5 başlıkta Erdoğan’ın İstanbul’a ‘ihaneti’

5 başlıkta Erdoğan’ın İstanbul’a ‘ihaneti’

Erdoğan her ne kadar “İstanbul’a ihanet ettik” dese de, AKP’nin İstanbul’da uyguladığı kentsel politikaların “bir hata” olmaktan öte bizzat AKP rejiminin kurucu öğesi olduğunu hiçbir zaman unutmamak gerekiyor. Biz de unutulmasın diye Erdoğan ve ekibinin İstanbul’a ‘ihaneti’ni 5 başlıkta derledik.

AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Yıldız Teknik Üniversitesi'nde düzenlenen Uluslararası Şehir ve Sivil Toplum Kuruluşları Zirvesi’nde son derece ironik bir konuşma gerçekleştirdi.

“BİZ BU ŞEHRE İHANET ETTİK”

Öncelikle İstanbul’a yaptıkları kötülüğü itiraf eden Erdoğan, “Biz bu şehrin kıymetini bilmedik, biz bu şehre ihanet ettik, hala da ihanet ediyoruz, ben de bundan sorumluyum.” ifadelerini kullandı.

1994 yerel seçimlerinden bu yana yaklaşık çeyrek asırdır şehri yöneten ve İstanbul’u betona boğan hareketin lideri Erdoğan, yüksek yapılardan şikayet ederek, “Bizim evlerimiz genişlese de gönüllerimiz daralıyor. Binalarımız yükseldikçe ufkumuz kararıyor.” diye konuştu.

“TABİATI MERKEZE ALMAYAN PROJENİN GÖZÜMDE DEĞERİ YOK”

Başta Kuzey Ormanları olmak üzere İstanbul’da yeşile dair ne varsa yok eden kentleşme pratiğinin başmimarı olan Erdoğan ironik bir şekilde, “İnsanı ve tabiatı merkeze almayan hiçbir projenin ne kadar albenili olursa olsun benim gözümde hiçbir değeri yoktur.” diyerek adeta duygularımıza tercüman oldu.

HANGİ DAĞDA KURT ÖLDÜ?

Kuşkusuz Erdoğan’ın şehircilikle ilgili bir organizasyonda, şehirciliğin temel hassasiyetlerinden olan doğal alanların korunmasına ve insani ölçekte yapılaşmaya vurgu yapması anlaşılabilir bir şey. Ancak yine de özeleştiri dolu bu konuşma insanda merak uyandırıyor: Hangi dağda kurt öldü?

Erdoğan’ın bu sözleri, istifaya zorlanan Kadir Topbaş’ın ardından sarf etmesi dikkat çekiyor. Ancak AKP’nin İstanbul’da uyguladığı kentsel politikaların “bir hata” olmaktan öte anlam içerdiğini belirtmek gerekiyor. Sermaye birikim rejimini kent rantlarına el konulmasına odaklamış bir iktidarın, ülke ekonomisini bir felakete sürüklemesi muhtemel inşaat odaklı büyüme stratejisinden vazgeçeceğini düşünmek saflık olur. Dolayısıyla kentsel mekanın her bir metrekaresinin alınıp satılabilir hale getirilmesi hedefiyle donatılmış AKP tipi kentleşme politikasının, bizzat AKP rejiminin kurucu öğesi olduğunu unutmamak gerekiyor.Biz de unutulmasın diye Erdoğan ve ekibinin İstanbul’a ‘ihaneti’ni 5 başlıkta derledik.

PLANLAMAYA KARŞI PİYASA

AKP döneminde İstanbul’a yapılan kötülüklerin en başında planlamayı yok sayma anlayışı geliyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin (İBB) istifa eden eski başkanı Kadir Topbaş’ın “İstanbul’un Anayasası” dediği 1/100.000 ölçekli İstanbul Çevre Düzeni Planı’nın (ÇDP) başına gelenler buna verilebilecek ilk örneklerden. 2009 yılında İBB Meclisi tarafından kabul edilen plan, sonradan plan kararlarına aykırı çok sayıda uygulamaya imza atılması nedeniyle işlevsizleştirilerek bir kenara atıldı.

