Solda öbekler ve yakın gelecek

Gelenek kitap dizisi 1986 yılında yayınlandığında “sosyal demokrasi” kategorisini bir kenara bırakarak Türkiye sosyalist hareketini üç öbekten oluşan bir tasnife tabi tutmuştu: Geleneksel sol, yeni sol ve devrimci demokrasi…

Geleneksel sol, belirli bir Marksizm-Leninizm anlayışından hareketle temelde “Sovyetik” bir çizgiyi, ister legal ister illegal, klasik parti formunda örgütlenme anlayışını temsil ediyor, bu arada işçi sınıfının rolünü özellikle vurguluyordu.

Yeni sol, ağırlıklı olarak batıdaki “Neo-Marksist” düşüncenin etkisinde, 1917 Devrimi sonrası kuruluş dönemlerini ve III. Enternasyonal’i büyük ölçüde aradan çıkararak başka dolayımlarla (örneğin Lüksemburg, Gramsci, Frankfurt okulu vb.) Marksizm’in yeniden inşasını öngörüyordu.

Devrimci demokrasi ise, ağırlıklı olarak bu toprakların ürünüydü; 1960’ların sonunda şekillenen devrimci örgütlenmelerin ve hareketlerin uzantısıydı. Doğuşu ve gelişimi, örgütten çok “hareket” belirlenimliydi; “halk” vurgusu “sınıf” vurgusuna baskındı, kendiliğindenliğe özel değer biçiyordu,  vesaire.  

Çok kabaca böyleydi…

Bir zamanlar böyleydi, ama 12 Eylül’ü izleyen dönemde “sosyal demokrasi” zaten bu üç öbeğin her birinden büyük parçalar koparmıştı. Bu arada asıl darbe daha sonra gelecekti: 1989-91 dönemecinde sosyalist sistemin çöküşü ve bunu izleyen yaklaşık 15 yıl boyunca üç öbek bir de postmodern-neoliberal solun tasallutuna maruz kalmıştı. Aralarında zayiat vermeyen olmamıştı…

Peki, ya bugün?

Bugün postmodern-neoliberal solun etkisi düne göre çok azalmıştır. Esasen solun bu yeni kategorisi, üç öbeğin üçünden de koparabildikleriyle şimdi “Yeşiller ve Sol Gelecek”te kristalize olmuş durumdadır. “Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisi” ise bize göre bu kategoride değildir; daha çok “yeni solun” partileşmiş hali gibi durmaktadır.

***

Bu ön izahat faslından sonra gelelim asıl noktaya:

Dünyanın ve Türkiye’nin bugünkü koşullarında üç öbeğin gerek 1980’li yıllardaki tanımlarıyla gerekse bugünkü kimi yönelimleriyle kendilerini sürdürmeleri mümkün değildir.

Bu kez sondan başa doğru gidersek:

Devrimci demokrasi, kendini salt hareket ve hareketlilik üzerinden var etmeye çalıştığında etkisini daha da yitirecektir. Süreklilik için belirli bir örgütlülük-partililik formuna alışmak, bu arada Marksizm ve Leninizm’le olan bağlarını bugünküne göre biraz daha güçlendirmek durumundadır.

Yeni sol,  kendi teorik yeniden inşa sürecinin zeminlerini 1800’lerin Marx dışı, çağımızın ise Marksizm dışı figürlerinde aradığı sürece bir yanda uzak batı (Kuzey Amerika ve Avrupa); diğer yanda ise daha yakın, “güneydoğu” yönünde olmak üzere bu toprakların büyük bölümünden daha fazla kopacaktır. 

Geleneksel sola gelince:  Süreç içinde test edilecek/gereğinde rötuşlanacak bir devrim vizyonu geliştirmeden ve örgütün bizzat kendisinin yaratmadığı bir hareketle birlikte devinmenin de devrimcilik olacağını kavramadan “benim oğlum bina okur” misali sabah akşam örgüt ve öncülük hatmi indirmekle uğraşırsa, o da kaybedecektir.      

***

Kuşkusuz, bu tür zaaf ya da tehlikelerin olup olmadığını belirlemek öbeklerin her birinde yer alanların kendi bilecekleri iştir. Her öbeğin değerlendirmesi ve bunun üzerine izleyeceği çizgi başlı başına büyük önem taşımaktadır. Başka hiçbir oluşum, süreç vb. bu önemi gölgeleyemez, geri plana itemez.

Ancak, az önce söylendiği gibi, kendi değerlendirmelerine ve kararlarına bağlıdır, kendi bilecekleri iştir.

Bitmedi, bir “ancak” daha var:

Ancak, Türkiye sosyalist hareketinin farklı konumlarda yer alan ve bu konumlarda “kendi işlerini yapan” özneleri aynı zamanda bir arada, belirli bir ortaklık zemininde buluşup ülkede yaşanan süreçlere müdahale edebildiklerinde pek çok şey değişecektir.

Genel olarak sol-sosyalist hareketin yükselmesi başlı başına bir kazanım olacaktır; dahası, bununla da kalmayacaktır: Eğer gerçekleşirse, yükselen hareket aynı zamanda “kendi işlerine bakmakta olan” öznelerin bu işlerine de ciddi bir kolaylık ve katkı sağlayacaktır.