Hediye Levent: İdlib, Türkiye’nin Suriye Politikasının Sonu Olacak
İdlib operasyonunun 8 yıldır süren savaş için ‘yolun sonu’ olarak değerlendiren gazeteci Hediye Levent, bu operasyonun aynı zamanda Türkiye’nin Suriye politikasının da bitişi olacağını belirtti. Rusya’nın İdlib’deki grupları tasfiye etmesi için Eylül başına kadar Türkiye’ye süre verdiğini ifade eden Levent, Türkiye’nin İdlib’te, Şam’ın masaya oturduğu YPG ve Suriye ordusu ile birlikte hareket etme durumunda kalabileceğini, TSK ve birlikte hareket ettiği ÖSO gruplarının cihatçılarla çatışabileceğini söyledi.
10-08-2018 06:12

Meryem Yıldırım / @meryem_yildrim
Suriye gündemine ilişkin gerek sahadaki haberleri gerekse analizleriyle öne çıkan tecrübeli gazeteci Hediye Levent ile “Suriye’de yolun sonu” olarak değerlendirilen İdlib operasyonunu konuştuk.
İdlib'in önemini, masadaki güçleri, cephedeki son durumu ve operasyonun sonuçlarını 5 soruyla değerlendiren Levent ile İleri Haber olarak yaptığımız röportajı okurlarımıza sunuyoruz.
1. İleri: Suriye ordusu tüm ülkede tam zaferini ilan etmenin eşiğinde, büyük bir operasyon yapılıyor. İdlib’de de sular ısındı. Suriye hükümeti cephesinde, İdlib operasyonunun 8 yıldır süren savaşın sona ermesi için bir anahtar olacağı belirtildi. İdlib son operasyon ya da bir diğer deyimle ‘yolun sonu mu’?
Öncelikle Halep’teki silahlı grupların tahliye edilmesi ve Halep’in tamamının Suriye ordusunun kontrolüne geçmesinden sonra zaten Suriye’deki vekalet savaşı önemli ölçüde yön değiştirmişti. Halep anlaşması, bitiş sürecinin başlangıcıydı. Halep’ten sonra Suriye ordusunun aslında Halep dahil olmak üzere ‘öncelikli kurtarılması gerekenler’ listesi vardı diyebiliriz. Buna göre öncelikle Şam ve Halep başta olmak üzere büyük şehirlerin çevreleri, ondan sonra Hama ve Humus gibi Halep ve Şam’ı birbirine bağlayan, aynı zamanda sahili birbirine bağlayan kentlerin etrafları, bir sonraki aşamada Dera kenti, listenin en sonunda da İdlip yer alıyordu.
İdlib’in listenin en sonunda yer almasının bir nedeni var: Bunlardan biri; Suriye içinde son 3 yıldır şimdiye kadar Suriye ordusu ile silahlı gruplar arasında yapılan bütün anlaşmalarda silahlı gruplar İdlib’e nakledildiler. İdlib’te Astana ve Soçi süreçleri ile bir çatışmasızlık bölgeleri garanti edilmişti. Garantör ülkelerden biri de Türkiye. Dolayısıyla İdlib, Suriye’nin diğer bölgelerindeki El Kaide ağırlıklı olmak üzere cihatçı yapıların toplandığı ve aynı zamanda diğer bölgelere saldırmayacakları, Astana’daki o çatışmasızlık anlaşmasıyla garanti altına alınmış bir yerdi. Dolayısıyla Suriye ordusu ve Rusya açısından ‘çatışmasızlık bölgeleri’ anlaşması oldukça verimli kullanıldı.
Peki şimdi durum ne?
Son olarak Suriye ordusu Ürdün sınırındaki Dera kentini kontrolü altına aldı. Bu durumda Suriye’nin tamamında geriye iki tane nokta kaldı. Biri; Kürtler’in elindeki Suriye’nin kuzeyindeki Rojava bölgesi, ikincisi de İdlib şehri. İdlib’e bir operasyon yapılacak, hazırlıkları devam ediyor. Bu çerçevede Şam ve Halep çevresindeki bazı kamplar, İdlib’e yönelik operasyon sonrasında oradan tahliye edilecek siviller için hazırlanmaya başladı. İdlib’e yönelik bir operasyon hazırlığı var. Kürtlerle ilgili de zaten bildiğimiz gibi Şam ve Kürtler arasında görüşmeler başladı, müzakere süreci başladı.
İleri Hatırlatıyor
Ancak İdlib’e askeri operasyon sadece Suriye ordusu ve Rusya’nın karar alacağı bir süreç değil, Türkiye de doğrudan taraf İdlib’e. Bu sebepler Türkiye ile Rusya arasında bir takım görüşmelerin başladığı, Rusya’nın da Türkiye’den İdlib’deki cihatçı yapıları çözmesi veya bir şekilde kendilerini lağvetmesini, Türkiye’nin bu yönde harekete geçmesini istediği öne sürülüyor. Böyle bir durum söz konusu İdlib için.
‘BÖLGEDEKİ BAZI GRUPLAR SURİYE ORDUSU İLE ANLAŞMAK İSTİYOR’
İdlib’e yönelik bir operasyon olacak, orası kesin. Ancak biraz önce bahsettiğimiz gibi, cihatçı yapıları, önce El Nusra Cephesi’ydi, uluslararası baskılar vs. azaltmak için, hepsinin kendilerine çeki düzen verip katılacakları yeni bir ‘çatı örgüt’ oluşturmaya çalışıyor Türkiye dahil bazı ülkeler. Henüz buna dair Nusra Cephesinden katılıp katılmayacaklarına dair bir açıklama gelmedi. Ancak İdlib’in zaten silahlı grupların kontrolüne, Nusra Cephesinin kontrolüne geçtiğinden beri iç çatışmalar, iç huzursuzluklar yaşanıyordu. Kaldı ki Suriye’nin diğer bölgelerine tahliye edilenlerle birlikte iç huzursuzluk arttı. Şimdi bu günlerde de operasyon belirtisi var. İdlib içerisindeki silahlı gruplardan bazı isimlerin Suriye ordusu ile anlaşmak istediğini biliyoruz, bu yönde açıklamalar yapılıyor.”
