Bu hafta iş güvenliği uzmanlarının sorunlarına ilişkin dosyanın üçüncü ve son yazısıyla bir süreliğine bu konuya ara veriyorum. Bir süreliğine diyorum zira bu konuda çok ama çok dertli binlerce mimar, mühendis, tekniker ve teknik öğretmen olduğu gerek çalışma koşullarındaki gözlemlerimden, gerek katıldığım mesleki toplantılardan gerekse de bir süredir eposta adresime iş güvenliği uzmanlarından gelen mesajlardan çok net bir şekilde görülüyor. Neyse sözü uzatmayayım ve bana ulaşan bazı mesajlara yer vermeye çalışayım, isim, firma ismi gibi kısımları silerek ve anlam bozukluğu olmayacak şekilde cümleleri düzenleyerek mesajları aktarmaya çalışacağım. Röportaj sözü vermiştim ancak iş güvenliği uzmanı arkadaşımın zamanının uygun olmaması dolayısıyla başka bir sefere diyorum, ayrıntılı uzun bir röportaj sözüm bakidir…
Teknik öğretmenler işsiz, çare iş güvenliği uzmanlığı
“Bende isterim meslek lisesine atanıp asıl mesleğimi yapmak ama yıllar önce mühendislerin öğretmen olarak atandığı ülkemde maalsef kontenjan bulamıyor ve 85 puanla doğuya zor atanabiliyoruz. Ve yaşım gelmiş 27 ye mezun olduktan sonra bunca yıl ailemin desteğiyle onları bunca yıl yeterince zor durumda bıraktığımı biliyorum. Atanma oranın %8 olmasından dolayı sınava girmeye dahi cesaret edemedim ve özel sektörde işe başladım.”
Bir okurumun bana gönderdiği epostada, gerek KPSS’ye olan güvenin ortadan kalkması, gerekse de teknik öğretmenlik gibi son derece önemli bir eğitim-öğretim dalında öğretmen adaylarının ezici çoğunluğunun atanmaması, teknik öğretmenlik mezunlarını iş güvenliği uzmanı olmaya itiyor.
İş Sağlığı ve Güvenliği Lisans Bölümleri yeterli mi?
“Merhaba, ben iş sağlığı ve güvenliği lisans bölümünü okuyorum. Bizim bir sürü sorunumuz var, mesela; sırf krediler dolsun diye verilen dersler, dersle alakası olmayan hocaları, ya da bu bölümün ön lisans okuyanları ile mezun olduğumuzda aynı konumda olmamız vs vs.. Bütün bunların ötesinde
aslında en büyük sorunumuz yazınızda da bahsettiğin gibi paramızı verecek olan patronu denetlemek. Bu yasalar tamamen patronu korumak için yapılıyor, işçi ile onun sağlığı ile zerre kadar ilgili değil. Sesimi duyurayım dedim.”
Yanlış hatırlamıyorsam ilk kez Kocaeli Üniversitesi’nde, ardından YTÜ ve Fırat Üniversitesi’nde açılan Meslek Yüksek Okulları bünyesinde açılan İş Sağlığı ve Güvenliği bölümlerinin sayısı giderek arttı ve özellikle vakıf üniversiteleri bu bölümleri ciddi bir kar kapısı haline de getirdi. C sertifikasından B ve A’ya geçmek için de yüksek lisans programlarının da sayısı giderek artıyor. İşin tuhaf yanı 50’yi aşkın üniversitede 100’ü aşkın program (normal eğitim, uzaktan eğitim, ikinci öğretim vb. farklılıklar mevcut) nasıl yürütülüyor, hangi akademik kadroyla dersler yürütülüyor soru işareti, zira akademik anlamda bu konuda bu kadar çok çalışma yapan ve uzman olan bir kadro olduğunu hiç sanmıyorum. Bu bölümlerde piyasa deneyimi olan mühendis ve teknik elemanlar öğretim görevlisi olarak ders veriyorlar, tamam nesi var diyebilirsiniz, ama eğitim farklı bir iştir. İnşaat fakültesinde ders veren bir öğretim üyesi olarak benim yerimi piyasada çalışmış, deneyimli bir inşaat mühendisine vermem eğer mantıklı geliyorsa zaten tartışmaya gerek yoktur diyorum ve bu uzun tartışmayı sonraya saklıyorum…
Özelleştirme İSİG alanında da aynı mantıkla sürüyor
Bir kamu kurumunda çalışan okurum iletmiş, değişiklikler yaparak aktarıyorum
“Kurumda çalışmaya başladığım ilk yıllardaki rahatlığım yaptığımız tehlike analizi ve risk değerlendirmesinde ortaya çıkan durum konusunda eridi ve kendisini öfkeye evirdi.
Çünkü biz eğitimciler olarak çıkacak olan 6331 sayılı yasadan önce bu işe soyunmuştuk. Tüm yurda dağılmış birimlerimizle kurum imkânıyla kendi personelimize İş Güvenliği Uzmanlığı eğitimi aldırdık. Şu an kurumumuzda yüzü aşkın İş Güvenliği Uzmanımız olduğunu tahmin ediyoruz. Kurumumuzda zor da olsa İş Güvenliği Teşkilatı oluşturmayı başardık.
6331 çıktıktan sonra tabiri caizse her bölgenin kendi kuyruğundan asılacağı İş Güvenliği konusunda görevli personeli motive ederek yepyeni bir sayfa açmaya hazırlanırken bağlı bulunduğumuz birim kapatılarak, tümüyle idari işler yapan İnsan Kaynakları Dairesine bağlandık. Yapılan bu değişiklik eğitimi sadece taşrada gezmek, yemek, içmek olarak gören idari kesimin sıkıntılarıyla bizi baş başa bıraktı. Durum halen aynı seyrinde devam etmektedir.
Ayrıca 6331’in 7. Maddeye göre İş Güvenliğinden sorumlu olacak olan personel için ek ücret konusunu dile getirince olan oldu ve tüm iş güvenliği faaliyetleri OSGB’ler aracılığıyla yapılmasına karar verildi.”
Bu tipik bir özelleştirme gerçeği denilebilir. Çünkü kamu kurumlarında iş güvenliği sertifikası olan ve normal görevlerine ek olarak bu işi de yapacak kamu çalışanlarına ek ücret ödenmesi gerekir, ancak Maliye Bakanlığı’nın bu konuda bir ödeneği yoktur! Konu sürekli sürüncemede bırakılmaktadır. Kamu kurumları da ne yapsın “dışarıdan hizmet alalım da işler aksamasın” demekte ve pat diye İSİG piyasası oluşmaktadır. Kamu kurumlarında çalışan deneyimli personel ise hakkını isteyince “yan gelip yatmakla” suçlanmaktadır…
İş Güvenliği uzmanları ikilemde kalıyor
“Hocam hayati tehlike içeren pek çok çalışmayı rapor ettim, ama malum şikayet etmek kolay değil Çalışma Bakanlığı’na. Baktım bu iş bu şekilde devam edecek, aramız da bozuluyor istifa ettim, o ortamda çalışmam mümkün değildi.”
Bu konu üzerine önceki yazılarımda zaten değinmiştim. Ücret aldığınız patronunuzu denetlemeniz ve şikayet etmeniz piyasa koşullarında ne ölçüde gerçekçi tartışmaya bile gerek yok.
Bu haftalık bu kadar diyelim ve yine iş güvenliği uzmanlarına ve tüm okurlarıma çağrımı yapayım, eposta adresimden bana ulaşabilirsiniz, mümkün olduğunca görüşlerinizi köşemde yansıtmaya çalışacağım.