Vesayet, mağduriyet... Nereye kadar?

Gerçekten de bu seçimler çok önemli. Erdoğan-AKP artık savunmada. Muhalefet ilk defa kısmen eş güdümlü biçimde saldırıya geçmiş bulunuyor. İnce, Akşener, Karamollaoğlu ve tutuklu Demirtaş her gün daha fazla olmak üzere mevcut Cumhurbaşkanını ve partisinin gücünü zayıflatıyor. (Perinçek de var, ama savunma mı yapıyor saldırı mı, herhalde kendisi de bilmiyor)

“Metal yorgunluğu” ifadesi boş yere söylenmemiştir. Yorgunluk, Erdoğan-AKP’nin son on altı yılı tekrar tekrar anlatmak zorunda kalmasından da belli. Malzeme epey azalmış, geçmiş kalmış. Erdoğan-AKP’nin konumunda görülen en önemli değişiklik, kayma ise şudur: Bu kişi ve parti, şimdiye kadar iktidarda olduğu halde muhalefet de yapabilme olanağına sahipti. Güçleri özellikle bu özel konumdan kaynaklanıyordu. Bu özel konumun dayanağı ise, Osmanlı'dan Cumhuriyete aktarılan tarihi "vesayet" sorunudur. 

Erdoğan-AKP, 90 yıllık geçmişi eleştirirken, özellikle "vesayet" ve "mağduriyet" kavramlarına yaslanıyor, politik İslam ile İslamcı kapitalizmi, liberal İslamcılıkla gerici İslamcılığı birbirine almaşık olarak kullanabiliyordu. Elbette, destekçileri için geleceğe yönelik bir tür umut da yaratabiliyordu. Önce AB, sonra Ortadoğu maceraları...

Tarihi “vesayet” sorunu Türkiye'nin temel bir sorunudur, çok yönlüdür ve tüm politik geleneğimizi etkilemiştir. Ama, Erdoğan-AKP bu vesayet sorununu sadece "kendileri" ve "davaları" için ele almış, bu sorunun sözcüsü olabilmiş ve yine sadece kendi yararlarına, kullanabilmişlerdir. “Vesayet”  gerçekten de kapsamı ve derinliği nedeniyle bir devlet, bir tarih ve bir kültür sorunudur. Ordunun politik ve ekonomik konumu, bürokrasinin gücü, merkezi-yerel yönetim ilişkileri, laiklik ve eğitim politikaları gibi tüm alanları etkiler. Oldukça verimli bir konudur ve ne yazık, politik ve ideolojik alanda sosyalistlerce değil, özellikle liberaller, İslamcılar ve merkez-sağ tarafından kulllanılmıştır. Kullananlar da, karşılığını almıştır. 

Ancak, Erdoğan-AKP'nin yükselişinde ve devam etmesinde en önemli malzeme olan “vesayet” sorunu, artık bu kişi ve parti tarafından verimli biçimde kullanılır olmaktan çıktı. Çünkü hem kendileri vesayet sorunu haline geldiler hem de vesayet rejiminin esas hedefinde kimlerin olduğu belirgin hale geldi.  Vesayet rejiminin muhatapları halkımızın en başta gelen sınıfı olan işçi sınıfı ile sol aydınlar, Aleviler ve yoksul Kürt halkıdır. Elbette, “vesayet” konusunun özellikle merkezi devletin “yerel yönetimler” üzerinde uyguladığı idari ve politik denetimi, baskıyı ayrıca ele almak gerekir. Sadece şunu belirtelim, Erdoğan-AKP iktidarı boyunca, kendi çıkarları hariç, bu tür vesayetle pek ilgilenmemişlerdir. Onlar için yerel yönetim, özellikle belediyeler, devlet dairesinden başka bir şey değildir. Belediye başkanı da sadece memurdur. Hele kendi belediye başkanları, memur bile değil, partinin görevlisidir. 

İslamcıların, muhafazakarların, vesayetten, ayrımcılıktan şikayete edecekleri ne kaldı? Ne türban, ne imam hatip, ne laiklik adına askeri ya da yargı müdahalesi. Erdoğan’ın “bürokratik vesayet” derken kastettiği ise, olsa olsa, tümüyle kendi atamalarıyla oluşturduğu kendi bürokrasisi olsa gerek. Buna da vesayet denmez.

Kastedilen herhalde, devlet idaresiyle ilgili ve hala Danıştay tarafından korunan son idare hukuku kısıtlamalarıdır. Erdoğan-AKP'nin devleti "holding" gibi gördüğünü, işletmeye çalıştığını belirtmeye gerek yok. 

Erdoğan-AKP öyleyse, iki olanaktan artık mahrumdur: Bir, artık vesayete karşı mücadeleleri bitmiştir; iki, artık iktidarda muhalefet yapamıyorlar. 

Son mağduriyet ve muhalefet malzemelerinden olan Fethullahçılar ve 15 Temmuz, politika piyasasında daha önce “satın” alınmıştır. Değeri hızla azalıyor. Hızla yükselen döviz kurlarıysa, hem Erdoğan-AKP’yi aşan bir konu hem de kendi beceriksizliklerinin sonucu olduğu için, “faiz lobisi” mağduriyeti söylemi de pek “karlı” değil kendileri için. 

Haliyle, Erdoğan artık özellikle kendi seçmenine sesleniyor, diğer seçmenlere ise, köprülerden, tünellerden, bahsediyor. 

Erdoğan-AKP hemen gitmeyebilir. Erdoğan, muhalefet güçlendiği halde, düzenbazlıkla ya da hak ederek, ama “kıl payı”, bir süre daha kalabilir. Ama partisi zayıflamaktadır. Bir süre daha kalması durumunda, partisini kurtarmaya çalışacağını, bunun için yeni seçim hamlelerine girişeceğini söyleyebiliriz. 

Ya da tehlikeli başka teşebbüsler... Bilemeyiz. Ama, başarılı olsa bile, nereye kadar? Beş yıl önce başlayan ve tüm Türkiye'yi etkisi altına alan Gezi Ayaklanması, her türden muhalefeti etkilemiştir. Bu ayaklanma her şeyden önce Erdoğan-AKP'nin sert bir eleştirisiydi. Ancak, bu eleştiri beraberinde yeni sosyalist bir politika da gerektiriyordu. Ne yazık, her sosyalistin yaratıcı bir ders çıkardığını söyleyemeyiz. Erdoğan-AKP'nin gidişi ve sonrasında Türkiye yüzeysel ve kısmi restorasyonlarla ve hiç bir temel sorununu çözemeden yoluna devam edecektir. Devam etmemesi için, sosyalistlerin federal ya da en azından konfederal olarak, yeni TİP örgütlenmesinin amaçladığı gibi, dağınıklığa bir son vermeleri ve sistemli biçimde "kamusal alana" girmeleri, zorunludur. 

Gidişi başlamış Erdoğan-AKP için söylediğimizi, tüm sosyalistlere söyleyelim:

Nereye kadar?