Tarık Akan: Sanatında ve yaşamında hep aydın oldu

Tarık Akan sanatında aydın olmayı başaran ender yaratıcılarımızdan biriydi. Bu, bir sanatçı aydın için en zor olanıydı. Sanatında gerici, siyasi eyleminde ilerici nice yarım yamalak aydınlar gördük. Söze gelince, sosyalizmi kimseye bırakmayan ama yazdığı romanda, oynadığı oyunda, yönettiği filmde, sermayenin ufkunun ötesine bakamayan çok aydınlarımız oldu. Tarık Akan ise, söze az yer verdiği ömrünü, eylemle, yani en iyi bildiği işle, oyunculuğuyla, sanatıyla doldurdu; ezilen, horlanan, sömürülen halkı canlandırarak, sinema perdesinden onun adına hesap sorarak yaşadı. Aydın mücadelesinin en verimli yanı sanatı oldu. Ama Türk aydınının her büyük çıkışının da içinde yer aldı. 12 Eylül’de birkaç ay hapis yattı. 1984’te 12 Eylül’e karşı verilen Aydın Bildirgesi’ni imzalayanlardan biriydi. AKP iktidarına karşı mücadelede Sanatçılar Girişimi’nin öncülerindendi. Silivri hapishanesinde aydınlar yargılanırken, mahkemeye girmek için örülen polis barikatını zorlayanlardandı.

Tarık Akan, eylemi ve sözüyle aydın yaşamını sonuna kadar bağdaştırmayı bildi.

TÜRKİYE'NİN İLKBAHARININ ÇOCUĞU

Tarık Akan’ın kırk beş yıllık sinema oyunculuğu Türkiye’nin büyük aydınlanma çağının ürünlerinden ve kaynaklarından biri olmuştur. Türkiye’nin büyük ilkbaharı, 1960’ların, 1971 Darbesiyle örselense de kesintiye uğratılamayan büyük yükselişinin içinde doğmuştur. Yetmişlerin ortalarında yaşama sevinci dolu, kendine dayatılan gelenek ve kalıpları yıkarak amacına ulaşan delişmen delikanlı rollerinden, 1978’de Sürü ve Maden’de oynadığı emekçi rollerine gelirken, hep iyimser ve umutlu bir aydınlanma havasının heyecanıyla yürüdü. 70’lerde Rıfat Ilgaz’ın Hababam Sınıfı’nda, eğitimi para kazanma aracına dönüştürenlere kafa tutan haşarı, haylaz ve neşeli öğrencilerin yakışıklı ve erken damadı oldu. 1990 yılında ise, Kırk Karanlığı’nda hapisten ve işkenceden kurtulmak için soğuk kış günlerinde polisten kaçan, Sınıf’ın şairi Rıfat Ilgaz’ı oynadı. Demek ki, Tarık Akan şanslı bir oyuncuydu ya da 1960’larda yükselişe geçen gerçekçi Türk Sineması, onun gibi her rolün üstesinden gelecek güçlü bir oyuncu bulmuştu.

Tarık Akan’ın kırk beş yıllık sinema hayatında oynadığı rolleri inceleyerek, Türkiye’nin yarım yüzyıllık derinlikli bir sosyolojisi yazılabilir.

Yetmişlerde palazlanan sermayenin toplumun bütün ahlaki ve kültürel değerlerini yozlaştırdığı, mülkiyet ve parayı her şeyin ölçütü haline getirdiği koşullarda, zengin köşkündeki yeğen ya da delikanlı dayı rollerindeki Tarık Akan, aşkın, insani değerlerin burjuva çürümesi karşısındaki direnişini simgeledi. Aşkı uğruna sermayenin bütün dayatmalarını elinin tersiyle iten delikanlı genellikle sevgilisine kavuşmayı başarıyordu.