‘EVET, İDLİP YOLUN SONU’
“Yine bazı cihatçıların ve silahlı grup mensuplarının kaçmaya çalıştığını biliyoruz. Dolayısıyla evet; İdlip yolun sonu. Ancak operasyon ne zaman başlar, çerçevesi ne olur, Türkiye’nin şu anda bulunduğu girişimler sonuçlanır mı? 70 bin kişiden bahsediyorlar, oradaki silahlı gruplar bir ordu şeklinde yeniden dizayn edilir mi, toparlanabilir mi bunları henüz bilmiyoruz. Ancak bildiğimiz tek şey şu; mevcut şartlar altında İdlib Suriye’de büyük çaplı operasyonla müdahale edilecek tek yer olarak duruyor. İdlib, Suriye ordusunun kontrolüne geçtiği zaman Suriye’deki kanlı vekalet savaşı bitmez, bunun siyasi boyutu da var. Ancak büyük ölçüde savaşın biteceğini söyleyebiliriz.”
‘OPERASYON BAŞARILI OLACAK’
2. İleri: İdlib’deki gruplar kendi aralarında çatışmaktan dağılmış durumda. Bölgede geçtiğimiz günlerde Nusra'nın önde gelen isimlerinden Abdullah el Şami ve Sultan Murat Tugayı Komutanı Ebu Ahmed Sinsavi’nin öldürüldüğü ve bu suikastlardan IŞİD’in sorumlu tutulduğu gündeme yansımıştı. Bir taraftan da bölgede Suriye ordusuna sadakatlerini ilan edenler var. Bir operasyon durumunda bölgenin bu dağınık yapısı düşünüldüğünde kolaylıkla alınabileceği söylenebilir mi? Operasyonun cephedeki dengeleri sizce nasıl olur?
Suriye ordusu Rusya desteğiyle İdlib’e müdahale ederse İdlib’in kolaylıkla ele geçirileceği kesin. Çünkü zaten oradaki silahlı gruplar oldukça sıkışmış durumdalar. Lojistik hatları kesilmiş durumda. Çok fazla silahlı grup var. İçlerindeki en disiplinli grup Nusra Cephesi. Ancak Nusra Cephesi diğer grupları tek çatı altında organize edip, Suriye ordusu ve Rusya’ya karşı etkili bir savunma geliştirebilir mi, bu çok mümkün görünmüyor. Operasyon başlarsa Suriye ordusu ve Rusya başarılı olur ancak bunun bir de devamı var. Daha önce de belirttiğimiz gibi Nusra Cephesi El Kaide’nin Suriye kolu ve ‘nitelikli savaşçı’lardan oluşuyor. Yine diğer bazı grupların militanları da nitelikli ‘savaşçılar’. Gerilla taktiğine; vur kaç taktiğine dönebilirler. Suriye içine dağılıp bir takım saldırılara girilebilirler.”
‘ILIMLI GRUPLAR SURİYE ORDUSUNA ENTEGRE EDİLEBİLİR’
“İdlib, Suriye ordusunun kontrolüne geçse bile ‘tamamen’ kontrolüne geçmesi uzun sürecek bir kaosa dönüşebilir ortam. Bu noktada bu silahlı gruplara yönelik iki tane seçenek dile getiriliyor benim kendi kaynaklarımda da edindiğim bilgiye göre:
Nusra Cephesinin militanları ve yabancı militanlar ya öldürülecek ya da yargı sürecine gönderilecek. Ancak, bazı gruplar da var; bunlar doğrudan cihatçı ajandasına sahip değiller, bunlar için de Suriye ordusu ile uzlaşma süreçlerinin başlayabileceği belirtiliyor. Uzun vadede İdlib’deki silahlı grupların Suriye ordusuna entegrasyonu dahi olabilir. Toplu af çıkarılabilir ya da ona benzer bir şey olabilir. Ancak bu sadece ılımlı gruplar için söz konusu olabilir.”
‘SURİYE’DEKİ VEKALET SAVAŞI SICAK SAVAŞTAN SİYASİ ÇEKİŞME SÜRECİNE DÖNDÜ’
Hediye Levent
“Cephede artık İdlib’den sonra savaş nizamı, ülkenin her yerinde sıcak savaşın aynı gün belki de yüzlerce noktada devam ettiği bir top yekün savaş halinden biraz daha farklı bir noktaya geçecek. Suriye’deki vekalet savaşı zaten sahadaki sıcak savaştan siyasi çekişme sürecine dönmeye başladı aslında, IŞİD’le mücadele sona erdiğinden beri. Cephede savaş büyük ölçüde bitmiş olacak İdlip’ten sonra.”
‘ARALARINDA IŞİD’İN DE OLDUĞU SİLAHLI GRUPLAR YENİDEN TOPARLANABİLİR’
“Ancak şunu ısrarla belirtmekte fayda var; Suriye resmi olarak çıkıp ‘Suriye’de savaş artık bitti’ dendikten sonra da biz yer yer çatışma haberlerini almaya devam edebiliriz. Çünkü El Kaide uzantılı Nusra Cephesi gibi, IŞİD gibi cihatçı yapılanmalar kolay kolay kökünden koparılacak yapılar değil. Kaldı ki hem Suriye’de biraz daha hafif bu durum. Irak’ta özellikle IŞİD’in yer yer toparlandığına dair izler var. 2 yıl öncesi gibi sel gibi akıp, birçok yeri tarumar edecek şekilde yeniden yapılanmazlar. Ancak yeni bir örgüt çatısı altında karşımıza yenide çıkmaları da mümkün. Yani Suriye ordusu ile silahlı yapılar arasındaki sıcak savaş sona erse bile, yer yer çatışmaların devam etmesi olasılık dahilinde.”
‘ABD, SURİYE’DE 2011’DEKİ DURUŞUNU DEĞİŞTİRDİ’
3. İleri: İdlib’deki ‘son savaş’ için bir müzakere savaşı da söz konusu. Bu anlamda bir dizi güç var. 16 Temmuz’da Helsinki’de yapılan Putin Trump görüşmesi sonrası Suriye’de Esad’lı geçiş için mutabakata varıldığı dile getiriliyor. İsrail’in de benzer açıklamaları oldu. Öte yandan İdlib operasyonu için bölgedeki güçler düşünüldüğünde, sınırda bir kordonu olan Türkiye, Suriye’nin kuzeydoğusundaki ABD ve Kürt güçleri ile Rusya var. Savaşın büyüğünün masada olacağı söylenebilir mi?
