Yüce annelik, anne sevgisi ve ideal annelik prangası üzerine

Özge Özpirinçci yeğeninin bakıcısının çocuğa kötü muamele yaptığını ve bakıcının yasal olarak arandığını sosyal medya hesaplarından duyurdu. Twitter’da duyurduktan ve bakıcının yakalanması için yardım istemesinden kısa bir süre sonra sosyal medya, çocukların bakıcılara emanet edilmemesi gerektiği, annelerin evde oturup belli bir yaşa kadar çocuklarına kendileri bakmaları gerektiğini öğütleyen yorumlarla doldu taştı. Tam anneler günü öncesine denk gelen olayın yayılması ile çalışan annelerin hedef tahtasına konduğu, bakıcı kadınların şeytan ilan edildiği, kimi zaman anneliğin yüceltildiği kimi zaman kötü annelerin toplumun en büyük sorunu olduğu yazıldı da yazıldı.

Anne sevgisi maddi hayattan kopuk ilahi bir lütuf mu?

Annelik aynı anda hem değer verilen bir özgüllüğü, yani birini dünyaya getirme gücünü; hem adına siyasal ve sosyal haklar talep edilecek bir toplumsal işlevi; hem de ezilmenin kaynaklarından birini oluşturur.” (1)

Anne sevgisi ya da annenin çocuğa ilgisinin her zaman evrensel bir olgu olup olmadığı çok tartışmalı bir konudur ve feminist sosyologlar arasında da ciddi tartışmalara yol açmıştır. Birçok yazar klasik dönemde soylu kadınların çocuklarını kitlesel bir biçimde sütannelere verdiğini yazmakta ve bu dönemde çocuklara ilgisizliğini tartışmıştır. Anneliğin yüceltilmesinin ve anne sevgisinin yeni bir değer olarak ortaya çıkışının tarihine baktığımızda 18. yy’in yeni anlayış için milat olduğunu görüyoruz. Badinter 16. yy’de annelerin çocuğa gösterdiği şefkatin günah sayıldığını, 18. yy’de ise bunun tersi biçimde çocuklarına şefkat gösteren annelerin kabul gördüğünü belirtiyor (2)

19. yy’den itibaren anneliğin devletin korumakla yükümlü olduğu toplumsal bir işlev olduğu tartışılmaya başlanır. Bu ilk annelik talepleri annelik faaliyetinin ve ev içi hizmetin gerçek bir iş olduğu savına ve bu gerçek işin desteklenmesi gerektiği fikrine dayanır. Diğer taraftan bu taleplerin elde edilmesi için anneliğin yüceliği argümanına başvurulmuştur. 1. Dünya Savaşı ile erkek nüfusundaki azalmaya bağlı olarak kadınların ve annelerin daha fazla işgücüne katılımına neden olur ve bu kez annelikle iş yaşamının bağdaştırılması taleplerinin ortaya çıktığını görürüz. Sovyetlerde elde edilen kazanımların da etkisiyle kadınların çalışma ile anneliği bağdaştırma talepleri daha da yükseldi. Yüce annelik miti bu sefer geri planda kaldı. İkinci Dünya Savaşı sonrası nüfusu artırıcı politikalar ile yüce annelik yeniden yükselerek kahraman anneler ortaya çıktı ve tabii ki kadınlar yeniden eve çocuk bakmaya gönderildiler. Tüm bu süreçler elbette anne sevgisini ve annenin çocukla kurduğu ilişkisini etkiledi.

Doğum kontrol yöntemlerinin gelişmesi, kürtajın yasallaşması için verilen mücadeleler ve ikinci dalga feminizm ile birlikte annelik kavramı yeniden tartışmaya açılmıştır. 70’lerde anneliğin kadını köleleştirdiğini, kadınların özgürleşmesinin önündeki en önemli engel olduğunu iddia eden radikal feminist tezlerle beraber anneliği reddeden bir kuşağın ardından hızla artan sayıda tek başına çocuk büyüten, ne pahasına olursa olsun çocuk sahibi olan özgür anneler kuşağının ortaya çıkışına tanık olduk. Günümüzde de dönüşüm devam ediyor ve birçok ülkede nüfus politikaları doğrultusunda çocuk doğurmanın özendirildiği, diğer taraftan gey çiftlerin evlat edinme hakkına sahip olduğu ve biyolojik anneliğin sorgulandığı zamanlardan geçiyoruz. Elbette annelik kavramı çağımızda yeniden tartışmaya açılacaktır.

