Tolstoy’un Diriliş mahkemesinde çarlık rejimi

Tolstoy’un yazarlığının son döneminin büyük romanlarından Diriliş, suç, suçlu, mahkûm, yargı, devletin hukuk düzeninde görev alan bürokratlar, cezalandırma düzeni konularını tartışır. Yazar kişilerini ve olay örgüsünü yargı konusunu en ince ayrıntısıyla ortaya koyacak biçimde kurgular ve sergiler, çarlık düzeninin hukuk ve adalet mekanizmasının roman biçimi içinde bu tartışmasından, insanı ve toplumu esenliğe kavuşturacak, kendi anlayışının temellendirmesine geçer. Tolstoy’un kriminoloji tartışmalarını, tarihsel ve toplumsal somutlukta, onlarca insanın birbirine bağlandığı bir edebi biçim içinde yaptığı Diriliş romanı, bu açıdan incelenmeyi hak ediyor. 19. Yüzyılın bu gerçekçi Rus romanı, ele aldığı insani sorunsalı, genel ve özel, tarihsel ve güncel, geçici ve kalıcı ilişkileri içinde romanlaştırdığı için, bugün hâlâ içinde yaşadığımız çağın edebi ve düşünsel kültüründeki işlevini sürdürüyor. Yazarın gerçekçi ve eleştirel tutumu, toplumun insan yazgısını belirleyen yargı kurumunu, içinde yapılandığı devleti belirleyen temel ilişkiler açısından ele almasını sağlıyor. 19. Yüzyıl çarlık düzeni, otokratik Rus devleti hangi çıkarlar ve ilişkilere dayanıyorsa, onun bir işlevi, organı olan hukuk ve adalet mekanizması da ona bağlı olarak belirleniyor. Tolstoy’un kişilerinin bireysel çatışmalarından yola çıkarak vardığı en genel gerçek budur, diyebiliriz.

Diriliş romanı gündelik yaşamda hiçbir şey anlamadığımız, yasa maddeleri, mahkeme tutanakları, savcı iddianameleri, avukat nutukları üstündeki dokunulmaz tülü kaldırıyor ve hiç de insani amaçlarla yürümeyen bir baskı ve zor mekanizmasının bütün acımasızlığıyla görünmesini sağlıyor. Devletin ideolojik bir aygıtı olarak toplumsal bilincimizi yönlendiren hukuk, mahkeme ve hapishaneler yoluyla devletin bir şiddet ve zor aygıtına dönüşüyor. Tolstoy’un romanında hukuk ve adaletin ideoloji ve zor aracı niteliğini bütünlüklü bir biçimde görebiliyoruz. Tolstoy, hukukun her iki işlevine de, çarlık düzeni özgülünde güçlü bir protesto yükseltiyor.

CANLANDIRMADA 'BURADA' VE 'ŞİMDİ' ETKİSİ

Diriliş, mahkûm Maslova’nın hapishaneden mahkemeye götürülüş sahnesiyle başlar. Kentin büyük toprak sahiplerinden birinin yaşadığı zengin malikâneden ise, onu yargılayacak mahkemede jüri üyesi olarak görevlendirilen Nehlüdov yola çıkar. Tolstoy, mahkemeyi oluşturan kişileri, başyargıcı, yargıçları ve savcı yardımcısını, liberal mahkeme kâtibini de o günün duruşmasına giden eylemleri içinde bize tanıtır. Böylece toplumun önemli kurumlarından birini sergileyeceği sahneyi, bir mahkeme sahnesini, oluş içinde hazırlamış olur. Tolstoy’un yaratıcılığında kişileri ve olayları oluş içinde anlatması, onun en özgün yanlarından biridir. Onun romanlarını okurken sanki “burada ve şimdi” yaşanan olayları izlediğimiz duygusuna kapılırız. Yalnızca olayların akışı değil, kişilerin ruhsallıkları, içinde hareket ettikleri mekânın çizimi, yaşamın devinimini oluşturan binlerce ayrıntı arasından seçilmiş öğeler hep bu “burada ve şimdi” yaşanıyormuş izlenimini bütünlerler.