Siyasi düzeyde müzakere süreci başladı. Ancak şöyle bir durum da söz konusu; Helsinki zirvesi, Suriye’deki durum dahil olmak üzere bölgedeki durum açısından önemliydi. Biz hala zirvenin detayları neydi, ikili görüşmelerde neler konuşuldu onu çok bilmiyoruz. Çok fazla bilgi sızmadı o konuyla ilgili. Ayrıca zirveden sonra ABD ve Rusya arasındaki karşılıklı adımların neler olacağını da henüz bilmiyoruz. Bu iki noktayı bir kenara not ederek şunu belirtmekte fayda var; Suriye’de Amerika büyük ölçüde 2011’deki duruşundan oldukça farklı bir noktada duruyor şu anda.”
‘SURİYE, RUSYA’NIN BÖLGESİ OLARAK TANINACAK’
“Amerika ve Rusya arasında bütün dünyayı kapsayan bir güç bölüşme çekişmesi var. Amerika Suriye’de geçen yılki politikaları yürütmüyor, daha esnemiş durumda. Bu durumda mevcut şartlara bakılacak olursa Suriye ‘Rusya’nın bölgesi’ olarak tanınacak gibi görünüyor. Tabi belirtmek de fayda var; yarının ne getireceğini bilemeyiz.”
‘ABD’NİN BAĞIMSIZ KÜRT DEVLETİ PLANI OLSAYDI, TÜRKİYE’NİN AFRİN OPERASYONUNA KARŞI ÇIKARDI’
“Türkiye’yi bir kenara koyarsak, Kürtlerle Şam zaten görüşmeye başladılar. Suriye’deki sahayı başından beri takip edenler olmak üzere Şam ile Kürtlerin çatışmayacağını, savaşmayacağını ve illa ki o masaya oturacağını yıllardır söylüyoruz. Amerika’nın derdi de orada Türkiye’de de dile getirilen tezlerin aksine ‘bağımsız Kürt devleti kurulsun’ gibi bir şey değil. Zaten ABD’nin böyle bir ajandası olsaydı Türkiye’nin Afrin’e yönelik operasyonuna şiddetle karşı çıkardı. Türkiye’nin Menbiç’e yönelik taleplerine karşı çıkardı. Kabul etmedi ama reddetmedi aynı zamanda. Amerika’nın orada farklı bir derdi söz konusu. Ancak uzun vadeli işte “Kürtlere bağımsızlık verecek, Irak gibi üsleri olacak” gibi bir ajandası yok Amerika’nın Suriye’de. Bu durum haliyle Amerika’nın ajandası, Suriye’deki yeniden yapılanması sürecini de etkileyecek doğrudan. Dolayısıyla Amerika, Rusya, Avrupa ülkeleri, Türkiye dahil olmak üzere birçok ülke elbette dahil olmaya çalışacak Suriye’nin yeniden dizaynı anlaşmasına. Ancak sıcak savaş dönemindeki yoğun ve çok konsantre çeşitli gruplar ve isimleri illa masaya oturacak kadar bir çaba olacağını düşünmüyorum. Yani biraz daha sakince geçecektir. Astana, Soçi ve Cenevre süreçleri de birbirine paralel ilerleyecek gibi görünüyor.”
‘RUSYA, SURİYE’DE POZİSYONUNU YAVAŞ YAVAŞ DEĞİŞTİRDİ’
“Bir nokta daha var; Rusya Suriye’deki vekalet savaşına başından beri taraf oldu. Suriye’nin Ortadoğu’ya giriş kapısı olduğunu ajandasıyla, politik tavrıyla duyurmuş oldu. Aynı zamanda bu savaş devam ederken aktif olarak, Rusya yavaş yavaş pozisyonunu da değiştirmeye başladı Suriye içinde. Özellikle ABD’nin İran ile yaptıkları nükleer anlaşmayı iptal etmesi, yaptırım uygulaması gibi manevralarından sonra Rusya Suriye’deki vekalet savaşının tarafı olan ülkelerden biri pozisyonundan çıkıp ‘sorun çözen, arabulucu ülke’ pozisyonunu pekiştirmeye başladı. Suriye’deki siyasi yapının yeniden dizaynı aşamasında; işte anayasanın yazımı, parlamento seçimi gibi süreçlerde Rusya’nın bu pozisyonunu daha da pekiştirmesini bekliyoruz ve görünen o ki Amerika da, İsrail de Rusya’nın bu pozisyonuna en azından şimdilik itiraz etmiyorlar. Diğer taraftan Rusya Suriye’deki savaşa dahil olduğunda Suriye ile İsrail arasındaki husumete karışmadığını ve karışmayacağını defalarca açıkladı çeşitli ağızlardan. Rusya ve İsrail arasındaki ilişki de farklı kulvarlarda ilerledi. Suriye’deki süreçte bunu da bir kenara yazmak gerekiyor.”
‘YPG, SURİYE ORDUSUNA ENTEGRE EDİLECEK’
4) İleri: Demokratik Suriye Güçleri’nin siyasi yapılanması olan Demokratik Suriye Meclisi ile Suriye hükümeti arasında 26 Temmuz’da Şam’da yapılan görüşmelerin ilk turundan sonra MSD, Suriye hükümeti ile müzakerelerin ilerletilmesi ve şiddetin sona ermesi konusunda anlaşmaya varıldığını açıkladı. DSM Eş Başkanı İlham Ehmed’in “Kürt savaşçıların İdlib’de düzenlenecek bir harekâta Suriye ordusunun yanında katılabileceğini ve Şam’la Türkiye’ye karşı daha kapsamlı bir işbirliği yapabileceklerini” söylemişti. Bunun gerçekleşmesi mümkün mü? Mümkünse sahadaki sonuçları ne olur?
“Zaten yeni dönemde tartışılan konulardan biri ‘YPG ve polis gücü olan asayişin bekası ne olacak?’ Şam ile Kürtler görüşmeye başladılar. Masadaki model kesinlikle bağımsızlık değil ve Türkiye’de dillendirilen çerçevesiyle ‘özerklik’ de değil. Daha çok mahalli idarilerin güçlendirilmesi gibi bir çerçevede. Ancak içeriği müzakerelerle şekillenecek, bunu ısrarla belirtelim.
