Yunan trajedisi unutulurken

YUNAN TRAJEDİSİNİN DÖRT PERDESİ           

Trajedi son bulmuştur. Gerçek, sahte kahramanlar, hainler rollerini tamamlamıştır. Zalim galip gelmiş; mazlum yenik düşmüştür. Ne var ki, perde, ne hikmetse, indirilmemiştir. Sağ kalan aktörler malum rollerini tekrarlamakta; oyunu zorla sürdürmektedir. Uzayan oyun, trajedi olmaktan çıkar; ilginçliğini yitirir; sıkılan seyirciler de salonu boşaltır.

Temmuz 2015’te “son perdesi” kapanan Yunan trajedisi için aynı şeyleri söyleyebiliyoruz. Durum değişmedi, ama trajedi kanıksandı ve unutuldu.

Önceki perdeleri kısaca hatırlatalım.

Birinci Perde: Goldman Sachs’ı kiralayıp borç istatistiklerini “düzelten” Yunanistan 2001’de Avro Bölgesi’ne kabul ediliyor.

Ülke, hızla Avro Bölgesi’nin “çevre konumu”na yerleşti. 2002-2008’de Almanya’dan, Fransa’dan “bol kepçe” sermaye ithal etti; cari açık tırmandı. Drahmi ortadan kalktığı için devalüasyon gündem dışı kalmıştı. Dış borçlar, dış kırılganlık yükseldi.

İkinci Perde: Avro Bölgesi’nin zayıf halkalarında borç krizi patlak veriyor, Yunanistan Troyka’nın yönetimine giriyor.

Uluslararası finansal bunalım, Avro Bölgesi’nin çevre ekonomilerinde (İrlanda, Portekiz, İspanya ve Yunanistan’da) 2010’da borç krizine dönüştü. “Yunanistan’ı hizaya getirme…” işlevini, Almanya’nın liderliğindeki Troyka (AB Komisyonu, Avrupa Merkez Bankası ve IMF) üstlendi. Alman, Fransız bankalarının Yunanistan’dan 80 milyar dolara ulaşan özel alacakları devletleştirildi. Bütçeden kısarak borçların ödenmesi kararlaştırıldı. Direnmeye kalkışan hükümet istifaya zorlandı. Önce bir teknokratın başbakanlığı, sonra da Yeni Demokrasi/PASOK koalisyonları altında çok ağır bir kemer sıkma programı beş yıl boyunca Yunanistan’a uygulattırıldı. Sosyal göstergeler hızla bozuldu; toplumsal çöküntü başladı.

Üçüncü Perde: “Kemer sıkma programını uygulamayacağız; Avro’dan da çıkmayacağızprogramı ile Syriza iktidara geliyor; Troyka ile müzakereleri başlatıyor.

Ocak 2015’te iktidara gelen Syriza hükümeti altı ay boyunca Troyka ile çetin müzakerelere girdi. Bütçeden kısarak borçların ödenmesinin mümkün olmadığını Almanlara, Avrupa Merkez Bankası’na, IMF’ye anlatmaya çalıştı. Ancak, Troyka, bilimsel kanıtlarla, nicel tutarlılıklarla ilgilenmiyordu. Israr edildi: “Seçim programınız bizi ilgilendirmez; borç yükümlülüklerinizi etkilemez; bunları ihlal, sadece Avro’dan çıkma değil, AB’den de kopma anlamındadır…”

Son Perde: Referanduma sunulan son Troyka programını Yunan halkı reddediyor; Syriza ise iki hafta sonra teslim oluyor.

Haziran sonunda Troyka’nın Yunan hükümetine sunduğu son “Memorandum”, 5 Temmuz’da Syriza tarafından referanduma sunuldu. Sonradan ortaya çıktı ki Başbakan Çipras, aslında, “kabul” oyu çıkmasını ummaktaymış. Yunan halkı ise, ezici (%61,3’lük) bir çoğunlukla Troyka programını reddetti ve drahmi’ye dönüşü dahi kabul edebileceğini belirtmiş oldu. Buna rağmen Çipras, AB’nin ve Avrupa Merkez Bankası’nın ağır şantajı karşısında teslimiyeti yeğledi. İki hafta sonra da halkın reddettiği anlaşmayı (Üçüncü Memorandum’u) imzaladı. Bu anlaşma, yeni bir kredi paketi karşılığında, önceki programları daha da ağırlaştırıyor; borç yükümlülüklerinin ödünsüz, eksiksiz uygulanmasını öngörüyordu.