Diriliş romanının daha ilk sayfalarında, yazarın bu oluş içinde canlandırdığı mahkemenin, insan yazgısını güçlü pençeleri içinde tutan, toplumun en önemli kurumlarından yargının, insanlığın en eski ve yeni arayışı adaletin, hiç de bize ders kitaplarında, günlük gazetelerin satır aralarında gösterilen gibi, saf ve pürüzsüz olmadığını anlarız. Ne yargılamada adaletin terazisini elinde tutan yargıçlar, ne 19. Yüzyıl Rus toplumunda yeni bir yargılama organı olarak görevlendirilen, sözde halktan seçilen jüri üyeleri, ne de savcı, avukat ve mahkeme kâtibi bu büyük toplumsal, insani sorumluluğu insanlık vicdanına yakışır biçimde yerine getirecek titizlik ve yeterliliktedir. Yargının, hükmünü uygulaması için özgürlüğünü elinden aldığı insanları zalim ellerine teslim ettiği hapishane müdürleri ve gardiyanlar, onları Sibirya’nın ulaşılmaz şehirlerine sürgüne götüren subaylar ve erler de böyledir. Tolstoy, ele aldığı konu ve olayları “burada ve şimdi”nin etkileyici gücüyle canlandırırken, roman ilerledikçe, bunun bireysel ve insani eksikliklerden kaynaklanan bir durum olmadığını gösterir; insanların birbirlerine karşı davranışlarını, onların değerlendirme biçimlerini belirleyen ilişkilerde, işin temelinde bir bozukluk vardır. Yazarın her ayrıntıda bu temel ilişkiyi ortaya çıkarma çabası içinde olduğunu söyleyebiliriz. Tolstoy daha romanın ilk sayfalarında eleştirel gözlemlerle bunu bize duyurur.

GOGOL'LE BAŞLAYAN KÖKLÜ ELEŞTİRİ

19. yüzyıl büyük Rus edebiyatının insanı ve toplumu ele alışında köklü bir eleştiri vardır. Rus edebiyatının kurucu yazarlarından Gogol’de her cümleye sinmiş eleştirel bakışın, Tolstoy’da daha da genelleşmiş, yaşamı çirkinleştiren, kısıtlayan, insanları yoksullaştıran bütün ilişkileriyle sisteme yöneldiğini görürüz. Gogol’ün, ortaya çıkardığı Rus gerçekliğinin ağlatıcı yükünü, ironik biçimiyle dengelemeye çalışan eleştiri, hiçbir gülümsemeye yer vermeyen Tolstoy anlatımında bütün sivri ve yıkıcı güçleriyle, daha temele, devletin ve onu harekete geçiren toplumsal sistemin temeline vurur.

Diriliş romanı yaşamı iki kere kesişen iki insanın, bu toplumsal sistemin belirlediği yazgılarından yola çıkarak, bir bütüne, temelinde aristokratların büyük toprak mülkiyetinin bulunduğu ve milyonlarca köylü emeğinin çar çur edilmesiyle varlığını sürdüren sisteme, bu sistemi sürdürmek için yargı, askeriye, hapishane, kilise, polis vb. organlara dayanan devlete ulaşır. Tolstoy’un hukukun soyut tartışmalarla çözemediği suç ve suçlu sorununu, bir romanla, somut imgelerle çözümlemeye giriştiği bu romanda, Moskova’nın bir genelevinden, başkalarının çevirdiği entrikalarla hapishaneye düşmüş, hizmetçi kızı Maslova’nın yazgısı, hiçbiri de yaptığı toplumsal görevin gerektirdiği sorumluluk ve duyarlılıkta bulunmayan insanların çarklarını oluşturduğu hukuk değirmeninde öğütülmek olacaktır.

EDEBİYAT MAHKEMESİNİN HÜKMÜ

Tolstoy, yazılış tarihi 1899 olan bu romanla, 19. Yüzyılın bitiminde yargı, ceza düzeninden yola çıkarak Rus toplumunun ve düzeninin bir tablosunu ortaya çıkarır. Yargılanan ve insanlıkdışı koşullarda hapishane, sürgün, kürek cezalarına çarptırılan mahkûmların romanından, çarlık düzeninin yargılandığı bir mahkeme inşa eder. Roman baştan sona buna odaklanmıştır; Rus düzeninde adalet anlayışının, mahkemelerin ve cezalandırma biçimlerinin yazarın insanlık ülküsü önünde yargılanması.