EMEKÇİ ROLLERİNİ BAŞROLE ÇIKARAN OYUNCU

Yetmişlerde yükselen sınıf mücadelesi işçi sınıfını sendikalarda örgütlenmeye yönlendirmişti. Büyük işçi direnişleri ve grevleri olurken bunun sinemada da yansımaları oldu. Tarık Akan, Maden filminde, haklarını almak için sendikacılarla hareket eden ve bilinçlenen işçi Nurettin rolünü oynadı. Yılmaz Güney’in hapishanede senaryosunu yazdığı, Güneydoğu’dan Ankara’ya getirilen bir sürünün yolculuğu ekseninde 70’lerin sonunda Türkiye kapitalizminin bir panoramasını sergileyen Sürü’de Tarık Akan, sermayenin yaşama olanaklarını ortadan kaldırdığı Kürt göçer aşiretinin yeni evli genci Şivan rolünü üstlendi. Zor bir tren yolculuğu boyunca beş onu rüşvet olarak verilen, bazıları hastalıktan ölen sürünün Ankara’ya ulaşan bölümü, yok pahasına satılır. Aşiretin kışı geçirmesine yetmeyecek bir para elde edilir. Doktora götürmek için sürüyle birlikte Ankara’ya getirilen Şivan’ın hasta karısı Berivan bir inşaatta ölür. Şivan artık geriye dönmeyecektir. Tuncel Kurtiz’in oynadığı aşiret reisi Hamo, kentin ortasında oğlunu, geleceğini kaybetmiştir.

Film, Türkiye’nin sinemayla sahnelenen trajedisidir. Yılmaz Güney’in yazdığı, Zeki Ökten’in yönettiği Sürü, kapitalizmle Türkiye insanının geleceğinin olmadığını kırk yıl önceden haber vermiştir. Kırk yıllık bu süreçte akan kanlarımız, boğaz tokluğuna ücrete çalışmaya indirgenen işçi haklarımız, on dört yıldır AKP eliyle yağmalanan bütün kaynaklarımız, şeriatı aratan dinselleşme bu geleceksizliğin belgeleri değilse nedir?

DEMİRYOL'DAN KÜRT GERÇEĞİ YOL'A

Yetmişlerin bir başka işçi filminde, Maden’in yönetmeni Yavuz Özkan’ın ikinci filmi Demiryol’da Tarık Akan’ı, bu kez, büyük bir marketin kamyonunu kaçırıp gecekondu mahallesinde halka dağıtan devrimci rolünde izleriz. Ağabeyi sendika lideri olan devrimci, bu eylemden sonra polisle girdiği çatışmada öldürülür. Demiryol filmi, işçi sınıfının örgütlü, sınıf bilinçli kitlesel eylemlerini olumlarken, Tarık Akan’ın oynadığı devrimciye eleştirel bakar. Demiryol, yetmişlerin toplumsal gerçeğini çözümleyici biçimde perdeye getiren önemli bir filmdir.

Demiryol, işçi sınıfı ve sosyalizm mücadelesini sinemaya taşırken, Yılmaz Güney’in senaryosundan Şerif Gören’in yönettiği Yol, 12 Eylül koşullarında, bayramda izne çıkan mahkûmların öyküsüyle, Kürt halkının ezilmesini, ataerkil değerlerin insan yaşamını yok etmesini gündeme getirir. Yakın tarihimizin en önemli sorunlarından ve dinamiklerinden birinin, Kürt gerçeğinin güçlü bir sinemayla perdeye taşınmasında başrol yine onundur; Yol’da Seyit Ali’yi canlandırır.

Tarık Akan bu filmlerle Türk emekçisinin, ezilmiş ve cahil bırakılmış köylünün, devlet, ağa, aşiret üçlüsü elinde tutsak edilmiş Kürt insanının sinemadaki canlandırıcısı olmuştur. Bundan sonraki filmlerinin çoğunda bu emekçinin, ülkenin çeşitli yörelerinde, ağır koşullarda,  trajik yaşamından sahneler izleriz.

YETMİŞLERDE DİNCİLİĞİN KANLI YÜZÜNÜ GÖSTERMEK

Tarık Akan’ın bu emekçilerinden biri de, Atıf Yılmaz’ın Adak filminde canlandırdığı köylü Mümin’dir. İç Anadolu’dan Çukurova’ya pamuk toplamaya giden Mümin, uğradığı bir iftira sonucu karakola düşünce, tanrıya yalvarır, eğer aklanırsa doğacak oğlunu İbrahim Peygamber gibi kurban edeceğini söyler. Osman Şahin’in mahkeme kayıtlarından yola çıkarak yazdığı bir öyküden uyarlanan bu film dinsel bağnazlığın, Anadolu insanı açısından trajik sonuçlarını yetmişlerde göstererek, toplumu uyarıyordu.

