Yurttaşlık ve sınıf bilinci

Bugün asıl yapılması gerekenin AKP’nin tabanını “eritmek”, AKP’yi destekleyen emekçi ve yoksul kesimleri “uygun söylemlerle” oradan koparmak olduğu Türkiye solunda sıkça dillendirilir.

İtiraz edilmesi mümkün olmayan pek çok görüş ve saptamada olduğu gibi burada da kimi boşluklar vardır.  İşin aslına bakılırsa solda kimsenin bu kesimler için “durdukları yerde dursunlar” dediği yoktur. Ayrıca solun, aynı kesimlerin duyarlı oldukları varsayılan işsizlik, pahalılık, düşük ücret, sömürü, kayıt dışı istihdam gibi sorunlarla hiç ilgilenmediği de söylenemez.  

Demek ki bir şeyler konuşuluyor, söyleniyor, yazılıp çiziliyor, ama sonuç alınamıyor…

***

Burada kalkıp ne tür söylemlerin bu alanda sonuç alıcı olabileceği konusunda birtakım iddialarda bulunacak değiliz. Çünkü işin en başında, sol muhalefetin bu kesimler üzerinde “söylem düzeyinde” etkili olabileceğine inanmıyoruz.  Doğrudur, AKP iktidarı ya da rejimi geniş emekçi ve yoksul kesimler üzerinde söylemleriyle etkili olabilmektedir; ama bu etkinin temelinde “söylemlerin” kendisinin cazibesi ya da iyi formüle edilmiş olmasından çok sahip olunan güç ve iktidar yatmaktadır. 

Bir zamanların “söylemci” post-Marksist yaklaşımlarının en ciddi gediği, söylemin etkisini, mevcut egemenlik ve güç ilişkilerinin dışında, kendi başına mutlaklaştırarak ele almasıydı. Oysa söylemin etkisi için belirli bir güç eşiğinin aşılması gerekir ve bu eşiğe gene söylemle ulaşılması da mümkün değildir. 

Sonuçta, sol muhalefet örgütlenerek, kimi konularda ortak davranarak, küçük ölçeklerden başlayıp kendi hegemonya alanlarını oluşturarak ve bunlardan kalkıp ortaya bir hareket koyarak belirli bir eşiğe ulaşabilecektir.

Sonra gelsin uygun, çarpıcı ve yaratıcı söylem arayışları…

Öbür türlü, geniş emekçi ve yoksul kesimleri AKP’den koparacak söylemler yarışması açalım olsun bitsin.

***

AKP’ye yönelik desteği eritme tezinin söylemle ilgili yanına kısaca değinmiş olduk.

Peki, ya haklı görünen bu tezin ima ettiği başka noktalar da varsa… Örneğin, insan hakları, kadınların sorunları, demokrasi, barış, çevre gibi temaların AKP’nin peşindeki emekçi ve yoksul kesimleri hiç ilgilendirmediği, dolayısıyla solun bunlara birinci planda yer vermemesi gerektiği düşünülüyorsa? 

Eğer böyle bir düşünce varsa “oradaki” sorundan önce kendi içimizde bir sorun var demektir. Ve bu sorun, az önce sıralanan başlıkların kendi başlarına taşıdığı önem ve değerin de ötesinde başka ve daha “derin” bir konuya işaret eder.

***

Tarihsel olarak, kapitalizmin gelişmesi ve burjuva devrimler bağlamında “yurttaşlık bilinci” ile “sınıf bilincinin” iç içe geçmesi konusunda ne dersek diyelim bunlardan ilkinin ikincisini öncelediği konusunda fazla tartışmaya gerek olmadığını sanıyoruz.

Buradan, uzun bir sıçrayışla son dönemin Türkiye’sine gelirsek, ülkede en fazla yıpratılan, yok sayılmak, yerine başka şeyler geçirilmek istenen kavramlar arasında hakları ve sorumluluklarıyla birlikte yurttaşlığın, yurttaş haklarının ve yurttaşlık bilincinin yer aldığını söyleyebiliriz.

O kadar ki insanların maddi/sınıfsal konumlarıyla siyasal ve ideolojik tercihleri arasındaki açının bu kadar büyümesinde,  yurttaş kimliğindeki ve yurttaşlık bilincindeki eksilmenin önemli bir payı vardır. Tebaa ve ümmet anlayışları, az önce sözü edilen açıyı daha da büyüten katmanlar durumundadır. 

Böyleyse, insan hakları, demokrasi, kadın hakları, çevre gibi başlıklar, kendi değerleri ötesinde doğrudan yurttaşlığı ve yurttaşlık bilincini çağrıştırır; hepsinin, sınıf bilincini “bulandırıcı” değil tersine bu bilince giden yolu temizleyici özellikleriyle değerlendirilmesi gerekir.

Eğer bunları hiç önemsemiyorsak, o zaman bırakalım bildikleri gibi yapsınlar; biz de ileride bu kez tebaaya bile değil kullara nasıl (hangi söylemlerle) sınıf bilinci kazandırılabileceğini tartışırız.