Bir insanın yazgısını belirleyen mahkemeden başlayarak bütün bir toplumun yazgısının belirlendiği bir edebiyat mahkemesi kurmak, Tolstoy’un Diriliş romanında yaptığı budur. Kitabın her ayrıntısı, suç, suçlu, yargılama ve mahkûmiyet sürecinde yaşananları gösterirken, Tolstoy’un perspektifi daha da geniştir; toplumsal ilişkiler ve süreçler içinde yargıyı görür ve buradan bütün bir çarlık düzenini yargılayan Diriliş mahkemesini kurmayı başarır.

Daha romanın ilk sayfasında, ilk cümlesinde yazarın eleştirel bakış açısını buluruz. Baharın coşkulu havasının estiği kentin kuşbakışı tasvirinden, doğayı ve birbirini çıkar cenderesinde boğmaya çalışan bir uygarlık biçiminin ipuçları sezilir. İnsanlar arasındaki çıkar çatışmalarının sahnesinde, bir kentte eşitsizlikler içinde yaşandığını anlarız.

DİRİLİŞ'İN İLK CÜMLESİ

Tolstoy’un eleştirel bakış açısını ve dilini görmek açısından romanın ilk cümlesini buraya almak yararlı olur:

“Küçük bir yerde birkaç yüz bini bir araya gelmiş insanlar, üzerinde toplandıkları toprağı ne kadar bozmaya çalışmış, hiçbir şey yetişmesin diye taşlarla doldurmuş, taşların arasından uç veren otları yolmuş, ortalığı kömür ve petrol dumanına boğmuş, ağaçların orasını burasını kesmiş, tüm hayvanları ve kuşları kaçırmış olsalar da bahar, kentte bile yine bahardı.” (s. 3)

Yüz on yedi yıl önce yazılmış ve hâlâ güncel bu giriş cümlesine ne demeli. Bugünün kapitalist sistem içindeki kentleri yüz on yedi yıl önceki, Tolstoy romanında özüne indirgenmiş haliyle tastamam çizilmiş değil mi? Bugünün kentlerini boğan araba gürültüsü ve egzoz dumanları eksik olsa da petrol dumanı ve yok edilmiş doğasıyla günümüzün kentleri 19. Yüzyılın gerçekçi romanında çizilmiştir. Ama burada yine de iyimser bir hava vardır, doğa bu yıkım karşısında yenilgiye uğrayacak değildir. Bahar, bütün bozma ve kuşatmaya karşın, kendini göstermeyi başaracaktır. Roman baharla başlar. Kentin havasını canlandırmayı başaran bahar hapishaneye gelince, yoksulluk, pislik ve zulümle sımsıkı örtülü duvarları aşamayacaktır. Tolstoy, bu hapishane mekânının çiziminden büyük toprak sahibi, prens Nehlüdov’un pırıl pırıl odasına geçer. İnsanların sınıflarına göre mekânları da ayrılmıştır ve karşıt durumdadır. Paçavralar içinde ve kapiklerin hesabını yaparak yaşayan mahkûmlarla, kuştüyü yatağında uyanan Nehlüdov’un yaşadığı malikâne aynı toplumdadır.

Yazar, mahkemeye götürülen Maslova’nın romanını beş on sayfada tamamlar. İki askerin arasında elleri kelepçeli götürülen kadın mahkûmun sokaklardan geçişini Tolstoy şu cümlelerle anlatır:

“Aracılar, dükkân sahipleri, aşçı kadınlar, işçiler, memurlar durup, merakla tutuklu kadına bakıyorlardı; bazıları kafa sallıyor ve ‘Bizim gibi davranmaz, kötü şeyler yaparsan işte sonun böyle olur,’ diye geçiriyorlardı içlerinden. Çocuklar, bu suçlu kadına korkuyla bakıyorlar, ancak kadının peşinden iki askerin geldiğini, bu yüzden artık hiçbir kötülük yapamayacağını görerek rahatlıyorlardı.” (s. 6) Toplumun suç, suçlu ve cezaya bakışını gösteren Tolstoy, Maslova’nın yargılanması ekseninde, mahkemeleri, senatoyu, yasaları, hapishaneleri, valileri, subayları, yargı ve cezalandırma sürecinde görev üstlenen bütün kesimleri çeşitli tipler aracılığıyla romana taşıyor ve buradan romanın ve insanlık vicdanının mahkemesinde bu genel düşüncelerin ne kadar gerçekten uzak olduğunu anlamamızı sağlıyor.