Yapılan araştırmalar anneliğin evrensel ve ortak hiçbir davranışını belirleyemiyor. Aksine, her kadına, onun kültürüne, aldığı eğitime, hırslarına, hayallerine, düş kırıklıklarına göre değişen ve kulağa ne kadar zalim gelirse gelsin, annelik sevgisinin de yalnızca bir duygudan ibaret olduğu, dolayısıyla koşullardan etkilendiği sonucu çıkıyor.” (3) Annelik duygusunun merkezindeki kadını da belirleyen tarihsel koşullar hesaba katılmaksızın saf anne sevgisinden bahsetmek, anne sevgisini ilahi bir lütuf olarak görmek mümkün değil. Anneliğin tarihi toplumsal değişimlerden, egemen düzenin ihtiyaçlarından, nüfus politikalarından ve kadın hakları mücadelesinden bağımsız düşünülmemelidir.

Piyasaya emek gücünün yetiştirilmesi ve annelik ideolojisi

Kapitalist ekonominin ihtiyaçları ve bu ihtiyaçların gerektirdiği nüfus politikası çoğunlukla ülkelerdeki anneliğe yaklaşımı belirliyor. Evrensel düzeyde, sermaye piyasanın ihtiyaç duyduğu emek gücünün (yeni işçi/emekçi nesillerinin) yetiştirilmesini kadınlara yükleyerek işçi sınıfının yeniden üretimini garanti ve kontrol altına alır. Ayrıca kadınları aile içerisinde ideolojik olarak kuşatarak, itaatkâr nesiller yetiştirmeyi de garanti altına almaya çalışır.

Kimi zaman sermaye ucuz kadın emeğine duyduğu ihtiyaca göre çalışma hayatıyla anneliğin çatışmaması için çeşitli önlemler alabilir. Ama işsizliğin arttığı ve çocuk bakım hizmetlerinin maliyetinin sermayeye dert olduğu kimi kriz dönemlerinde, muhafazakârlaşmanın ve otoriterleşmenin arttığı dönemlerde kadınlar iş yaşamının dışına itilerek, annelik miti yeniden parlatılır. O zaman çalışan anneleri sorgulama, çocuğuyla iyi ilgilenemediği konuşulmaya; kariyeri için çocuğunu ihmal eden anne örnekleri ve kötü bakıcılar medyada daha fazla yer bulmaya başlar. Türkiye’de de kadınlar doğrudan hedef alınıyor: Haziran 2016’da Recep Tayyip Erdoğan “Çalışıyorum diye annelikten imtina eden bir kadın, aslında kadınlığını inkâr ediyor demektir. Bu benim samimi düşüncemdir. Anneliği reddeden evini çekip çevirmekten vazgeçen bir kadın iş dünyasında istediği kadar başarılı olsun özgünlüğünü kaybetme tehlikesiyle karşı karşıyadır, eksiktir, yarımdır” diyerek çalışan kadınları hedef almıştı (4) Yine kadın iş sahiplerinin katıldığı bir toplantıda kadınlara bırakın bu işleri “nikâhlanın, çoğalın” diye nasihat vermişti. Birçok kez kadınlardan 3-5 çocuk istediğini söyleyen politikacıların yönettiği Türkiye’de kadın istihdamı oldukça düşük ve kamusal kreş hizmeti yok denilecek kadar az…