TRAJEDİ GÜNDEMDEN DÜŞÜYOR

Trajedi burada son buluyor. Zalim, mazlum, kahraman, hain  rolleri iyi dağıtılmıştır. Zalimlerin, (yani Troyka’nın) baş oyuncusu Alman Maliye Bakanı duyarsız, insafsız Wolfgang Schauble’dir. Mazlum, (trajedilerde “koro” tarafından temsil edilen) Yunan halkıdır. Kahramanlık rolünü, önce Yunan Maliye Bakanı Varoufakis üstlenir. Akademik sunuşlar yaparak Schauble ile baş edeceğini sanır; hakarete uğrar; sahneden kovulur. Bu kez gerçek kahraman olarak Yunan halkı (“koro”); referanduma “hayır” diyerek ortaya çıkar. Ne var ki, ihanet ile karşı karşıyadır. Bu rolü Çipras üstlenir. Mazlum (“koro”); yenilgiyi sineye çekerken perde inecektir.

2015’te, “trajedi” son bulduğu için olsa gerek, son bir yılda Yunanistan ekonomisi ilgi çekmedi; gelişmeler sol basında da fazla yer almadı.

Sosyalist çevrelerin ilgi kaybına yol açan bir neden daha var: Syriza, sol bir söylemle, neoliberalizme başkaldırarak iktidara gelmişti. Sermaye tahakkümüne muhalefeti, Güney Avrupa’da radikal sol, sosyalist akımlar üstlenmekteydi. Syriza’nın seçim zaferi, halk muhalefetinin,  “kızıl bayraklar” altında iktidara yürüme olasılığına kapı aralayan bir dönüşüm olarak görülmüştü.

Çipras’ın teslimiyeti, bu iyimserliği çökertti. Syriza’nın PASOK’laşması, Avrupa sosyalistlerini hayal kırıklığına sürükledi. Yunanistan bu anlamda da gündemden düştü.

Öte yandan solcu iktisatçılar, Yunanistan’da adeta bir laboratuvar deneyi gibi uygulattırılan programı izlemeyi, eleştiriyi, arka planda da olsa, sürdürdüler.

'MÜFETTİŞLER' TROYKA'YI VE IMF'Yİ ELEŞTİRİYOR

Bu eleştiri kervanına bugünlerde “IMF’nin teftiş kurulu” da katılmaz mı!  Bu kurul “Independent Evaluation Office” (IEO) adını taşıyor. 2001’de oluşturuldu. Başkanı, IMF Yürütme Kurulu tarafından ve “dışarıdan” dört yıllığına atanır ve tam bir bağımsızlık içinde çalışır. Kurulu ciddiye almak gerekir. Örneğin, 2009’da yayımladığı bir rapor, uluslararası kriz öncesinde IMF’ye egemen olan iktisat anlayışının yetersizliği üzerinde ağır eleştiriler içeriyordu.

IEO, Temmuz 2016’da  IMF ve Yunanistan, Portekiz, İspanya Krizleri başlığını taşıyan bir rapor daha yayımladı. Raporun Yunanistan’la ilgili kesimlerinde, IMF’nin Troyka içindeki rolü, katkıları süzgeçten geçiriliyor; eleştiriliyor. Bunlara kısaca göz atalım.

En ağır eleştiri, herhalde, Yunanistan programının “ulusal aidiyet”ten yoksun olmasıdır (s.34). Bu renksiz ifade ile Yunan hükümetinin Troyka programını benimsemediği, kabul etmek zorunda kaldığı belirtilmiş oluyor.

İyi ama, Troyka’nın bir parçası olan IMF, aynı zamanda Yunanistan’ın da üye olduğu uluslararası bir kuruluş değil midir? Bu kuruluşun Troyka koşulları altında bu ülkeye açtığı krediler, hangi gerekçeyle onaylandı?

IEO Raporu, Yunanistan’a açılan kredilerin IMF Yürütme Kurulu’nda oylanarak geçtiğini hatırlatıyor. Bu oyların ise, üyeler arasında eşit değil, “büyük hissedarlar”, yani AB, ABD lehine ağırlık taşıdığını hatırlatalım. Bu durum, programın oluşmasında, uygulanmasında, “siyasî müdahale alanının, teknik [ekonomik] analizin önüne geçmesi”  riskini ortaya çıkarıyor (s.viii). IEO’ya göre, siyasî öncelikler, ekonomik doğruları çiğnediğinde sorunlar ortaya çıkacaktır.

Rapor, daha sonra, IMF uzmanlarının da katkı yaptığı Troyka programından  örnekler vererek bu tür sorunları somutlaştırıyor. Örneğin, IMF Yunanistan’a kredi açarken, eski borçların (yeniden yapılandırılmadıkça) ödenemeyeceği belli olmuştu. Bu nesnel durum, siyasî nedenlerle dikkate alınmamış; kredi, IMF kuralları ihlal edilerek verilmiştir (s.vii).

