24 Temmuz: 110. yıldönümünde ‘bayram’ değil ‘mücadele günü’

24 Temmuz: 110. yıldönümünde ‘bayram’ değil ‘mücadele günü’

Sansürün kaldırılışının 110. yıldönümü nedeniyle ‘Basın Bayramı’ olarak anılan 24 Temmuz, AKP’li yılların basın özgürlüğüne karşı topyekun saldırıları nedeniyle ‘bayram’ değil ‘mücadele günü’ olarak kutlanıyor. İşte 24 Temmuz’un kimliğini ‘kutlama’dan ‘eylem’e dönüştüren, operasyon ve kırımlarla geçen o süreç…

İleri Haber

Bugün ‘sansürün kaldırılışı’nın 110. yıldönümü.

110 yıl önce sansürün kaldırılması dolayısıyla ‘24 Temmuz Basın Bayramı’ olarak kutlanmaya başlayan bu gün, ne yazık ki günümüzde ‘bayram’ olma niteliğini yitireli çok oldu. Bunun için 16 yıllık AKP iktidarı, son 2 yıllık OHAL rejimi, basına sansür ve saldırıların yüksek dozajla uygulandığı bir döneme geçildi.

Artık sansüre karşı ‘mücadele günü’ ve cezaevlerinde tutsak edilen gazeteciler için bir protesto gününe dönüşen 24 Temmuz, neden o yıllarda ‘bayram’ olarak adlandırılıp kutlandı? Önce buna bir bakalım…

İLK GAZETE İLK SANSÜR

Osmanlı İmparatorluğu’nda 1860’ta yayın hayatına başlayan ilk Türkçe özel gazete olan Tercüman-ı Ahval, Ziya Paşa'nın eleştirel bir yazısı nedeniyle Mayıs 1861'de iki hafta süreyle gözdağı verilmek için kapatıldı. Bu, Türkiye basınında açıkça sansürün ilk örneği ve uygulaması olarak kayda geçti.

EGEMENLERİN EN SEVDİĞİ OYUNCAKLARINDAN: SANSÜR

Resmi olarak ilk sansür ise 10 Mayıs 1876’da “Âli Kararname” ile yasaya koyuldu. Kararname ile ilk defa bütün gazetelere sansür uygulandı. Kararname ile ayrıca yurt dışından getirilen yayınlara yapılan denetim de arttırıldı. Sansür memurları da devletin görevlendirdiği yerlerde gazetelerin ‘yazmaması gereken’ noktaları çıkarttı. Sansürü protesto eden bazı gazetecilerce sansür kararnamesi yayımlanıp altına "Matbaamızın makinesi kırıldığından birkaç gün gazetemizin neşrine muktedir olamayacağımızı müşterilerimize ilan ederiz" şeklinde notlar düşülerek baskıya verilen tepkiler vücut buldu.

II. MEŞRUTİYET’İN İLANI VE SANSÜRÜN KALDIRILIŞI

Abdülhamit tarafından kaldırılan 1876 Anayasası’nın yeniden yürürlüğe girmesinin ardından, 1876’da yine aynı padişah tarafından çıkarılmış olan “Sansür Kararnamesi” kaldırıldı. 32 yıl süren bu sansür uygulaması 24 Temmuz 1908 tarihinde son buldu. II. Meşrutiyet'in ilanıyla gazeteler kurumlarına gelen sansür ve denetim memurlarına karşı mücadele vererek yayım öncesi denetime izin vermedi, uygulamayı durdurdu. 25 Temmuz sabahı gazeteler farklı bir şekilde okurlara ulaştı. Karartılarak geçen yılların ardından gazeteler sansürsüz, denetimsiz ve özgür bir biçimde yurttaşlara ulaştırıldı.

Sansürün kaldırılışı ile Türkiye basın tarihinde önemli bir viraj alındı. Hür bir şekilde yayımlanan gazetelere yurttaşların ilgisi büyük oldu ve satışlar neredeyse ikiye katlandı. Bu, özgür basına duyulan özlemin de göstergesiydi. 24 Temmuz bir anlamda gerçek gazeteciliğin patlama yaptığı gün olarak kayda geçti. O günden itibaren sadece İstanbul'da 353 gazete ve dergi yayın hayatına başladı.

24 TEMMUZ TARİHİNİ KİM ÖNERDİ?

Sansürsüz basının coşkuyla karşılanmasının ardından gazeteci yazar Falih Rıfkı Atay sansürün kaldırıldığı gün olan 24 Temmuz’un ‘Basın Bayramı’ olması fikrini gündeme getirdi. Bu fikir kabul görerek Cumhuriyet Dönemi'nde 24 Temmuz tarihi "Türk Basınından Sansürün Kaldırılması ve Basın Bayramı" olarak ilan edildi.

‘BAYRAM’ NASIL ‘KAVGA GÜNÜ’NE DÖNÜŞTÜ?