JÜRİ ÜYESİ NEHLÜDOV'UN SUÇU

Maslova’nın, 18 yaşındayken âşık olduğu genç subayın, onunla seviştikten sonra eline para sıkıştırıp birliğine dönmesi üzerine, hizmetinde bulunduğu evden atılmasını ve çalıştığı işlerdeki erkeklerin onu hep cinsel nesne olarak görmesini, sonunda bir geneleve düşerek, cinsel nesneleşmeyle ekmeğini kazanmak zorunda kalışını bir solukta öğreniriz. Tolstoy, sonraki bölüme Maslova’yı “iğfal ederek” ortada bırakan Nehlüdov’a şu cümleyle geçer:

“Uzun yürüyüşten yorgun düşen Maslova, muhafızlarıyla birlikte bölge mahkemesinin binasına yaklaştığı sırada, Prens Dimitriy İvanoviç Nehlüdov, yani onu büyüten hanımların yeğeni, onu iğfal eden adam, yüksek, yaylı karyolasında, kuştüyü yatağından çıkmamıştı henüz.” (s. 15) Lüks mobilyalarla döşeli odasında, kalkıp yıkanması, giyinmesi ve güne başlayışı, onun ne kadar rahat ve zengin bir hayat sürdüğünü anlatmaya yeter. Nehlüdov, kendi gibi büyük toprak sahibi bir ailenin, Korçaginler’in kızıyla flört etmekte ve koca adayı olarak görülmektedir. Başkalarının acılarının farkında bile olmadan, bencil, israfçı, asalak bir yaşam sürdüren aristokrat sınıfın genç bir üyesi olan Nehlüdov, bilincine varmadığı hoşnutsuzluklarını, o gün jüri üyesi olarak katıldığı mahkemede, yıllar önce hoşlandığı ve bir gece sevişmeye zorladığı, ertesi gün eline yüz ruble verip birliğine kaçtığı Maslova’yı görünce, çözümlemeye başlayacak ve vicdani bir hesaplaşmaya girişecektir. Kendi sorumsuzluğunun yoksul bir kadının yaşamında neden olduğu trajik sonuçları görünce, kendini yargılamaya başlayan Nehlüdov, benliğinde kurduğu bu mahkemenin hükmünü yerine getirmek için ilişkilerini ve yaşama biçimini değiştirecek, yazarın İsa’nın yeniden dirilişinden aldığı bir simgesel kavramla, “diriliş” sürecine girecektir. Yazarın temel kavramı mahkemedir ve Nehlüdov’un benliğinde yaşadığı da bir vicdani yargılamadır.

HALKLARIN DİRİLİŞİ: DEVRİM

Toprak sahibi, her işini başkalarının gördüğü ve zenginlik içinde yaşamasını, topraklarında çalışan binlerce yoksul köylünün sağladığı Nehlüdov, bu yargılamanın gereklerini yerine getirebilmek için topraklarını köylülerine devretmeye karar verecektir.

Maslova’yı bir suçlu durumuna düşüren süreci başlatan suçunun cezasını ise, onunla evlenmeye karar vererek ve Sibirya’daki 4 yıllık kürek cezasını çekerken onunla birlikte olmak biçiminde kesmiştir.

Tolstoy, son büyük romanı Diriliş’te, olağanüstü gözlem gücünü, karakter yaratma ustalığını ve ayrıntıları canlandırma yeteneğini Rus toplumunun bütün gözeneklerine çevirmiştir ve hareket içinde bu toplumun özlü bir tablosunu çizmiştir. Bu tabloda gördüklerimiz, 18 yıl sonra neden dünyanın en büyük emekçi devriminin ve sosyalist kuruluşunun Rusya’da yaşandığının da ipuçlarını verir.