ÇDP kararlarına aykırı uygulamaların başında da Kuzey Ormanlarında inşa edilen mega projeler geliyor. Planda Kuzey Ormanlarının ekolojik anlamda önemi ve korunması gerektiği belirtilmiş olsa da, inşa edilen projelerle bölgenin doğal dokusu paramparça edildi. Kuzey Ormanlarında yaşananların yanı sıra, İstanbul’da plan kararlarına aykırı bir şekilde inşasına başlanan çok sayıda proje, meslek odalarının başlattığı mahkeme sürecine ve hatta aldıkları yürütmeyi durdurma kararlarına rağmen sürdürüldü.

Planlamaya yönelik bu saldırıların arkasındaki motivasyonu, kamu yararı ilkesini merkeze alan planlama biliminin piyasa güçlerini sınırlandırmaya çalışmasına yönelik öfke oluşturuyor.  “Bize plan değil pilav lazım” diyen Süleyman Demirel’in izinden giden Erdoğan ve avanesi, Devlet Planlama Teşkilatı’nı kapatarak merkezi düzeyde planlamaya karşı başlattığı saldırıyı yerellerde de mevcut planları işlevsizleştirerek sürdürdü. Böylece İstanbul’da kentleşme, planlamanın öngördüğü bütünlüklü kentsel gelişmeye karşılık birbirinden kopuk ve bağlamsız projelerle piyasa aktörlerinin hırsları doğrultusunda dengesiz bir şekilde yayılmaya devam etti.

 İSTANBUL’U BETONA BOĞAN KENTSEL DÖNÜŞÜM PROJELERİ

İstanbul’a yapılan bir diğer kötülük ise kentsel dönüşüm projeleridir. AKP’nin 17 Ağustos depremi üzerinden meşrulaştırmaya çalışarak afet risklere karşı öne sürdüğü kentsel dönüşüm uygulamaları ile İstanbul’da çok sayıda bölgede devasa inşaat hareketliliği yaratıldı.

[ih3]

Temel anlamı inşaat sektörüne hareket alanı sağlamak olan kentsel dönüşüm ile birlikte kent merkezlerinde ve bu merkezlerin çeperinde biriken emekçi yerleşimleri birer birer ortadan kaldırılarak, bu alanlar gayrimenkul tekellerinin oyun alanı haline getirildi. Görece daha düşük yoğunluklu emekçi yerleşimlerine karşılık inşa edilen kentsel dönüşüm projeleriyle birlikte yapılaşma ve nüfus yoğunluğu ve bununla birlikte mevcut kentsel altyapı üzerindeki yük de artırıldı.

Kentsel dönüşüm ile birlikte kentten sürülen emekçiler için ise kent çeperinde Toplu Konut İdaresi (TOKİ) eliyle devasa konut blokları inşa edildi. Böylece kent merkezinde kentsel dönüşüm eliyle yaratılan inşaat hareketliliği, TOKİ eliyle de kent dışındaki hazine arazilerine yayıldı. Hem kent içerisinde hem de kent çeperindeki bu inşaat hareketliliği beraberinde yeşil alanların yok edildiği, betonlaşmış bir İstanbul getirdi.

KUZEY ORMANLARINI KATLEDEN MEGA PROJELER

AKP’nin İstanbul’da yağmasında bir diğer adım ise “mega projeler” oldu. İstanbul’un yapılaşmamış kuzeyi, 1990’lı yıllardan itibaren, Acarkent gibi kaçak lüks siteler eliyle yağmalanmaya başlanırken, AKP döneminde bu süreç hızlandı. Marmara Denizi kıyısında paralel bir doğrultu izleyen mekansal yayılmanın kuzeye yönlendirilmesi sürecinde altyapı, yüksek maliyetli ulaşım projeleriyle hazırlandı.

İstanbul trafiğini rahatlatmak iddiasıyla transit geçişlerin yapılacağı söylenen Kuzey Marmara Otoyolu ve 3. Köprü ile Kuzey Ormanlarının dokusu parçalanırken, ÇDP’de Silivri bölgesinde yapılması öngörülen 3. Havalimanı da kuzeye kaydırılarak bölgenin ölüm fermanı imzalandı.

