“Zaten” siyaseti…

Oy oranları, hele de olası koalisyon bileşimleri üzerine ince mühendislik hesapları yapmak, şu kritik zaman aralığında dikkati bu noktalara yoğunlaştırmak,  bunlar üzerinden siyasal senaryolar üretip, “tutum” belirlemek tutukluğa ve edilgenliğe yol açıyor.

Söylemini, sınıf temelli devrimci eylemle, “sokağın”, halkın gücünü harekete geçiren bir yapma/yaptırmama gücüyle birleştiremeyen sol  hareket, kendini seçim sürecinde de seçim sonrasında da etkisiz, marjinal bir konuma mahkum etmiş oluyor.

Seçimlerin, düzenin temsili meclislerinin devrimci amaçlar için nasıl kullanıldığının Bolşevikler’den Blanki’ye, Avrupa’dan Latin Amerika’ya sayısız örneği var. 1905 devriminin henüz son sözünün söylenmediği bir dönemde, 1906 Birinci Duma seçimlerinde  “ayaklanma” sloganıyla “aktif boykot” öneren Bolşevikler’in sonraki  tüm Duma seçimlerine katıldıklarını, çarlık Duma’sına temsilci gönderdiklerini, bununla da yetinmeyip, seçime katılmadıkları yerlerde başka güçleri, örneğin İkinci Duma seçimlerinde devrimci küçük burjuva demokratlarının partisi Trudovik’leri desteklediklerini biliyoruz. Lenin, o tartışmalar sırasında seçim konusunun “her zaman somut olarak, belli bir siyasal duruma bağlı”  olarak ele alınması gerektiğini yazmıştı.

7 Haziran seçim sürecinde “somut durum” la ilgili rivayetler muhtelif.

İki “rivayet”

Birincisi şöyle özetlenebilir: AKP erime sürecindedir. Erdoğan, üstü emperyalist merkezler ve sermaye tarafından çoktan çizilmiş, alternatifi yaratılana kadar bitkisel yaşam sürdürmekte olan bir siyasal ölüdür. Dolayısıyla, sorun “zaten” gitmekte olan Erdoğan’ı/AKP’yi göndermek değil,  hedefleri arasında sol/sosyalist hareketin tasfiyesi de olan “restorasyon” dur. Sol, bu tasfiye tehlikesini boşa çıkarmak için, olası restorasyonun, olası aktörlerinden ve seçim tuzaklarından uzak bir yerde durarak, kendini korumalıdır. 

İkincisi de şöyle: Seçimler, halkın değil daha çok iç ve dış egemen güçlerin tercihlerine göre şekilleniyor; bu seçimlerde sorunu başkanlık tartışmasına indirgemek, parlamenter işleyişin demokratik olduğu yanılgısına yol açıyor. HDP’nin barajı geçmesi barajı ortadan kaldırmayacak, demokrasi getirmeyecektir. Hiçbir seçim sonucu, ülkenin içinde bulunduğu koşulları esaslı bir biçimde değiştirmeyecektir.

Bu iki yaklaşım da, sonuç olarak ne yapmak gerektiğini değil, ne yapmamak gerektiğini söylemiş oluyorlar.

Buradan devrimci bir siyaset ve hareket çıkmaz.

Devrimci siyaset, uzlaşmaz karşıtlıklar üzerinden kurulur; o karşıtlıkların verili uğraktaki somutluğunda ete kemiğe bürünür; nihayetinde de herkesin anlayacağı sadeleştirici seçenekler üzerinden yaşam bulur.

 “Eğer”, “ama”, “zaten”li cümlelerin çokça kurulduğu yerde devrimci siyaset yeşermez.

Somut durum

Bir: Dünya ve Türkiye medyasına egemen havanın tersine, emperyalist-kapitalist sistem 2008’de patlayan krizden çıkabilmiş değil. Aslında, kriz derinleşiyor. Belirtiler, önümüzdeki aylarda ateşin yeniden yükseleceğini haber veriyor. Türkiye, ekonomik krizle siyasal krizin iç içe ağırlaşarak yaşanacağı bir döneme giriyor. Seçime de, bu sürecin sunacağı devrimci olanakların  ve görevlerin farkında olarak yaklaşmak çok büyük önem taşıyor.

