesinde oluşturduğu dayanışma ağlarının çatısı olarak kurulan Kent Emekçileri Dayanışması, güvencesiz ve örgütsüz çalışanların birlikte mücadele ederek, kendi aralarında da dayanışarak, sermayeye karşı kuvvet oluşturacakları bir mevziiye dönüşüyor.
Tüm emekçi kardeşlerimizi, bulundukları sektörlerdeki sendikalarında, mahallelerindeki dayanışma ağlarında, Kent Emekçileri Dayanışması etrafında örgütlenmeye davet ediyorum.
Biz örgütlendikçe, daha güçlü olacağız. Sesimiz daha gür yankılanacak. Daha geniş kesimlere ulaşacak. “
‘İŞTE SELEFİ ÖRGÜTLENMELER BURADAN TÜRÜYOR’
Basın toplantısının devamında Türkiye’de eğitimin geldiği son noktaya ilişkin de değerlendirmelerde bulunan Erkan Baş, “Tableti, bilgisayarı veya internet erişimi olmadığı için eğitim alamamaları onların suçu değil. Onların velilerinin suçu değil. Öğretmenlerinin suçu değil. Bu iktidarın suçu” ifadelerini kullandı.
Baş, DİSK’in verilerine göre 2 milyona yakın çocuk işçi olduğunu söylerken şunları kaydetti:
“Bakın DİSK’in rakamlarına göre bu ülkede 2 milyona yakın çocuk işçi var.
Eğitim-Sen’in rakamlarına göre, 11 milyon öğrenciden 4 milyona yakını uzaktan eğitime katılamıyor.
Türkiye’nin bundan büyük sorunu yok!
O eğitim alabilenlerin de nasıl bir müfredatla okudukları ayrı bir sorun.
Onlar da bilimsel ve nitelikli bir eğitim alamasın diye, gelecekte haklarını savunacak bir yurttaş olmasınlar diye MEB elinden geleni yapıyor.
Dahası, yalnız bırakılmış, çok sevdikleri mesleklerini yapamaz hale getirilmiş eğitim emekçilerinin de tatil hakkı ellerinden alınıyor.
Öğretmenlere tatil döneminde yüz yüze kurs görevi çıkartılıyor.
Bu uygulamadan derhal geri adım atılmalıdır.
Bunların yanı sıra bugün bağlantılı bir konuyu daha gündeme getirmek istiyorum.
Çocuklardan ve onların eğitimlerinden bahsediyoruz.
Türkiye’deki eğitimin, Diyanet’le, çeşitli vakıf ve dernek görünümündeki tarikatlarla nasıl gerici bir hale getirildiğini biliyoruz.
Ama bu bağnazlık, yobazlık kendi topraklarımızla da sınırlı değil…
TRT Arapçanın paylaştığı bu görüntüler, Saray Rejiminin nasıl bir yobazlık ihraç ettiğini de gözler önüne seriyor.
Diyanet Vakfı’nın sponsorluğunda Suriye’nin Azez kentinde yapılan hafızlık eğitimleri sonucunda çocuklara sertifikaları verilmiş.
O çocuklar, kız erkek diye ayrılmış. Kız çocukların tamamının yüzleri dâhil her tarafı kapalı.
İşte Selefi örgütlenmeler, işte IŞİD’ler, EL Kaideler buralardan türüyor.
İşte Diyanet ve Saray Rejiminin misyonlarından biri de bu.
Tüm din istismarcısı, yobaz vakıf ve dernekler derhal çocuklarımızdan elini çekmelidir.”
📌 TİP Genel Başkanı Erkan Baş, Türkiye Diyanet Vakfı'nın selefiliğe nasıl sponsor olduğunu anlattı:
— İleri Haber (@ilerihaber) January 26, 2021
💬 "Saray Rejiminin nasıl bir yobazlık ihraç ettiğinin ispatı"
💬 "İşte selefi örgütlenmeler, IŞİD ve EL Kaide buralardan türüyor"
💬 "Çocukların üzerinden ellerinizi çekin"
‘TÜRKİYE GEZİ DİRENİŞİ RUHUYLA YENİDEN KURULACAK’
Basın toplantısında “Türkiye hukuk tarihinin en karanlık günlerinden geçiyor” diyen TİP Genel Başkanı, Anayasa Mahkemesi ve AİHM kararlarının AKP hükümeti tarafından ‘bağlayıcı değildir’ denilerek uygulanmadığını söyledi.
Erkan Baş, Gezi Direnişi davasında yargılananlar hakkında verilen beraat kararlarının bozulduğunun altını çizerken şunları kaydetti:
“Açık, tartışmasız Anayasa hükmüne rağmen AHİM kararlarının uygulanmaması, en yetkili ağızlardan bağlayıcı olmadığı gibi saçma sapan iddiaların dile getirilmesi, yerel mahkemelerin AYM kararlarını tanımaması ve hukuk kurumlarının bir bütün olarak siyasi iktidarın enstüramanı haline gelmesi son derece tehlikeli bir hal almış durumda. Son olarak bir gün bile Yargıtay’da görev yapmamış bir kişinin Yargıtay üyesi olarak sözde seçimlere katılması ve ardından Yargıtay üyeleri arasından seçilen AYM üyesi olarak atanması başlı başına bir skandaldır!