Ancak basına yönelik en şiddetli saldırıların ve kazanılmış hak gasplarının yaşandığı Demokrat Parti iktidarıyla büyüyen ve 1971 darbesinden sonra gazetecilere ve yayıncılara yönelik sıkıyönetim sansürü ve ağır baskılar sonucu 24 Temmuzlar artık bayram olmaktan çıkarıldı. Artık “Geleneksel Gazeteciler Günü ve Basın Özgürlüğü İçin Mücadele Günü” olarak kabul görmeye başlayan bu gün, gazeteciliğin 1980 ve 90’lardaki gazeteci katliamlarıyla tarihin en güç döneminden geçerken, mesleğin çilekeş emekçilerinin işsizlik, psikolojik ve fiziksel şiddete karşı verdiği kavganın sembol günü haline geldi.

BASINA YÖNELİK BÜYÜK SALDIRI: 90’LAR

Basına karşı büyük saldırıların göğüslenmeye çalışıldığı, darbelerle geçen dönemlerin ardından, aralarında Uğur Mumcu, Metin Göktepe, Musa Anter’in de olduğu çok sayıda gazetecinin öldürüldüğü, gazetelerin bombalandığı 90'lı yıllar ve sonrasında gelen baskı, sansür ve işsizlik ortamı da bu günün bir eylem ve direniş tarihine dönüşmesinde etkili oldu.

TEK GENEL YAYIN YÖNETMENİ DÖNEMİ: HAVUZ MEDYASI

Gazeteciliğe yönelik büyük bir kırımla geçen 90’ların ardından gelen AKP hükümeti döneminde ise Türkiye, gazeteciler için, en zor günlerin yaşandığı, kumpas operasyonlarıyla, uydurma iddianamelerle, baskı ve tehditlerle ‘dünyanın en büyük gazeteci cezaevi’ haline geldi. Cumhuriyet gazetesinin bombalandığı, Agos gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in göz göre göre katledildiği AKP iktidarı dönemi, 90’lardan farklı olarak; gazetecilerin öldürülmesi yerine gazeteciliğin öldürülmeye çalışıldığı, basının uydurma davalarla baskı altına alındığı bir kırım dönemine evrildi.

BASININ YÜZ KARASI OLAYLAR: 'ALO FATİH' SKANDALI

Basına saldırı konusunda da önceki faşist yönetimlerden de devraldığı mirası sürdüren AKP hükümeti döneminde, gazeteciler itibarsızlaştırmaya çalışılarak, işsizlikle, açlıkla terbiye edilmek istenirken, bir taraftan da iktidarın ‘tek’çi zihniyetine paralel bir medya güruhu oluşturuldu. Devlet kanalı TRT’den, devlet haber ajansı Anadolu Ajansı’na, özel kanallardan gazetelere ve yayın gruplarına kadar yazılı, internet ve görsel basının da içinde yer aldığı bir ‘havuz’ oluşturan, medya operasyonlarıyla hepsini bu kuyunun içine dolduran AKP iktidarı, basının tek genel yayın yönetmeninin elinden çıkmışçasına bir ağız ve görüş birliğiyle konuşturduğu, yaptığı ve yapacağı operasyonlar için dikensiz bir gül bahçesine çevirdiği bir ‘basın ucubesi’ yarattı.

“Alo Fatih” skandalları ile de yandaş basının geldiği noktayı gözler önüne seren, gazeteciliğin yüz karası örnekler ve 2 yıllık Olağanüstü Hal (OHAL) rejimi ile onlarca gazete, televizyon, radyo, ajans ve yayınevinin kapatılması, gazetelerin ve gazetecilerin uydurma davalarla adliye koridorlarına ve koğuşlara mahkum edilmesi ‘bayram’ın değil de mücadelenin sırası olduğunu yakıcı bir şekilde bir kez daha gösterdi.

Çok uzun bir süredir 24 Temmuz, ‘Basın Özgürlüğü İçin Mücadele Günü’ olarak kabul görürken, aynı zamanda gazetecilerin rehin alınan meslektaşlarının özgür kalması, sansüre, baskılara karşı özgürlük bayrağının yükseltildiği bir mücadele momenti haline geldi.

Bu tarih, AKP’nin yarattığı tetikçi, Erdoğan’ın uçağında yeri daime rezervli ‘majeste gazetecileri’ne karşı, bir diğer tabirle ‘operasyon gazeteciliği’ne karşı bir başkaldırı günü olarak da önemli bir gün. 24 Temmuz, Saray gazeteciliğine karşı, halkın haber alma hakkı için direnen bir kültürün “boyun eğmeyeceğiz” itirazını da yüksek sesle dillendirdiği bir uğrak oldu.

OHAL KIYIMI

Kendi deyimleriyle ‘Allah’ın lütfu’ olarak değerlendirdikleri 15 Temmuz darbe girişimini pek çok projesi için olduğu gibi medyaya yönelik dizayn için bir fırsata çeviren AKP hükümeti, yalnızca OHAL döneminde 158 medya kuruluşunu kapattı, yaklaşık 209 gazeteciyi tutukladı, 3 binden fazla gazeteciyi de işsiz bıraktı. Bugün itibariyle Türkiye Gazeteciler Sendikası verilerine göre 143 gazeteci ve medya çalışanı cezaevinde kalemleriyle tutsak edilirken, 24 Temmuz gazetecilik bir ölüm kalım savaşı haline gelmiş, özgür basın için haberciliğin onur savaşına dönüşmüştür.

DAHA FAZLA