İdeal annelik prangası

Kadınları çocuk bakımından sorumlu tutan, emek gücünün yetiştirilmesinin maddi ve duygusal yükünü kadınlara yükleyen sermaye kadınları buna ikna etmek için sürekli argüman üretiyor. Erken yaşta çocuk sahibi olup yetiştirmek için her şeyden vazgeçilmesi gerektiği ile ilgili sürekli aba altından sopa gösteriyor. ‘30’lu yaşların sonunda çocuk sahibi olan kadınların ne büyük hatalar yaptığı’, ‘kariyer sevdasına çocukla geçirilecek güzel yılların heba edildiği ’ne dair dair örnekler ve röportajlar okuruz. Geç yaşta hamileliğin ciddi sağlık riskleri yarattığı ile ilgili sürekli veriler de sürekli gözümüze sokulur. New York Times ‘Feragat Devrimi’ lafını kullanarak kariyer sahibi olup, annelikten daha fazla tatmin olduğuna karar verip işlerini bırakan kadınlarla ilgili bir dizi ses getirici röportaj yayınlamıştı. Diğer taraftan çalışan kadınlar çocuklarını kreşe ya da bakıcıya bırakma suçluluğuyla terbiye ediliyorlar. Çocukluk obezitesi, korkunç hazır yemek endüstrisinden çok çalışan ve evde yemek yapamayan kadınların suçudur. Çocuklarda görülen hiperaktivite, davranış bozukluğu gibi bir takım sorunların, eğitim sistemi, baba ya da yaşlı ebeveynlerin hiç sorumluluğu yokmuş da çalışan annelerin ilgisizliğinden kaynaklandığı ile ilgili mesajlar alırız her zaman. İdeal anne tanımıyla sürekli ama sürekli sınava tabi tutuluyor kadınlar.

 

Ama en acımasızı kötü bakıcı haberleri… “Ne de olsa anne gibi olur mu? Çocuğun belli bir yaşa kadar gelmesi için annesi ile olması lazım” yorumları... Biyolojik olarak anne ve bebek arasındaki bağımlılık süt verme ve beslenme ilişkilidir. Zaten iş için ayrılma uzun süre olmamalıdır. İdeal koşullarda her iş yerine yakın bir kreş ve bakım evi olmalı ve orada emzirme odaları olmalıdır. Büyük işletmelerde işyerinin içinde kreş olmalı ve anne ara ara gidip bebeğini emzirebilmelidir. Altıncı aydan sonra katı gıdaya geçişle bu bağımlılık azalır ve süt sağma teknolojisiyle bir süre daha çocuğun ihtiyacı karşılanabilir. Bundan sonra annelikle iş yaşamının arasında ortaya çıkan her çatışma toplumsal bir sorundur. Buradaki esas ikiyüzlülük, çocuk merkeze alınıyormuş gibi annelerin yargılanmasıdır. Çocuğun sağlığı ve gelişimi düşünülüyorsa anneye yakın kreş ihtiyacı karşılanmalı, iş yaşamı ile anneliğin çatışmaması için düzenlemeler yapılmalıdır. Çocukların eğitimi ebeveynlerin ve toplumun ortak sorunudur; tek başına annenin değil.

 

İdeal annelik de kadınları sermayenin ihtiyaç duyduğu emek gücünün yetiştirilmesini garanti altına almak için uygulanan bir baskı. Annenin çocuğunu hayatının merkezine alması gerektiği, anne sevgisinin doğuştan doğal olduğunun propaganda edilmesi, düzenin ihtiyaç duyduğu anne profiline sığmayanların acımasızca eleştirilmesi de bundan…

 

  1. Eleştirel Feminizm Sözlüğü, Helene Hirata, Françoise Laborie, Helene Le Doare, Daniele Senotier, çev. Gülnur Acar Savran, Dipnot Yayınları, 2015, s. 45

  2. Özlem Türkdoğan. Ana Akım Medyada Annelik Miti. Kadın Araştırmaları Dergisi 2013/2, Sayı: 13, s. 35-59.

  3. http://www.birikimdergisi.com/guncel-yazilar/359/kadinin-kimlik-arayisinda-annelik#.WvNiifmFN0w

  4. http://akpkarnesi.catlakzemin.com/annelik-ureme-kurtaj/