Hukuk düzenin tepesi böyle dizayn edilince de olmaz denilen her şey olabiliyor. Geçen hafta İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 3'üncü Ceza Dairesi’nin açıklanan kararı, Gezi Parkı davasında yargılanan tüm arkadaşlarımız için daha önce verilmiş beraat kararının bozulduğunu öğrenmiş olduk.
Şimdi yandaş medyada çıkan haberlerden anlıyoruz ki, istinafın beraati bozması yetmeyecek, davanın da genişlemesi yönünde çaba harcayacaklar.
Buradan bir kez daha söylüyorum.
Gezi biziz!
Gezi Türkiye’dir!
Gezi, bu topraklarda sergilenmiş en büyük, en haklı direnişlerden biridir.
İşte buradayız.
Siz gideceksiniz, Türkiye Gezi ruhuyla yeniden kurulacak.
Tüm Gezi davası sanıklarıyla, hapisteki Osman Kavala ile dayanışmamızı bir kez daha dile getirmek istiyorum.
Ve davalara filan kalmayacak: Türkiye Cumhuriyeti’nin bugünkü hükümetini elbette yıkacağız.
Elbette çevre için, kadınlar için, gençler için, emekçiler için çalışan bir hükümet kuracağız!”
‘CİNSKIRIMINA KARŞI MECLİS DERHAL ÇALIŞMA BAŞLATMALIDIR’
Konuşmasında Türkiye’de kadınların her türlü şiddet ve zorbalığa maruz bırakıldığını söyleyen Erkan Baş, kadın cinayetlerinin cinskırımı boyuta ulaştığını belirtirken, “Bu ülkede yaşayan tüm insanların eşit yurttaş olarak hayatlarını, can güvenliğini sağlamak çatısı altında bulunduğumuz meclisin asli görevidir” dedi.
Baş, şunları söyledi:
“Kadın örgütlerinin oluşturduğu EŞİK-Eşitlik için Kadın platformunun öncülüğünde birçok aydın ve sanatçı günlerdir kadın cinayetlerinin artarak bir cinskırım boyutuna ulaştığını ve meclisin bu konuda özel oturum ile toplanması çağrısı yapmaktadır.
Bu çağrıya kulak tıkamak, görmezden gelmek kadın cinayetlerinin, kadına yönelik şiddetin artarak devam etmesini umursamamaktır.
Bu ülkede yaşayan tüm insanların eşit yurttaş olarak hayatlarını, can güvenliğini sağlamak çatısı altında bulunduğumuz meclisin asli görevidir.
Göstermelik iktidar destekli gruplar ile değil alanda çalışan, raporlama yapan, kadınların sorunlarına çare arayan kadın örgütlerinin de katılacağı özel oturumlu bir meclis çalışması derhal başlatılmalıdır.
TİP olarak da bunu hem talep etmek hem de süreç içerisinde yer almak görevimizdir.”
‘ŞERAFETTİN ATALAY’A SÖZ VERİYORUZ’
Konuşmasının son bölümünde 1971 yılında katledilen Türkiye İşçi Partisi Amasya İl Başkanı Şerafettin Atalay’ı anan Erkan Baş, “Anısı mücadelemizde yaşayacak. Söz veriyoruz, o bayrağı, biz de daha yukarılara taşıyacağız” dedi.
Baş konuşmasını şu sözlerle tamamladı:
“Son olarak, Türkiye İşçi Partisi’nin, Türkiye’de sosyalizmin tarihi açısından çok değerli bir ismi burada da anarak sözlerimi tamamlamak istiyorum.
Ne yazık ki Türkiyeli sosyalistler, devrimciler için cezaevleri ve katledilmeler yabancı değil. Bu katliamların ilk örneklerinden biri de 50 yıl önce 27 Ocak 1971 günü hain bir pusuda öldürülen Türkiye İşçi Partisi Amasya İl Başkanı Şerafettin Atalay yoldaşımızdır.
Türkiye siyasi tarihinin ilk siyasi faili meçhullerinden biri olan Atalay, bu topraklardaki sosyalizm mücadelesinin öncülerinden biriydi. Henüz genç yaşlarında katıldığı işçi sınıfının mücadelesini Amasya’nın en ücra köşesine kadar taşımış ve 1965 seçimlerde Türkiye İşçi Partisi’nin Amasya’da Türkiye’nin iki katı oy almasını sağlayan çabası kendisini de hedef haline getirmiştir. Bizler biliyoruz ki bugün bu topraklarda işçi sınıfının siyasetinden, bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm mücadelesinden bahsedebiliyorsak bu Mehmet Ali Aybarlar, Behice Boranlar kadar bu mücadeleyi ülkenin dört bir yanında örgütleyen Şerafettin Atalaylar sayesindedir.
Yarın tıpkı 50 yıldır her yıl olduğu gibi ailesi, dostları ve yoldaşları Şerafettin Atalay’ı mezarı başında anacaklar. Bizler de söz veriyoruz ki onlarca yıldır her türlü baskıya, zorbalığa karşı kuşaktan kuşağa aktarılan bu onurlu mirası taşıyıp bizden sonraki kuşaklara devretmek için elimizden gelen çabayı sarf edeceğiz.
Anısı mücadelemizde yaşayacak.
Söz veriyoruz, o bayrağı, biz de daha yukarılara taşıyacağız.