Büyüme ve borç/milli gelir göstergelerinin iyimser doğrultuda öngörülmesi de siyasî bakımdan gerekliydi. “Genişletici kemer sıkma” efsanesi canlı tutulmalıydı. Ne oldu? Troyka gözetimindeki Yunan ekonomisi, son iki yılda da küçülmeyi sürdürdü. 2016 milli geliri, 2007 düzeyinin %27 altında kalacaktır. Program için büyük önem taşıyan borç/milli gelir oranlarının düşeceğine ilişkin IMF öngörüleri de tutmadı. Yunanistan’la 2010’da ilk kredi anlaşması yapıldığında, IMF, borç/milli gelir oranının 2014’te %145 olacağını öngörmüştü. IEO Raporu, gerçek oranın %180’e çıktığını belirliyor (s.37).

Kritik öngörülerdeki hatalar, programın başarısızlığı anlamına gelir. Hataların nedeni? IEO basit iktisat mantığı ile açıklıyor: Kamu harcamalarındaki düşmenin ekonomiyi daraltıcı etkileri göz ardı edildiği için… Bu harcamalarda artışın/azalmanın ekonomiyi genişleten/daraltan etkisi (“çoğaltan katsayısı”) adeta bilinçli olarak çok düşük (0,5) tahmin edilmiştir. İktisat mantığıyla savunulması mümkün değildir (s.30). Kısacası, “malî disiplin” büyümeyi engellemekte; önceki kredilerin vadesi geldikçe yeniden borçlanılmakta; milli gelire oranla borç yükü, her aşamada artmaktadır.

Jack Rasmus, bugünlerde yayımlanacak olan (“Yunanistan Yağması: Yeni Bir Finansal Emperyalizmim Yükselişi” başlıklı) bir kitabının bulgularını açıklıyor (Defend Democracy Press, 26 Ağustos). Buna göre 2015’te Yunanistan’a açılması kararlaştırılan 98 milyar dolarlık krediden Yunan toplumuna sadece 8 milyar dolar intikal edecek, gerisi önceki borçların anapara ve faizlerinin ödenmesinde kullanılacaktır. Daha önceki kredilerin toplamı 340 milyar dolardır ve bunlardan Yunan halkına ayrılan pay sadece %5’tir.      

Krediler taksitlere, dilimlere ayrılarak dağıtılmaktadır. Her dilimin ödenmesi ön-koşullara bağlıdır: Memorandum’da öngörülen bütçe hedefleri ile “yapısal” önlemlerin gerçekleşmiş olması…

IEO, Yunanistan’a kabul ettirilen “yapısal” önlemleri, “içsel devalüasyon” önceliği taşıdığı için eleştirmektedir. Nedir “içsel devalüasyon”? Dış açığı frenlemek için ulusal paranın devalüasyonu (“drahmi” yok olduğu için) imkânsızlaşınca gündeme getirilen bir seçenek… Emek maliyetlerinin bastırılması drahmi devalüasyonunun yerine geçer. Bu da işgücü piyasalarına dönük “yapısal reformlar” ile gerçekleştirilir. Ekonominin dışsal uyumu büyük ölçüde emekçilerin sırtına yıkılır. Toplumsal direnmeye yol açması da, elbette kaçınılmazdır. Rapor da, IMF kredilerindeki “yapısal” koşulları, bu tür politik ve toplumsal tepkileri dikkate almadığı için eleştiriyor.

***

IEO, böylece, IMF’nin Troyka anlaşmaları çerçevesinde Yunanistan’a açtığı kredi koşullarını iktisat mantığı ile eleştiriyor. Polemikten kaçan bir üslup içinde, siyasî müdahale öğelerinin yarattığı sorunlara değiniyor.

Büyüme ve borç öngörülerindeki yanlışlıklar açıklanıyor; ama Rapor, yedi yıllık Troyka programları boyunca sosyal göstergelerde gözlenen değişimlerden uzak duruyor.

Yunan trajedisi artık olağanlaştığı için, bu bilgilerin artık ilginçliği kalmamıştır: İşsizlik ortalama %24, gençlerde %50’dir; geçici, güvencesiz istihdam yükselmiş; asgari ücretler, emekli maaşları hızla aşınmış; parasız yemek kuyrukları başlamış, uzamıştır…

Kısacası, 2015’te son perde kapanırken durum neyse, hâlâ öyledir.