Bu çerçevede YPG ile asayişe ne olacak?
Genel anlamda da iki taraftan da gelen sinyaller çerçevesinde YPG’nin Suriye ordusuna entegre edileceğini söyleyebiliriz. Asayiş de polis gücü, asayiş gücü olarak kalmak isteyenler de Suriye devletine bağlı yerel polis gücü olarak kalacak gibi duruyor.”
‘İDLİB OPERASYONU AYNI ZAMANDA AFRİN’İN KUŞATILMASI DEMEK’
“Bu süreçte İdlib’e yönelik bir operasyona Kürtler birincisi iyi niyetli olarak katılmak istiyorlar. İkincisi Afrin meselesinden dolayı katılmak istiyorlar çünkü biliyorsunuz Türkiye’nin Afrin’den itibaren Fırat Nehri’ne kadar olan bölgeye kendine yakın grupları yerleştirme gibi bir politika güttü. Bu çerçevede eğer Kürtler Suriye ordusuyla birlikte İdlip’e yönelik bir operasyon düzenlerse Afrin’i de bir anlamda kuşatmış olacaklar. Çünkü Afrin ile İdlip zaten sınır. Diğer yandan Suriye ordusu ile doğrudan iletişimleri başlamış olacak.”
‘TÜRKİYE SURİYE ORDUSU İLE HAREKET EDEN YPG’YE SALDIRMAZ’
“Üçüncü noktada şu: Suriye ordusu ile birlikte hareket eden YPG’ye Türkiye’nin saldırması pek olası değil. Çünkü aynı zamanda Suriye ordusuna da saldırmış olacak. Ki Türkiye bugüne kadar Suriye ordusuna doğrudan saldırmak gibi bir duruma girişmedi. Bu nedenle olası bir İdlib operasyonu Suriye ordusu ile birlikte YPG unsurlarının yapması mümkün görünüyor. Zaten bu tez de epeyce bir çevre tarafından dile getiriliyor.”
‘İDLİB İLE TÜRKİYE İÇİN SIKINTILI SÜREÇ BAŞLAYACAK’
5) İleri: Türkiye'nin İdlib'deki desteklediği söylenen Heyet Tehrîr El-Şam (Cebhet El-Nusra/El Nusra Cephesi) ve diğer selefi gruplar, isim değişikliği ile tasfiye görüntüsü vermeye çalıştığı ve bir panik halinde olduğu söyleniyor. Bu panik halinin nedeni ne sizce? Ankara’nın İdlib operasyonundaki yeri ve istekleri ne olur? Ankara’ya sonuçları ne olur?
“On binlerce kalifiye nitelikli cihatçı var. Bütün bu savaşın da Türkiye sınırında olması oldukça önemli. Türkiye’yi nasıl etkileyecek? Türkiye’ye kaçmaya çalışırlar mı ya da Türkiye içindeki uzantılarını harekete geçirirler mi bunları bilmiyoruz. İdlib, Suriye ordusunun kontrolüne geçtikten sonra Türkiye politikasını değiştirir mi bunu da bilmiyoruz. Aynı zamanda Türkiye’nin El Bab dahil Fırat Kalkanı ve Afrin operasyonlarında belli bir derinliğe kadar girmişti Suriye içine. O bölgelerden Türkiye’yi çıkarmaya dönük açıklamalar şimdiden geldi. Türkiye çekilir mi ya da ne kadar sürede çekilir onu da bilmiyoruz. Ancak Türkiye için açıkçası İdlib operasyonuyla birlikte sıkıntılı bir süreç başladı diyebiliriz.
Türkiye, İdlib sürecinde, garantör olmakla birlikte, İdlib’e yönelik politika ve söylemlerini büyük ölçüde değiştirmişti ve Türkiye, Astana ve Soçi süreçlerinde çatışmasızlık anlaşmalarına garantör olarak imza attığında şunu da söylemiş oldu; evet İdlip bir sorun, buradaki bazı gruplar radikal ve sorunun bir parçası.”
‘TÜRKİYE SURİYE’DE AKINTININ TERSİNE YÜZEMEYECEĞİNİ FARK ETTİ’
“Çünkü o zamana kadar Türkiye bunun tam tersini dile getiriyordu. Diğer taraftan o anlaşmaya taraf olmakla birlikte, Rusya ile dolayısıyla Şam ile de asgari müşterekte anlaşmak zorunda kaldığını kabul etmiş oldu. Akıntının tersine yüzemeyeceğini fark etmiş oldu anlaşmayla birlikte.”
‘RUSYA TÜRKİYE’YE SÜRE VERDİ’
“Türkiye İdlib operasyonuna engel olamayacak. İdlib’deki silahlı grupları bir çatı altında toplamakla uğraşıyor. Ancak bugünlerde gerek Şam gerek Rusya kaynaklarından dile getirilen başka bir iddia var: Rusya’nın Türkiye’ye Eylül ayının başına kadar süre verdiği ve İdlib’deki cihatçı grupları tasfiyeye zorlamasını istediği öne sürülüyor.”
‘TSK VE ÖSO GRUPLARI İDLİB’DEKİ CİHATÇI GRUPLARLA ÇATIŞMA İDDİASI VAR’
“Bu çerçevede TSK ve birlikte hareket ettiği ÖSO gruplarının da İdlib içinde cihatçı yapılanmalara yönelik, operasyon olmasa bile bir mücadeleye gireceğine dair iddialar var. Henüz başlamadı. Ufak ufak da olsa çatışmalar var ancak ne kadarı Rusya’nın verdiği mühletle ilgili bunu bilmiyoruz. Peki Türkiye bunu yapamazsa ne olur?”
‘TÜRKİYE ‘MECBUREN’ CİHATÇILARIN KARŞISINDA YER ALACAK’
“Bu durumda Rusya ya da Suriye ordusu operasyona başlayacak. Türkiye şu süreçte dahil olsa da olmasa da Türkiye için şöyle bir sonuç ortaya çıkıyor.
