Syriza’ya nasıl bakmalı?

2012 yılının Haziran ayında Yunanistan’da düzenlenen genel seçimlerde ikinci, 2014 yılındaki Avrupa Parlamentosu seçimlerinde ise birinci parti olan Syriza (Radikal Sol Koalisyon); söz konusu ülkenin bir kez daha erken genel seçimlere gitmek zorunda kalması nedeniyle yeniden gündemde. 300 üyeli parlamento için 25 Ocak’ta düzenlenecek olan genel seçimlerde de birinci parti olması durumunda, Syriza, seçim sistemi gereği, fazladan 50 koltuk kazanacak.

Yunanistan Komünist Partisi (KKE); özellikle de Avrupa Birliği’nden ve Avro Bölgesi’nden çıkmayı savunmadığı için, Syriza’yı emperyalizmin işbirlikçiliğini yapan sosyal demokrat bir parti olarak görüyor ve bu partiden gelen ittifak önerilerine kapıyı baştan kapatıyor.

Buna karşılık, KKE’yi sekterlikle suçlayanlar, emperyalist ülkelerin, sermaye çevrelerinin ve sermaye medyasının Syriza’yı bir tehdit olarak gördüğünü vurguluyor. Nitekim, Yunanistan parlamentosunun yeni cumhurbaşkanını seçememesi nedeniyle erken genel seçimlere gidileceği kesinlik kazandığında, IMF, Avrupa Birliği Komisyonu ve Avrupa Merkez Bankası (Troyka) tarafından dayatılan kemer sıkma politikalarına karşı çıktığı için güç kazanan Syriza’nın iktidara gelmesi olasılığı, Yunanistan borsasında yüzde 11’lik bir düşüşe yol açtı. Bu arada, Syriza’nın önde gelen iktisatçılarının geçtiğimiz Kasım ayında Londra’da uluslararası yatırım fonlarının ve bankaların temsilcilerine partilerinin iktisat programını anlatmasının ardından, dünyanın en büyük yatırım yönetimi şirketlerinden Capital Group’ta çalışan bir analistin bir e-mektubunda Syriza’nın programını “komünizmden kötü” ve “mutlak kaos” diye tarif etmiş olması da sermaye medyası tarafından fazlasıyla önemsendi (http://goo.gl/HzDFrU).

Bu konudaki ilginç değerlendirmelerden biri, Almanya’nın liberal solcu gazetelerinden Die Tageszeitung’un birinci sayfa yöneticisi tarafından yapıldı. “Syriza, bir seçim zaferinin ardından, ‘bizim paramızla’ sosyalizmi mi getirecek?” diye soran Klaus Hillenbrand, bu yöndeki kaygıların saçma olduğu cevabını veriyor. Yunanistan’ın AB’den ayrılmasının da Avro Bölgesi’nden çıkmasının da gündemde olmadığını hatırlatan Hillenbrand, tek başına iktidara gelmesi pek muhtemel olmayan bu partinin zenginlerden alınan vergilerin artırılmasına, askeri harcamaların azaltılmasına ve asgari ücretin yükseltilmesine yönelik taleplerinin sosyal demokrasinin ötesine geçmediğini belirtirken, AB açısından da, yolsuzluk batağına saplanmış demagog siyasetçiler yerine Syriza ile işbirliği yapmanın daha uygun olacağını savunuyor (http://goo.gl/htmQAq).

Syriza’nın en radikal talebi, devletin dış borçlarının bir kısmının silinmesi. Ama bunu tek taraflı olarak yapmak yerine, alacaklılarla pazarlık etmeyi planlıyor. Ve Avro Bölgesi’nde kalınacağı güvencesi verildiğinden, alacaklıların pazarlık masasına daha güçlü bir şekilde oturacağı açık.

Peki ama durum buysa sermaye medyası neden Syriza düşmanlığı yapıyor? Çünkü “komünizm” karşılaştırmaları, Syriza yöneticileri üzerindeki baskıyı artırmanın bir aracı. Onlar da, bileşenleri arasında komünistlerin de bulunmasına karşın, sermaye medyasını ve yabancı büyük yatırımcıları komünist olmadıklarına ikna etmeye çalışıyor (http://goo.gl/U04AuJ). Zaten, iktisat programlarını uluslararası yatırım fonlarının ve bankaların temsilcilerine anlatma gereğini duymaları da çok şey anlatmıyor mu?

Kısacası, emperyalist ülkeler ve sermaye çevreleri, Syriza’yı “ehlileştirmek”le meşgul... Ve çabalarının karşılıksız olduğu söylenemez...

Ama kanımca, çuvaldızı Syriza’ya, emperyalist ülkelere, sermaye çevrelerine, sermaye medyasına vb. batırırken, iğneyi komünistlerden esirgemek olmaz!

Kemer sıkma politikalarına karşı ülke ölçeğinde kitlesel protesto gösterilerinin ve genel grevlerin düzenlendiği 2010-2012 dönemi öncesinde, KKE, soldaki en büyük güç durumundaydı. 2009’daki genel seçimlerde KKE yüzde 7,5 oranında oy alırken Syriza yüzde 4,6’da kalmıştı. Önceki seçimlerde de KKE’nin üstünlüğü vardı. 2007 genel seçimlerinde yüzde 8,2 oranında oy alan bu parti 2004 yılındaki Avrupa Parlamentosu seçimlerinde yüzde 9,5’lik bir oy oranına ulaşmıştı.

Kitlesel protesto eylemleri nedeniyle 2012 yılının Mayıs ayında düzenlenen erken genel seçimler öncesinde, Syriza, KKE’ye ittifak önerdi. Seçim sistemi nedeniyle, ittifak önerisi, iktidara gelme olasılığını da gündeme getiriyordu. Ve olası bir ittifakta KKE’nin ağırlıklı bir güce sahip olması kaçınılmazdı.

Ama KKE yönetimi, ittifak seçeneğini tartışmayı bile reddetti. Ve Mayıs seçimlerinde Syriza oy oranını yüzde 16,8’e yükseltirken KKE yüzde 8,5’te kaldı.

Bu seçimlerden istikrarlı bir hükümet çıkmayınca sadece iki ay sonra, yani Haziran’da yeniden genel seçimlere gidildi. Bu kez, Syriza’nın oy oranı yüzde 26,9’a yükselirken KKE’nin oy oranı yüzde 4,5’e geriledi.

Bir başka deyişle, tam da Yunanistan halkının düzen partilerine alternatif aradığı bir dönemde, KKE güç kaybetmiş oldu.

Kuşkusuz, Yunanistan’daki gelişmelere dışarıdan bakanların “en doğrusu şu olurdu” türü bir şey söylemesi ve örneğin “KKE, Syriza’nın ittifak önerisini mutlaka kabul etmeliydi” demesi yersiz olur.

Yine de, Yunanistan’da yaşananlardan hareketle, şunların vurgulanabileceği kanısındayım:

1. Kitlelerin harekete geçtiği ve düzen partilerinin güç kaybettiği dönemlerde, sadece düzenin en kararlı karşıtları değil, düzenle uzlaşma potansiyeli bulunan muhalif siyasal hareketler de güç kazanabilir.

2. Düzenin en kararlı karşıtları, bu tür dönemlerde, düzenle uzlaşma potansiyeli bulunan muhalif siyasal hareketler üzerinde ağırlık oluşturmanın ya da onları etkisizleştirmenin yolunu bulamazsa, sonuç, düzenin kendisini yenilemesinden başka bir şey olamaz.