Tarık Akan’ın oynadığı yüzün üzerinde filmin listesine bakıldığında, bunların bir bölümünün Türk sinemasının klasikleri diyebileceğimiz önemli örnekler olduğu görülür. Tarık Akan ölçüsünde, bir ülke sinemasının klasiklerinin büyük bölümünde rol almış başka bir sinema oyuncusu var mıdır, bilmiyorum. Türk sinemasının uluslararası gösterilen ve tanınan birçok filminde başrolde Tarık Akan’ı görürüz. Yol filmi dünya sinemacılarına esin vermiştir. Arjantinli yönetmen Solonas, bu esinle bir filmini Yılmaz Güney’e ithaf etmiştir.

TÜRKİYE EMEKÇİSİ GÖRÜNTÜSÜ VE SESİNİ KAYBETTİ

Tarık Akan’la büyük bir sinema oyuncusunu, büyük bir aydınımızı yitirdik. Hepsinden önemlisi, en azından kırk yıldır emekçi insanımızı perdeye taşıyan, onun varlığını ortaya koyan, uğradığı zulüm ve haksızlıkları gösteren, insanımızın temsilcisini yitirdik.  Türkiye emekçisi görüntüsü ve sesini kaybetti.

Sürü’nün Şivan’ı, Yol’un Seyit Ali’si, Canım Kardeşim’in ağabeyi, Hababam Sınıfı’nın Ferit’i, Adak filminde uğradığı iftiradan kurtulursa oğlunu kurban adayan yoksul köylü Mümin, Ateş Böceği filmindeki delişmen, hayat dolu delikanlı, Maden’deki işçi Nurettin, Kanal’daki halkçı kaymakam, Derman’da eşkıya Şehmuz, Orhan Kemal’in romanından uyarlanan Kaçak’taki Habip, Pehlivan Bilal, Kan’da Haydar Ali, Ses’teki devrimci Adem, Çark’ta işçi Rauf, Bilgesu Erenus’un oyunundan yola çıkan İkili Oyunlar’da 68 Kuşağı devrimcisi, 80’lerin liboş öğretim üyesi, Karartma Geceleri’nda şair Mustafa Ural, Nâzım Hikmet’in oyunundan uyarlanan Yolcu’daki makasçı, Eylül Fırtınası’ndaki Hüseyin Efe, Deli Deli Olma’da Mişka Dede, Herhangi Bir Kadın’daki Cemal, Demiryol’da devrimci Bülent ve onlarca başkaları bize halkımızı ve acılı tarihimizi anlatmaya devam edecekler.

Ama belki de bu büyük oyuncuyu yitirmeden çok önce yitirmiştik. En son Deli Deli Olma filminde, değirmenci Mişko rolünde izlediğimiz Tarık Akan’ı, sinemayı ele geçiren küçük burjuvalar, sahneden uzaklaştırmışlardı. Artık emekçi yaşamlarına, onların uğradığı haksızlıklara, savaşımlarına arkasına dönen küçük burjuva sinemasında Tarık Akan’a rol yoktu. Küçük burjuvalar, “büyük anlatıların” devri kapandı diye sinema yapıyorlardı ve Tarık Akan, Türkiye insanının, emekçinin büyük anlatıcısıydı.

Tarık Akan, yine de, gerçekçilikten uzaklaşan bu mırıldanma sinemasında, seyrek aralıklarla da olsa oynadığı filmlerle emekçinin, insan gerçeğinin perdeye çıkmasını sağlıyordu. En son başarısı, yaşam sevgisi ve sıcaklığı duyulan Deli Deli Olma filmindeki göçmen Kars köylüsü rolü oldu. Tarık Akan, sinema birikimini belgeseller yöneterek somutlamayı sürdürdü. İnsanlığın uzun tarihinin kalıtlarını, antik şehirleri belgeledi. Türk aydınlanmasının kısa başarısı Köy Enstitülerine eğildi.

Hepsinden önemlisi, AKP diktatörlüğüne karşı aydın direnişinde kendine rol biçti ve sokakların sahnesine çıktı.

Tarık Akan’la Türkiye halkı coşkuyla, mücadeleyle, büyük umutlarla yaşanmış bir dönemin emekçi yüzünü ve sesini kaybetti. Yeniden bulması, toplumsal kurtuluş mücadelesinin yeniden yükselmesiyle mümkündür. Tarık Akan’ı tozların evine bırakırken, geride bıraktıkları, yapıtları kurtuluşun yol’unu, temelinde hep emekçi insanın olması gereken hürriyet mücadelesini göstermeye devam edecektir.