Suriye ordusu operasyon yapsa da yapmasa da Türkiye cihatçılara karşı ya tek başına savaşacak, şimdiden onları karşısına alıp savaşmaya başlayacak; ikinci opsiyon Suriye ordusu ve Rusya cihatçılara yönelik operasyon başlattığı zaman cihatçıların safına geçip onlarla birlikte savaşamayacağına göre, istemese bile taraf olacak. Yani Suriye ordusu ve Rusya cihatçılara yönelik operasyon başlattığında Türkiye ‘mecburen’ cihatçıların karşısında yer alacak gibi birkaç opsiyon var.”
‘İDLİP, TÜRKİYE İÇİN SURİYE POLİTİKASININ SONU OLACAK’
“Bütün opsiyonlar da Türkiye’nin yönetebileceği şekiller, süreçler değil gibi görünüyor. İlk soruda, “İdlib savaşın sonu mu?” diye sormuştunuz, Suriye’deki savaşın tam anlamıyla sonu değil ama Türkiye’nin Suriye politikasının neredeyse sonu diyebiliriz.”
İLGİLİ HABERLER
İstanbul Şehir Üniversitesi’ne haciz işlemi
Dinçer Gökçe, sosyal medyada yaptığı açıklamada, çok sayıda eşyanın haczedildiğini belirtti.
11-12-2019 17:37

AKP’den ayrılıp parti kuracağını açıklayan eski Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun kurucusu olduğu Bilim ve Sanat Vakfı’na ait İstanbul Şehir Üniversitesi’nin malvarlıklarına Halkbank tarafından tedbir konmuştu.
Gazeteci Dinçer Gökçe, sosyal medyada yaptığı açıklamada, kasadaki 6 bin 390 TL'nin yanı sıra çok sayıda eşyanın da haczedildiğini belirtti.
Gökçe, haciz tutanağıyla birlikte şu mesajları paylaştı:
“Halkbank'a olan 417 milyon liralık kredi borcu ile siyasetin de gündeminde olan İstanbul Şehir Üniversitesi'nde dün haciz işlemi yapıldı. Bir promosyon firması, ödemesini tahsil edemeyince üniversitenin binasında dün fiili haciz yaptı. Kasadaki 6.390 TL'nin yanı sıra bazı eşya da haczedildi. Kasadaki para dosyaya alınırken, eşyalar yeddi emin olarak üniversitenin mali işler direktörüne yeddi emin olarak teslim edildi. Üniversiteye ait görünen Tuzla ve Kartal'daki 16 parsele de haciz şerhi işlendi.”
Halkbank'a olan 417 milyon liralık kredi borcu ile siyasetin de gündeminde olan İstanbul Şehir Üniversitesi'nde dün haciz işlemi yapıldı. Bir promosyon firması, ödemesini tahsil edemeyince üniversitenin binasında dün fiili haciz yaptı. Kasadaki 6.390 TL'nin yanı sıra çok sayıda+ pic.twitter.com/9tnHgGl7Pq
— Dinçer Gökçe (@DinerGke) December 11, 2019
Saray Türkiyesi’nden bir devlet kurumu fotoğrafı: TCDD son 3 ayda hangi olaylarla gündeme geldi?
TCDD’de on yıllar öncesinde başlayan çürüme, AKP döneminde tasfiye boyutuna ulaşmış görünüyor. Bu çürümeyi net biçimde görmek için, çürümenin en acı sonuçlarından biri olan Çorlu tren katliamının 10-11 Eylül ve 10 Aralık’ta görülen davasındaki duruşma aralarına bile bakmak yeterli...
11-12-2019 14:52

İleri Haber
Çorlu tren katliamının 4. duruşması dün görüldü. Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları’ndan (TCDD) üst düzey hiçbir sorumlunun yargılanmadığı davada alt düzey denilebilecek kurum görevlileri yargılanıyor. Katliamda yakınlarını yitiren aileler ise Ulaştırma Bakanlığı ve TCDD’den üst düzey sorumluların da yargı önüne getirilmesi istemiyle adalet taleplerini her ortamda dile getirmeye devam ediyor.
Son dönemde en çok tartışılan kurumlar arasında olan TCDD’de ise on yıllar öncesinde başlayan çürüme, AKP döneminde tasfiye boyutuna ulaşmış görünüyor. Bu çürümeyi net biçimde görmek için, çürümenin en acı sonuçlarından biri olan Çorlu tren katliamının 10-11 Eylül ve 10 Aralık’ta görülen davasındaki duruşma aralarına bile bakmak yeterli.
ÇALIŞANLARININ AĞZINDAN TCDD
Çorlu tren katliamının 10 Eylül’de görülen 2. duruşmasında sanık beyanları alınmıştı. Bu beyanlarda kurumdaki işleyişe dair sanıkların anlattıkları dikkat çekmiş ve TCDD’deki çürümenin sadece bir boyu ortaya çıkmıştı:
- Sanık Turgut Kurt, kazadan sonra kontrol ekibi talep ettiği zaman Bakım Daire Başkanı Fahrettin Yıldırım’ın “Nasıl böyle bir şey istersiniz" diye yanıt verdiğini söyledi. Kurt, bu talebinin üzerine TCDD 1. Bölge Müdürlüğü (Haydarpaşa) Demiryolu Bakım Servis Müdürlüğü'nde Servis Müdürü Vekili olarak görev yapan Mümin Karasu'dan, sonra da Fahrettin Yıldırım’dan fırça yediğini açıkladı.
- Turgut Kurt: Yeni yapılan menfezler eskilerden daha dayanıksız ve bunlara danışmanlık yapan Mustafa Karaşahin bilirkişilik yapıyor
- Müşteki avukatının "Neden bu kadar hızlı sürede hat açıldı" sorusu üzerine Özkan Polat, "Demiryolunun ihtiyacı nedeniyle çünkü Türkiye’de bulunan yabancı vagonlar, ülkede kaldığı sürece TCDD ödeme yapmak zorundadır. Bunun için hattın açılması gerekiyordu" dedi.
- Özkan Polat: Olaydan sonra olayın gerçekleştiği menfeze usulüne uygun dolgu yapılmadı ve burada trafik devam etti.
- Çetin Yıldırım: 736 kilometreden tek başıma sorumluyum.
- Çetin Yıldırım: Kazanın olduğu menfeze balast tutucu yapılması için 3 muayene döneminde de rapor yazdık. Balast tutucu yapılsaydı, kanımca menfezin altı kolayca boşalmayabilirdi.
