Size belediye baksın!

Çocukken okulda birbirimize biraz sertleşecek olsak, “Bana baksana sen!” diye kavga öncesi son bir uyarı sözü çıkardı ağzımızdan. Karşıdaki alaycı cevap verirdi:

“Sana belediye baksın.”

İlkokulu köyde bitirmiş, babamın deyişiyle “okuyup adam olmak için” İstanbul’a gelmiş biri olarak belediye ne, bana nasıl bakacak, bu sözün anlamını bir türlü çıkaramazdım. Öylesine gıcık bir laftı işte, duymak istemiyorsan, kimseye “bana baksana sen!” demeyeceksin.

Geçen mart başında Marmaris’te kitap şenliğindeydim; Mustafa Göksoy yoldaşımla, “okuma yazmanın ızdıraplarını” konuşurken, çocukluğumdaki bu laf birden çıkageldi; “sana belediye baksın!”

Marmaris Kitap Günleri’nde

Kitap şenliğini belediye düzenliyordu. Tarihi bir binadan bozma kültür merkezinde karşılıklı iki salonu bu işe ayırmıştı. Birinde yayıncılar ve yazarlar, kitap sergilerinde okur bekleşiyor, ötekinde edebiyat söyleşileri düzenleniyordu. Belediye köşedeki çaycıyla anlaşmış, yazar ve yayıncılara çay ve su servisini de eksik etmiyordu. Doğrusu, belediye bize bakıyordu, ama nasıl bakıyordu?

Serbest piyaza nizamı içinde, kitap sergilerinin arkasında saatlerce okur, daha doğrusu müşteri bekliyorduk. Kitap Günleri’ni düzenleyen belediye bize bütün gün çay ve su servisi yapıyordu. Büyük bir rekabet içinde yan masaları kolluyorduk. Her güne bir dua ya da aforizma kitabı satıcısı, yanındaki kaptanın anı kitabına bakan müşterinin o kitabı bırakıp kendi kitaplarını alması için göz ucuyla efsunlu bakışlar atıyordu. Komşularıyla bütün gün çene çalmaktan başka bir edebi kültürü olmayan ev kadını, çocuklarını evlendirdikten sonra nihayet hayallerinin işini yapmış, roman değil, romanlar yazmıştı. Masasına yaklaşan okuru bir mıknatıs gibi etkisine alıyor ve kitabını pazarlıyordu. Onun yanındaki masada, 68 Kuşağının büyük şairi Özkan Mert, buraya nereden düştüm dercesine, hiçbir koşulda iyimserliğini bozmayan bilgeliğiyle salonda sürüp giden belediye curcunasına bakıyordu. Lise öğrencileri ellerinde kitap adı yazan buruşturulmuş küçük bir kâğıt parçası, Ayşe Kulin ya da İskender Pala’nın bir kitabını soruyorlardı. Kitapla daha çok haşır neşir okurlar, kapıdan girince salonu şöyle bir süzüyor, ünlü bir yazar arıyorlardı; suratlarının ekşimesinden pek bulamadıkları anlaşılıyordu.

İsimlerimize düşman belediye

Geçen kış İstanbul’da, ismi lazım değil, bir belediyenin kültür çalışmaları kapsamında birkaç etkinlik düzenledim. Yıllarca belediye ile bu işleri sürdüren bir kültür insanı ağabeyimiz aracılık ediyor, ayda bir edebiyat birikimimizin önemli bir yazarını gündeme getiren söyleşiler düzenliyorduk. Aziz Nesin, Uğur Mumcu, Hasan Âli Yücel, Cemal Süreya, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Yaşar Kemal’i onlarla birlikte ortak işler yapmış, onlar ölçüsünde önemli yazarlarımızın, onlar üstüne kitaplar yazmış araştırmacı ve akademisyenlerin katılımıyla andık.

Belediye’nin aynı zamanda nikâh salonu da olan kültür merkezinin bodrum katında, havasız, küçük bir salonu bize ayırmışlardı. Belediye küçük salon verdi diye şikâyet etmemeli, kimi zaman bu salonun yarısı bile dolmuyordu. Aziz Nesin üzerine Adnan Özyalçıner’in anlattıklarını veya Cemal Süreya ile Üvercinka’yı yayınlayan Ülkü Tamer’i dinlemeye çok az kişi geliyorsa belediye ne yapsındı?