Mega projeler eliyle başlatılan inşaat hareketliliği, kapalı site yapılaşmalarını katbekat artırdı. Bu süreçte sadece doğal alanlar değil, tarım ve hayvancılık faaliyetlerinin durması nedeniyle bölgenin kırsal dokusu da yok edildi.

SİLÜETİ BOZAN GÖKDELENLER

İstanbul’da yüksek yapı furyası ve silüetin yok edilmesi süreci “gökkafes” olarak adlandırılan Süzer Plaza ile başlasa da, AKP döneminde hız kazandı. 2000’li yılların ortalarından itibaren başta Boğaz ve Tarihi Yarımada olmak üzere İstanbul’un önemli bölgelerinin silueti birer birer yükselen gökdelenlerle bozuldu.

Üstelik ANAP döneminde inşa edilen Süzer Plaza ile başlayan “kaçak gökdelen” geleneği sürdürülerek, Anadolu Yakası’nda Four Winds Residence, Avrupa Yakası’nda Sapphire, 16/9 kuleleri gibi çok sayıda yüksek katlı yapı imar mevzuatına aykırı bir şekilde inşa edildi.

CUMHURİYETİN SİMGESİ TAKSİM’E SALDIRI

AKP’nin İstanbul’a yönelik saldırısında başlıca adımlardan bir diğeri ise cumhuriyetin kentteki izini silmek. Bu kapsamda da hedef alınan yerlerin başında kentin en önemli merkezi olan Taksim geliyor.

Cumhuriyetin modernleşme tasavvurunun bir yansıması olarak Atatürk Kültür Merkezi (AKM); Cumhuriyet anıtı ve meydan düzenlemesi, Gezi Parkı ile oldukça işlevsel ve geniş bir kamusal alan haline getirilen ve sonrasında işçi sınıfının sesini duyurduğu bir mekan olarak öne çıkan Taksim Meydanı, AKP döneminde çok sayıda projeyle kamusal niteliğinden arındırılmaya çalışıldı.

[ih2]

İlk olarak hedef alınan yapı AKM oldu. Cumhuriyetin simge yapılarından olan AKM, bir kararla 2008 yılında kapatılarak çürümeye terk edildi. Ardından ise bizzat Erdoğan tarafından hedef alınarak yıkılması için çalışmalara başlandı. Açıldığı günden bu yana sadece Taksim’in değil tüm İstanbul’un kültür-sanat hayatının kalbinin attığı yer olan AKM’nin yok edilmesiyle birlikte Taksim’in “çölleştirilmesi” operasyonu hız kazandı. Başta sinemalar olmak üzere önemli kültür mekanları birer birer kapanırken, yerlerine bol bol alışveriş merkezleri açıldı.

Taksim’e yönelik saldırıda ikinci perde Gezi Parkı’nın yıkılarak yerine Topçu Kışlası’nın yeniden inşa edilmesi projesi oldu. Zaten, Taksim’den Dolmabahçe’ye kadar inen yeşil bir vadi olarak planlana ve İnönü Gezisi olarak adlandırılan alan, lüks otel projeleriyle parçalanarak oldukça küçültülmüştü. Gezi Parkı’na son darbeyi indirmek isteyen AKP, yurt çapında bir isyanın kıvılcımını yakan Gezi Parkı direnişiyle karşılaşınca geri adım atmak durumunda kaldı.

Ancak durmayan AKP iktidarı bu sefer de “Taksim Meydanı Yayalaştırma Projesi” eliyle meydanı bir beton yığınına çevirerek işlevsiz, kullanışsız hale getirdi. Trafiğin yer altına alınmasıyla toplu ulaşım kullanan yurttaşlar, egzoz dumanlarına maruz kalmaya mahkum edilirken, hemen her yağışta göle dönen tünel nedeniyle İstanbul trafiği içinde çıkılmaz bir hal aldı. Son olarak tarihi Su Deposu’nun arkasında başlatılan cami projesiyle birlikte cumhuriyetin simgesi Taksim Meydanı’nın yok edilmesi sürecinde yeni bir aşamaya geçildi.

DAHA FAZLA