- Sanık avukatı Mehmet Ektaş: TCDD ve Ulaştırma Bakanlığı'ndaki bazı kişileri korumaya yönelik hazırlanmış bir komplo belgesidir. İddia ederim ki, TCDD bünyesindeki menfezlerin %96'sı Çorlu'da çöken menfezle aynı durumdadır.
DEMİRYOLLARINDA ÖLÜM KOL GEZİYOR
Gerçek sorumluların yargı önüne çıkarılmaması demiryollarında başka ölümlerinde gerçekleşmesine zemin oluşturdu. 19 Eylül’de Bilecik'te Yüksek Hızlı Tren hattını (YHT) kontrol eden ve tünelde raydan çıkan kılavuz trende 2 makinist hayatını kaybetti.
Olayın ardından Jeoloji Mühendisleri Odası'nın (JMO) TCDD'yi kazanın meydana geldiği bölge hakkında 4 yıl önce uyardığı ortaya çıktı.
JMO'nun 2015 yılında hazırladığı raporda, birçok konuda ihmallerin olduğuna yer verildi. Raporda, Ahmetpınar-Bilecik arasındaki 8 kilometrelik bölümde, Ankara-İstanbul güzergahındaki iki ayrı bölümde, Alifuat Paşa-Arifiye arasında kalan bölümde jeolojik açıdan ciddi risklerin bulunduğu belirtildi. YHT altyapısı güvenli olmayan bu bölgelerde çalışmasının riskli olduğuna değinildi.
ÖDÜL GİBİ ATAMA
20 Eylül’de TCDD Genel Müdür İsa Apaydın görevden alındı. Apaydın'ın yerine gelen isim ise Ali İhsan Uygun oldu.
Uygun ve Apaydın’ın isimleri, 9 kişinin hayatını kaybettiği Ankara’daki yüksek hızlı tren kazasına ilişkin sürdürülen soruşturmada dosyaya giren bilirkişi raporunda 7 yöneticiyle birlikte ‘kusurlu’ olarak geçiyordu.
Olaya ilişkin 25 Haziran tarihli raporda, çok sayıda üst düzey yöneticisinin kusurlu olduğu tespiti yapılınca soruşturma genişletilmişti. Bilirkişi raporunda “Ankara -Sincan hızlı tren hattını imalat tamamlanmadan ERTMS/ETCS sistemi gerekleri olmadan işletmeye açığı için TCDD Genel Müdürü İsa Apaydın’ın kusurlu” olduğu belirtilerek “Yeni kurulan trafik yönetim sistemi (özellikle makasların manuel olduğu) daha önce uygulanan bir sistem olmadığı, olası risklerin bilinmemesi ve literatürde karşılığı bulunmaması, sistemin uluslararası düzenlemelerde ve uluslararası demiryolu ağında karşılığı bulunmaması” gerekçesiyle, “TCDD Genel Müdür Yardımcısı Ali İhsan Uygun, TCDD Genel Müdürlüğü Trafik ve İstasyon Dairesi Başkanı Mükerrem Aydoğdu, TCDD Genel Müdürlüğü Trafik ve İstasyon Daire Başkanlığı Şube Müdürü Recep Kutluay kusurludur” denilmişti.
Ekim ayının sonunda soruşturmanın tamamlanmasıyla hazırlanan iddianamede ise bilirkişi raporunda kusurlu bulunan Apaydın ve Uygun şüpheli olarak yer almadı.
İleri Hatırlatıyor
AKÇELİ İŞLER - I
Duruşmalar arası TCDD’yi en çok gündemde tutan olay ise İstanbul’da tarihi Haydarpaşa ve Sirkeci tren istasyonlarının bazı bölümlerinin kültür ve sanat etkinlikleri için kullanılmak üzere kiralanması için açılan ihale oldu.
Kurumun açtığı ihaleyi Hezarfan Danışmanlık Limited Şirketi kazandı. İhalede, ikinci teklif sahibi İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) şirketlerinin oluşturduğu konsorsiyum ise teknik hatalar nedeniyle elendi.
İhaleye ilişkin tartışmalar ihalenin ardından başladı. Hezarfan Danışmanlık Limited Şirketi'nin sahibi Hüseyin Avni Önder daha önce de mütevelli heyetinde AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın oğlu Bilal Erdoğan'ın yer aldığı Okçular Vakfı'nın genel müdürlüğü görevini yürüttüğü ortaya çıktı.
İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, "Toplantıda kim olduğu belli olmayan, daha düne kadar İBB'nin bir çalışanı olan, 3 bin TL maaş alan, bir vakfın da geçmişte genel müdürlüğünü yapmış bir şahsa ait şirkete, İstanbul'un en kıymetli Haydarpaşa ve Sirkeci garlarının arka planındaki kullanım alanları ticari faaliyet yapılmamak üzere 350 bin TL bedelle bizim ihaleye girmemizi engelleyerek, bizden habersiz verdiler” dedi. İBB, ihaleyle ilgili suç duyurusunda bulundu.
Ulaştırma Bakanı Mehmet Cahit Turan, İmamoğlu’nun sözleri üzerine “TCDD'nin itibarını zedelemeye kalkmasındaki maksadı nedir?” sorusunu yöneltti. İmamoğlu ise Turhan’a şu şekilde cevap verdi:
“TCDD’nin itibarını yeterince zedelediniz, bugüne kadar yaptığınız işlerden, kazalardan zedelediniz. Büyük bir zedelemeyi siz yapıyorsunuz, bizim de vazifemiz size engel olmak. Bu tarihi yerlere aslanlar gibi sahip çıkacağız. Günün birinde bu yaptıklarınıza çok utanacaksınız sayın Bakanım.”
İleri Hatırlatıyor
AKÇELİ İŞLER - II
TCDD tarafından yurt dışından ithal edilen yanlış ebatlardaki 83 tonluk tren tekerlekleri hurdaya ayrıldı. İddiaya göre, kanun kapsamında Makine ve Kimya Endüstrisi Kurumu’na (MKE) satılması gereken 19 milyon dolar değerindeki hurda, yandaş vakıf ve kuruluşlara hibe edildi.
İddialarda geçen Uluslararası Barış Federasyonu (UBFED) Başkanı avukat Mehmet Ali Canlı, AKP’de görevler aldı ve hatta milletvekili adayı bile oldu.
Canlı’nın biyografisinde şunlar yer aldı:
- 2002 yılında AKP’nin katıldığı ilk seçiminde Ankara Milletvekili aday adayı olarak başvuruda bulundu
- 2009-2013 yılları arasında AKP Ankara İl Başkanlığı Disiplin Kurulu’nda Sekreter olarak görev yaptı
- 7 Haziran 2015’teki 25. Dönem Milletvekili Seçimlerinde AKP’den Ankara 1. Bölge Milletvekili adayı oldu.
Derneğin Facebook sayfasında AKP kongresine katılım yapıldığına dair paylaşımlar da dikkat çekti.
Konuyla ilgili Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Tekirdağ Milletvekili Candan Yüceer, Ulaştırma Bakanı Turhan’a soru önergesi verdi. Yüceer, önergesinde “Anılan STK’nın Başkan ve yöneticilerinin AK Parti bünyesinde siyaset yapmalarının söz konusu başvuru sonucuna etkisi olmuş mudur?” diye sordu.
Mardin'de HDP'li İl Eş Başkanı Salih Kuday'ın da aralarında bulunduğu çok sayıda kişiye gözaltı
Mardin'de sabah saatlerinde birçok adrese operasyon düzenlenerek çok sayıda kişi gözaltına alındı. Gözaltına alınanlar hakkında 24 saat avukat kısıtlılığı kararı verildi.
11-12-2019 14:50

Mardin’in Kızıltepe, Nusaybin ve Artuklu ilçelerinde sabah saatlerinde birçok adrese eş zamanlı operasyon düzenlendi. Yapılan baskınlarda HDP Mardin İl Eş Başkanı Salih Kuday ve Mardin Tabip Odası Başkanı Derya Etem’in de olduğu çok sayıda kişi gözaltına alındı.
Mezopotamya Haber Ajansı'na göre, operasyon kapsamında şu ana kadar gözaltına alındığı öğrenilen isimler arasında Halkların Demokratik Partisi (HDP) Mardin İl Eş Başkanı Salih Kuday, parti üyeleri Neda Alper ve Emel Oran ile Mardin Tabip Odası Başkanı Dr. Derya Etem de var.
Evine yapılan baskında gözaltına alınan Mardin Tabip Odası Başkanı Etem’in çalıştığı özel hastanedeki odasında da polislerce arama yapıldığı öğrenildi. Gözaltına alınanların sağlık kontrollerinin ardından Mardin İl Emniyet Müdürlüğü’ne götürüleceği belirtildi.
Gözaltına alınanlar hakkında 24 saat avukat kısıtlılığı kararı alındığı da öğrenildi.
Yandaş Yeni Akit yazarı Dilipak: İnsanlar bize bakıp dinden soğuyor
Gerici Yeni Akit yazarı Abdurrahman Dilipak, bugünkü yazısında "Güzel değil kötü örnek oluyoruz artık. İnsanlar bize bakıp dinden soğuyor" ifadelerini kullandı.
11-12-2019 14:02

Gerici Yeni Akit gazetesi yazarı Abdurrahman Dilipak, bugünkü yazısında 'dinin bazıları tarafından kullanıldığını' iddia ederek "Her devrin adamları, her zaman bir yolunu bulur ve gemilerini yürütürler. Bunlar, kendilerini gizlemek için toplumun itibar ettiği her şeyi kullanırlar. Cesur göründüklerine bakmayın, korkaktırlar. Cesaret gösterisi yapıyorlar. Tavus kuşu gibi tüylerini kabartıyorlar" ifadelerini kullandı.
"Evindeki çerçeveletip duvara astığı Kâbe örtüsü ya da manasını öğrenme zahmetine bile katlanmadığı pahalı hat levhası onu kurtaramayacak" diyen Dilipak ayrıca 'bugünkü müslümanların' kötü örnek olduklarını söyledi.
Yazının ilgili kısmı şu şekilde:
"Hani 'el emin' olacaktık, 'Urvetül vuska' olacaktık, 'Veresetül enbiya' olacaktık, 'Yaşayan Kur’an' olacaktık? Güzel değil kötü örnek oluyoruz artık. İnsanlar bize bakıp dinden soğuyor. Birileri artık başlarını açsalar, yamyam birtakım insanlar dinden söz etmeseler, aslında daha iyi ederler sanki. Zaten bazıları başlarını açmaya başladı.
Kızılı moru yeşile boyayınca bizim olmuyor. Şarabı üç yudumda, besmele çekerek içerseniz helal olmaz. Hakkı ile elde edilmeyen makam da, servet de saadet sağlamaz.
Adamın biri birine namaz kıl diyormuş öteki de ona sen de zekat ver diyormuş. Yoldan geçen dönmüş bakmış, 'Namaz oruç sende yok, hac zekat da ötekinde yok. Bir kelime-i şehadet kaldı onun da manasını bilmezsiniz tartışmayın varın gidin işinize' demiş."
İleri Hatırlatıyor
Türk-İş’in milyonluk garajı: 6 aracın toplam değeri 1.5 milyondan fazla!
Türk-İş’in milyonluk garajının görüntüleri ortaya çıktı. ‘İşçinin haklarını korumak için’ kurulan sendikanın garajındaki 6 arabanın piyasa değerinin 1.5 milyon lira olduğu anlaşıldı.
11-12-2019 13:45

Asgari Ücret Tespit Komisyonu 2. toplantısını Türk-İş’in Ankara’daki Genel Merkez binasında gerçekleştirdi. Asgari ücretle geçinen milyonlarca vatandaşın gözü kulağı bu toplantılardayken Türk-İş’in garajındaki 6 arabanın ortalama değerinin 1.5 milyon liradan fazla olduğu ortaya çıktı.
ERGÜN ATALAY’IN MAKAM ARABASININ DEĞERİ 400 BİN LİRA
2018 yılında Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu Başkanı Atalay, Şeker-İş Başkanı İsa Gök'ün tartışma konusu olan makam aracının ardından açıklamalar da bulunmuş "Biz işçinin parasının ve haklarının sadece emanetçisiyiz. Bu dönem sorumluluğumuz da hassasiyetimiz de iki katına çıkmak zorunda. Aksini yapanlarla anlaşamayız" demişti.
Yeniçağ’dan Berkay Bigeç’in haberine göre, Türk-İş Genel Merkez Binası’nın tam girişinde bulunan Volvo S90 D4 marka aracın Türk-İş Genel Başkanı Ergün Atalay’ın makam aracı olduğu iddia edildi. Volvo marka aracın Türkiye satış fiyatı 400 bin TL.
6 ARACIN TOPLAM DEĞERİ 1.5 MİLYONDAN FAZLA
Türk-İş binasının otopark görüntülerinde gözüken 6 arabanın toplam değerinin ortalama 1.5 milyon liradan fazla olduğu belirlendi. Söz konusu araçların listesi şöyle:
Volvo S90 D4 ortalama satış fiyatı 400 bin TL, E serisi Mercedes 400 bin TL, AUDİ A6 300 bin lira, Volvo S60 100 bin lira, Passat 150 bin lira.
ASGARİ ÜCRETLİNİN 198 AYLIK MAAŞI
Türkiye’de asgari ücret 2020 lira, bir asgari ücretli 198 ay maaşına hiç dokunmadan para biriktirirse Volvo S90 marka bir araca sahip olabilir. Bu da ortalama 16.5 yıla denk geliyor.
Kanal İstanbul İtirazları: Nüfus artar, su kirlenir, ekosistem zarar görür
İnşaat Mühendisleri Odası Başkanı Cemal Gökçe, Kanal İstanbul projesinin ekolojik yıkıma neden olacağını belirterek “İstanbul ve Trakya’nın yok oluş projesidir” dedi.
11-12-2019 13:22

Kanal İstanbul projesinin yeniden gündeme gelmesi üzerine TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası, yazılı bir açıklama yaparak projenin olumsuz etkilerine dikkat çekti.
Açıklamada “Yıllardır ilgi alanımız içine sokulan fakat uzun bir süredir uykuda tutulduğu anlaşılan İstanbul Kanal Projesi uykudan uyandırıldı. Bir kez daha ülkemizin gündemine oturdu” denildi.
‘Kanal İstanbul projesi neden yapılmamalıdır’ başlıklı açıklamada dikkat çeken noktalar şu şekilde:
‘SUYUN KİMYASAL YAPISI BOZULACAK
“Kanal Projesi yapılırsa, Marmara Denizi’nin suyunu, 25 metre derinlikteki kanal suyu üst akıntısının Marmara Denizi’ne girmesiyle, oksijensiz bırakacaktır. Denizin alt tarafında bulunan suyun kimyasal yapısı daha da bozulacak.
‘PROJE BÖLGEYİ, İNŞAAT SEKTÖRÜNÜN ARAZİSİ HALİNE GETİRME PROJESİDİR’
Doğru bir kentleşmeyi ortaya koymak için öncelikle bilimsel ölçüler içinde bir planlamanın yapılması gerekir. Oysa bu proje ilgililer tarafından sadece Karadeniz ile Marmara Denizi’ni birleştiren bir suyolu projesi olarak sunuluyor. Bölgenin ekosistemi ile birlikte Trakya ve İstanbul’un geleceği açısından konuya bakılmıyor. Sulak alanların içi ve dışı düşünülmemektedir.
Bu proje; 3. Köprü, 3. Havalimanı ve Çanakkale Köprüsü ile birlikte bölgeyi inşaat sektörünün bir arazisi haline getirme projesidir. Bir suyolu projesi değildir? Bölgede oluşturulacak yeni bir kent, İstanbul’un altyapı sorununu daha da büyütecektir.
‘YERALTI SULARINI TAHRİP EDECEK’
Su kanalı deniz seviyesine kadar kazılacağı için bu kanal bir drenaj sistemi gibi çalışacaktır. Kanal çevresinde doğal olarak bulunan yer altı su rezervuarlarını tahrip ederek, çevrenin tuzlanmasına neden olacaktır.
Deniz suyu ile tatlı su birbirine karışacaktır. Deniz ekosistemi ile kara ekosistemi iç içe geçecektir.
‘TARLALAR SULANAMAZ’
Küçükçekmece Gölü, Sazlı Dere ve Terkos Barajı özelliğini yitirerek tuzlanacaktır.
Trakya Bölgesi’nde bulunan tarlalar sulanamayacak bölge çoraklaşacaktır. Ayrıca kanal kazısı yapılırken iş makinaları ve patlayıcı maddeler kullanılacağı için çevrenin ekosistemi ile birlikte fauna ve florası bozulacaktır.
‘PROJE İSTANBULU BİTİRME PROJESİDİR’
Kanal çevresine ve kıyılara yapılacak inşaatlarla yeni bir kent yaratılmış olacaktır.
İstanbul’un nüfusu 25 milyon olacak, Trakya ile birlikte bölgenin nüfusu 40 milyona ulaşacaktır. Bu proje Trakya Havzası ile birlikte İstanbul`un bitmesine neden olacak bir projedir.
Kanalın yer altı su dengesini bozarak tuzlanması, barajların bir kısmının servis dışı kalması nedeniyle var olan su kaynaklarının bugünkü nüfusa bile yetmeyeceği açıkken, 40-45 milyon nüfusa çıkacak olan İstanbul ve Trakya’nın su ihtiyacı nasıl karşılanacaktır?
45 kilometre uzunluğunda yapılacak olan bu kanal projesi tarım alanlarını parçalayacak, kanal üzerinde 7 ile 9 köprünün yapılması gerekecektir. Kanal ile Boğaz arasındaki bölge bir ada haline dönüşeceği için tüm ulaşım sistemleri değişecek ve yeni sorunlar yaşanacaktır.
‘DEPREM RİSKİ’
Kanal kazısından çıkan toprakla Marmara Denizi’nde adalar yapılarak yerleşime açılacağı ifade edilmektedir. Marmara Denizi’nin içinden geçen fay hattının üreteceği 7 ve üzeri büyüklükteki bir deprem, bu adaların denizle buluşmasına ve batmasına neden olacaktır.
Kanal Projesi bir ulaşım projesi değildir. İstanbul Havalimanı, 3. Boğaz Köprüsü ve Çanakkale Köprüsü ile birlikte, İstanbul’un kuzeyinde ve Trakya bölgesinde yapılaşmamış alanları imara açacak olan yeni bir rant ve emlak projesidir. İstanbul ve Trakya’nın yok oluş projesidir."