Belediye bize bakıyordu, ama nasıl bakıyordu? Bir etkinliğe giderken belediye panosunda Cemal Süreya etkinliğinin küçük bir afişini gördüm, şairin bir fotoğrafının altına söyleşi, tarih, yer saat yazmışlardı; konuşmacıların adı unutulmuştu. Ülkü Tamer, Seyyit Nezir, Cemal Dindar, B. Sadık Albayrak’ın adı gereksiz görülmüştü, Cemal Süreya için türküler söyleyecek Nevzat Karakış’ın adına afişte yer yoktu. Sonra araştırdım, bütün etkinliklerde afişlere konuşmacıların adı yazılmamıştı; belediye herhalde, bizim ünlenmemizden korkuyordu.

Yazarlarımıza ve adlarımıza yer bulunamayan aynı panolarda ünlü bir pop şarkıcısının metrelerce büyüklükte afişleri belediye konserini reklam ediyordu.

Cep telefonlarımıza olur olmaz yerlerden, özellikle belediyelerden reklam ve duyurular yağar. Bizim belediye bizim edebiyat söyleşilerimizi duyurmak için bunu da yapmadı. İnternet sitesinde belediye başkanın filanca ünlü ve etkili şahısla görüşmesine yer verirken, bir inşaatın temel atma törenlerini fotoroman yaparken, Hüseyin Rahmi Gürpınar toplantısına küçük bir yer ayırmayı çok görüyorlardı. Şu da başımıza geldi, belediyenin aylık kültür sanat etkinliklerini duyuran broşürde, nasıl beceriyorlarsa, her seferinde konuşmacıların adını yanlış yazıyorlardı; konuşmacının adı Ayşe ise broşürde Ayşin oluyordu, Bergüzar’ı Gülizar yapıyorlardı. Bu nedenle Hüseyin Rahmi’yi anlatmaları için uzun araştırmalardan sonra bulup konuk etmek için ikna ettiğim iki akademisyen söyleşiye bir gün kala, adları broşürde yanlış yazıldığı için belediyeyi protesto edip toplantıya katılmayacaklarını bildirdiler. Bunu yapmakla belediyeye hiçbir şey yapmış olmayacaklarını, yalnızca beni zor durumda bırakacaklarını anlatamamıştım.

Woody Allen’ı yaya bırakacak kültür müdürleri

Belediye bize bakıyordu; daha da zor durumda bırakacak, yazar olduğuna, edebiyatla uğraştığına bin pişman edecek işler yapıyordu. Protestocu konuşmacıların yerine birkaç saatte yenilerini bulabilmiştim ama Hüseyin Rahmi’yi merak edecek ve onunla ilgili konuşmaları dinlemeye gelecek okurları bulmak kolay mıydı? Belediye adlarımızın olmadığı da olsa bir afiş yapmamıştı, telefonlara duyuru göndermemişti. Acaba son çare olarak üst kattaki nikâh salonundan çıkan davetlileri mi bodrumdaki Hüseyin Rahmi söyleşisine çağırmayı denemeliydim? Bunu yapmadım ama konuşmacıları ile dinleyicilerin sayısı eşit bir söyleşi yapmayı başardım. Yoksa konuşmacılar daha mı fazlaydı?

Uzatmayalım, ismi lazım değil, CHP’li bu belediye, kültür işlerini ihaleyle bir şirkete vermişti. Şirket de bu işi şirket gibi yapıyordu; kâr ve zarar hesabıyla. Emeğe en az ödeme, en çok artı değere el koyma. Abece bilmeyen grafiker kültür programı broşürü yazarken Ayşe’yi Ayşin yapmışsa ne olmuş yani. Afişi hazırlayan grafiker, yaşayan en büyük hikâyecilerimiz Adnan Özyalçıner ile Osman Şahin’in adını afişe koymanın çok önemli ve gerekli olduğunu bilecek kültür donanımından yoksunsa ne yapalım.

Grafiker kültür birikiminden yoksun da belediyelerin kültür müdürleri çok mu donanımlı? Bir kültür programı düzenleme önerisi götürdüğünüzde, isimlere bakıyorlar, pek duyulmuş gelmeyince suratlarını buruşturuyorlar. “Tamam, bu program çok güzel, ama diyorum ki, başlangıç olarak şöyle ünlü bir yazarla başlasak. Hani arkasından bu da olur, başlangıç için diyorum, bir Ahmet Ümit, bir Ayşe Kulin, Zülfü Livaneli olmaz mı, Zülfü Livaneli, ha…”

Bunları anlatmak için, kofluklarını, zavallılıklarını göstermek için Woody Allen gibi yönetmenler bile yetmez.