İki: AKP iktidarının 13 yılın sonunda keskin bir dönemece girdiği, yola bugüne kadar olduğu gibi devam edemeyeceği, Türkiye’yi eskisi gibi yönetemeyeceği açıktır. Ancak bu, rezervlerini tükettiği, emperyalistler/kapitalistler tarafından üstünün çizildiği, popüler desteğini yitirdiği anlamına gelmiyor. Erdoğan’ın iktidarı olağan yollardan teslim edeceği anlamına hiç gelmiyor. Özetle, AKP “zaten” gitmiyor.

Üç: Erdoğan, partisini ve cephesini, yeni rejimi yerleştirmek, “Yeni Türkiye” yi kurmak, iktidarını, hegemonyasını yeni bir bloklaşmayla yenilemek/pekiştirmek üzere bir ölüm kalım savaşına sürmüştür. İç savaşı bile göze almıştır.

Dört: Erdoğan’ın fiilen başkan gibi davrandığı, şu anki durumun hiçbir kural ve güçle sınırlandırılmayan bir tek adam diktatörlüğü olduğu doğrudur. Ancak, 10 Ağustos 2014’den bugüne geçen zaman, bu durumun, devlet ve AKP içi dengeler açısından sürdürülebilir olmadığını göstermiştir. Erdoğan’ın, 7 Haziran seçimini başkanlık referandumu haline dönüştürmesinin, tüm gücünü kullanarak AKP’yi bu yola sokmasının, bunlarla da yetinmeyip, seçim kampanyasını bizzat yürütmesinin nedeni budur.

Beş: Erdoğan’ın seçim hedefi, anayasayı tek başına değiştirmek için gerekli 367, bu olmazsa değişiklik önerisini referanduma götürmeye yetecek 330 vekil kazanmaktır. Hedefi tutturursa, devlet ve AKP üzerindeki hakimiyetini, otoritesini pekiştirmiş olacak, totaliter-faşizan devlet örgütlenmesini kurumsallaştırmak yolunda ilerleyecek, güç ve onay tazelemiş Erdoğan’ı tahtından indirmek bir   başka bahara kalacaktır.

Altı: Seçim aritmetiği, HDP’nin barajı aşması durumunda bu iki hedefin de gerçekleşmesinin olanaksız olduğunu gösteriyor. AKP tek başına iktidar olacak oyu alsa bile, 330 milletvekillinden azı, Erdoğan ve AKP için sonun başlangıcı olacaktır. Böyle bir seçim sonucundan sonra, Erdoğan AKP’yi kontrol edemez; devlet bürokrasisi ve AKP içindeki çatlakların büyümesini ve iktidar bloğundaki çözülmeyi engelleyemez; kendisinde iç savaş yürütecek otorite ve gücü de bulamaz.  

Yedi: Erdoğan’ın ve AKP’nin sandıkta geriletilmesi, siyaset güçlerinin yeniden gruplaşıp mevzileneceği, sol toplumsal güçlerdeki yenilgici ruh halinin, devrimci iyimserlik ve enerjiyle yer değiştireceği yeni bir siyasal iklim demektir. Yalnızca sonuçlar bu durumu yaratacağı için değil, bu sonuca büyük ölçüde “kendiliğinden” ve “aşağıdan” gelen sol desteğin katkısıyla ulaşılabileceği için…

***

Sonuç olarak,7 Hazirana ilişkin seçim tutumunu AKP’nin “zaten” bittiği varsayımı üzerine oturtmak, olası koalisyon almaşıkları üzerinden “gard” almak, “HDP’ye oy ver” yalın seçim taktiğini,  stratejik ittifak ilişkilerinde söz konusu olabilecek ölçütlerle yargılayıp eleştirmek, evet kafa karıştırıyor, ama, kanımca en büyük zararı böyle yapanlara veriyor. Çünkü, bu tarz siyasette ısrar,  sol siyasetin toplumsal damarlarını kurutuyor.

Ve unutulmasın, ister ulusalcı, ister liberal odaklardan kaynaklansın,  düzenden, bu anlamda  “dışarıdan” gelen tasfiyecilik ancak,  “iç” sol ortam likidasyona açık olduğu zaman etkili oluyor. (27 Nisan 2015)