Sahipsiz gerçek çağırıyor

Elimizde bir kavram var; “sahipsiz gerçek”. Gerçeği bilmek yeterli değildir, aslolan onu emekçi insan yararına değiştirebilmektir.  Gerçek sahipsiz kaldıkça, değişim hep aleyhimize olacaktır.

Şöyle anlatabilirim; 2002 yılında, 3 Kasım seçimleri yapılıp AKP yüzde otuz küsurlarla iktidarı bütünüyle ele geçirdiğinde, biz, uzun ve zorlu mücadelelerle kazanılmış bütün emekçi haklarını ortadan kaldıracağını biliyorduk ve bunu yazıp çizerek bilmeyenlere anlatmaya çalışıyorduk. Ülkenin son kalan kamu kuruluşlarını, Tüpraş, Petkim, Seka, madenler, ormanlar, derelerin haraç mezat satılacağı gerçeğini, daha o günden görebiliyorduk ve başkalarına da göstermeyi deniyorduk. Yalçın Küçük Hocamız, seçimin ertesi günü yazdığı 3 Kasım Tezleri’nde, 12 Eylül’ü yapanların en çok istedikleri ekibin hükümete getirildiğini açıklamıştı. Bu ekibin bir Cumhuriyet yıkıcısı olduğunu o günden yazmıştı: “Cumhuriyet, ileriye gitmemek için, bir silah olarak, islamcı parti yaratmış ve kurucu partisini deforme etmişti. Şimdi bunlar hükümet ve muhalefet olarak, cumhuriyetin karşısındadır.”  Beşinci Tez, 2002 yılında şu gerçeği ilan etmişti: “Cumhuriyet, tarihinin en büyük krizi ile karşı karşıya gelmiştir. Tanımlarını reddeden bir fiili durum var ve cumhuriyet, düşünebilen ve çözüm arayabilen kadrolarını tüketmiştir. Krizi kavraması imkânsızdır.” (Yalçın Küçük, Çıkış 1, s.165-166) Yaşadığımız on dört yıl, bu önceden görülen ve ilan edilen gerçeğin, adım adım uygulanan aşamalarına sahne oldu.

AKP’nin, temsili sistemin bütün kazanımlarına tekme anlamına gelen milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılması önerisine, kendi bindiği dalı kesercesine destek veren bir kurucu parti, 2002’den görülen bu gerçeğin ne kadar öngörülü olduğunun son belgelerinden biri değil midir?

Vesayetten kurtuluş yalanları

Emekçilerin, ilericilerin cephesinden gerçek biliniyordu, apaçıktı, ortadaydı. Var oluşumuzu ortadan kaldıran bu gerçeği değiştirmek için mücadele ediyorduk ama başarılı olamıyorduk. Çünkü bu gerçeği cesaretle sahiplenen örgütlü bir işçi sınıfı, gerçeğinin gereğini yerine getirecek bilinçli ve duyarlı bir halk yoktu. Gerçek ortadaydı ama sahipsizdi. Biliniyordu ama herkes uzağında duruyordu.

Uzağında duranları daha da çoğaltmak ve aldatmak için sol liberal denilen bir hain ve işbirlikçi lafebesi koro, 12 Eylül’ün has evlatlarına şirinlik maskesi üretiyordu. Sol liberal dergiler, gazeteler, romanlar, hikâyeler yeni bir Cumhuriyet tarihi yazmaya giriştiler. Dinci partinin cumhuriyet yıkıcılığına “vesayetten kurtuluş” ve “özgürlük” yalanları yetiştirdiler. Bunların maskesini düşürmeye ve gerçeği tekrar tekrar anlatmaya çalıştık.

Bu sola sirayet eden liberal çete, tarihin görebileceği en hukuksuz davayı, “Ergenekon” davasını, “darbeciler yargılanıyor!” yalanıyla meşrulaştırmaya çalışırken, apaçık gerçeği anlattığımızı belgeleyen dergiler, gazeteler, kitaplar var. Silivri hapishanesinde kurulan bir mahkemeden adalet ve gerçek beklenmeyeceğini ilk gün söylemiştik; dokuz yıl sonra, onlarca insanın yıllarca hapis yatmasına, bazılarının intiharına, hastalanıp ölmesine neden olan bu mahkemenin yargıçlarını tarihi açıdan mahkûm eden Yargıtay’ın kararından yıllarca önce, sosyalistler bu gerçeği söylemişlerdi. