Yeni dönemde Türkiye ve sosyalizm

Seçimlere bir hafta kala bunca sıcak gelişme yaşanırken ve “neler olabileceğine” ilişkin belirsizlikler sürerken tutup Türkiye’nin yakın dönemdeki genel siyasal-ideolojik haritasına yönelik kestirimlerde bulunmak pek kolay değildir. 

Dahası, bu tür ortamlarda böyle bir konuya ilişkin yazıların ilgi çekmesi de fazla beklenmemelidir. 
Gene de denemek zorundayız. 24 Haziran ve muhtemelen 8 Temmuz sonrasında Türkiye, sonuçlar ne olursa olsun, yeni bir döneme girmiş olacaktır. Ülkede yaşanacaklarla birlikte sosyalizm de kendi yolunu bu yeni dönemde arayacak, açmaya çalışacaktır.

Bu hengâmede oraya buraya savrulmamak, gündelik gelişmelerin peşinde sürüklenmemek ve kaybolup gitmemek için önce sağlam bir zemin gerekiyor. Sağlam zemin ise, belirli bir soyutlama düzeyini ve bu düzeydeki “ana damarın” yakalanmasını zorunlu kılıyor.

***

Az önce değindiğimiz soyutlama düzeyinde bakıldığında, ülkedeki genel siyasal-ideolojik ortamın son kertede kökleri daha eskilere giden bir çekişmeyle şekillendiğini görürüz. Bu çekişme, 1923 Cumhuriyeti ile onun öteden beri karşısında olan, cumhuriyeti kabullense bile kimi temel ilkelerine ve kurumlarına hep eleştirel yaklaşmış bir başka oluşum arasındadır. 

1923 Cumhuriyeti’nin “yerine oturma” sürecini 1930’dan başlatırsak, en fazla “kendisi olduğu” ve Türkiye’yi de kendine benzettiği dönem 1946’ya kadar 16 yıl sürmüştür. Karşı çizginin en güçlü kitle desteğiyle iktidar olduğu dönem ise 2002 yılında başlamıştır ve o da bugün 16’ıncı yılındadır. 

Türkiye’de sosyalizm, görece etkili olabildiği dönemlerde bunların her ikisini de aşıp başka bir yola işaret edebilirken, diğer dönemlerde iki ana çizginin gölgesinde kalmış, birinin ya da diğerinin çeperlerinde dolaşmış, sosyalizmi bunlardan birinin içinden çıkarmak gibi beyhude işlerle uğraşmıştır. 

Bugünkü durumda görünen şudur: Birinci çizgi kendi içinde biri “ulusalcı”, 1930’lar öykünmecisi, şoven ve otoriter bir kemikleşme yaşarken diğeri sola daha açık eğilimler taşıyan bir ayrışma sürecindedir. İkinci çizgi ise, bir dönem kendisine umut bağlanan AKP’nin “ihaneti” sonrasında liberal demokrasi ihalesine talip çıkmıştır. Kendi içindeki gene sol ve sosyalist unsurlarla birlikte… 

İşin ilginç ve sosyalizm açısından önem taşıyan yanı ise, birinci çizginin kemikleşen unsurlarının (olduğu kadarıyla) sosyalizm iddiası kargaları bile güldürecek duruma gelmişken ikinci çizginin yeni temsilcilerinin aynı yöndeki (sosyalizm) iddialarının şöyle ya da böyle “dokunulmaz” bir yerde durmasıdır. 

Bu dokunulmazlığı yaratan da, iddia sahiplerinin mensup oldukları genel siyasetin büyük baskılarla karşılaşması, gerçekten büyük bedeller ödemesidir. Başka bir deyişle, liberalizmin çeşitli tonlarıyla bezenmiş bir sosyalizm iddiasının oturup salim kafayla, kırıp dökmeden tartışılabileceği bir ortamın olmaması, sosyalizmin önündeki (geçici) dezavantajlardan biridir. 

İşin olumlu yanı ise, birinci çizgi içinden HDP’ye oy verebilecek, hatta isteyebilecek unsurların çıkması, ikinci çizginin ise “Cumhuriyet’in değerleri” diyebilecek konuma gelmesidir.   

***

Türkiye’de bundan sonra ne olur?

Olağanüstü olayları ve gelişmeleri bilemeyiz; ama neyin olamayacağı kesindir: İktisattaki denge (equilibrium) kavramına başvurursak bugünkü koşullarda Türkiye’de az çok kalıcı (en azından 3-5 yıllık) bir denge oluşması mümkün görünmemektedir. “Eski duruma dönme/geri getirme” anlamında kullanılıyorsa “restorasyon” büsbütün gündem dışıdır (hangi “eski duruma” göre restorasyon?). 

Yok, eğer birbirini izleyen, biri bozulduğunda arkasından öbürü gelen geçici denge durumlarından söz ediliyorsa işte bu mümkün ve muhtemeldir; ama bu da restorasyon anlamına gelmez.       

AKP gitse de kalsa da bu ardışık denge durumlarından herhangi birinin kendi yolunu açmaya çalışan sosyalizmin işini kolaylaştırıcı bir iktidar/rejim üretmesi beklenmemelidir. Tek istisna, “post-AKP” Türkiye’sine yeni bir şekil verme niyeti taşıyan, parlamentodaki mevcut siyasal partiler ötesinde sosyalistler dâhil geniş bir kesimin yer aldığı bir tür “kurucu meclis” ve yeni bir Anayasa olabilir. 

Bu istisna bir yana, bugün sosyalizmin asıl odaklanması gereken nokta ise geçici denge durumlarının getirebileceklerinden çok bir önceki yazıda sözünü ettiğimiz “yeni sol duruşun” temsilcileri ve taşıyıcıları olmalıdır.