Orhan Pamuk’u eleştirmek siyaset yapmaktır

Yaşar Kemal’i andığımız toplantıda, dinleyicilerden biri sordu; “Nobel neden Yaşar Kemal’e değil de Orhan Pamuk’a verildi?” Osman Şahin, Yaşar Kemal’le uzun yıllar arkadaş olmasının tanıklığıyla, Pamuk’un bu ödülü almak için çevirdiği lobi dolaplarını anlattı. Ben bu ödülün edebi bir değeri olmayan bir yazara verildiğini anlatmaya çalışıyordum. Tam tartışmanın ortasında, önde, protokol sırasında oturan biri, “siyasi tartışmaya girmeyelim” diye müdahale etti. Herkesin dönüp saygıyla baktığı bu adam belli, belediyedendi. Orhan Pamuk’u ve Nobel ödülünün geçersizliğini tartışmak “siyasi tartışma” olarak nitelendi ve apar topar toplantıyı bitirerek bizi konuşturmadılar.

Sahnede bize çiçek veriyorlardı, baktım bana teşekkür eden ve çiçek veren o adam.

“Beyefendi, dedim, sizin göreviniz ne?”

“Ben belediye başkan yardımcısıyım” dedi.

“O halde siz siyasetçisiniz, siyasetten niye bu kadar korkuyorsunuz?”

“Ama bu edebiyat toplantısı, şey yani siyasete girmeye gerek yok şimdi…” benzeri bir şeyler mırıldandı.

Belediye için Orhan Pamuk’un dokunulmazlığı olduğunu belli belirsiz anlamıştım. Nobelli yazıcı ulu orta tartışılamazdı. Gerektiğinde edebiyat siyaset diye bastırılır, olmazsa siyaset edebiyat diye yutturulurdu.

Onursuzluğu onur ilan edenler

Kadıköy Belediyesi bugünlerde Haydarpaşa Garı’nda Kitap Günleri düzenliyor. Belediye bize bakıyor; “onur yazarı” olarak Selim İleri’yi seçmişler. Yeterince ünlü, başlangıç için yani. Ama Selim İleri, yakın tarihimizin en zalim iktidarının tetikçi gazetelerinden birinde köşe yazarlığı yapmış, aydın yazarlarımız Silivri’ye atılırken, göz ucuyla bile dönüp bakmamış… Cumhuriyet’i, laikliği savunan, hırsızlığa, arsızlığa isyan eden tek satır yazmamış, ne olacak, bunların hesabını kim tutuyor, kim hatırlıyor ki.

Tekeliyet düzeni belleksiz, ilkesiz, umutsuz ve geleceksiz insan fabrikasıdır. Bu fabrikanın en verimli departmanlarından biri edebiyattır. Selim İleri ve benzerleri edebiyatı işlevsiz, edilgin, düzenin ideolojisine uygun bir departmana çevirdiler. Belediyenin onurlarını ve ödüllerini fazlasıyla hak ettiklerine kuşku yok.

Edebiyatımızın toplumcu damarının uzun soluklu şair ve yayıncısı Seyyit Nezir, belediyenin bu yaptığına isyan başlattı. Cemal Süreya Kültür Sanat Derneği, Ak-diktatoryaya hiçbir itirazı olmayan Selim İleri’nin “Onur Yazarı” seçildiği Kadıköy Kitap Günleri’ni boykot ederek çekildi. Üstelik, sistemin edebiyat departmanının bütün bayağılık üreticilerine, yazıcılarına konferans ve söyleşi için salon bulabilen belediye, Cemal Süreya Kültür ve Sanat Derneği’nin iki toplantısına yer vermemişti. Yer verilmeyen toplantılardan birinde benim de konuşmacı olmam hoş bir rastlantı.

Marmaris Kitap Günleri’nde, konuşurken, çocukluğumdan apansız gelip buldu beni; size belediye baksın… Bakıyor zaten. Nasıl baktığını Kadıköy Kitap Günleri de tescilledi. Ama bu belediyelerin insana ve topluma nasıl baktığı, içinde yaşadığımız şehirlerden belli değil mi?

İnşaat işleri bunların denetiminde ve yaptıkları, her yeri betonla kaplamaktır; yağmur sonrası kokusunu duyacağımız bir karış toprak bırakmadılar. Bir de cenaze işlerine bakıyorlar. Orda da ne kadar öngörüsüz oldukları anlaşılıyor, İstanbul’da ölümüzü gömmek için ancak şehir dışında mezarlık bulabiliyoruz.

Şimdi de kitap ve edebiyat işlerine el attılar. İnşaat ve cenaze işlerindeki niteliklerine ne kadar uyuyor. Ölmüş, çürümüş bir edebiyatı bize onurlu diye satmaya çalışıyorlar.

Selim İleri ve benzerlerine, çocukluğumun sözüyle, “Size belediye baksın!” diyorum. Birbirinize çok yakışıyorsunuz.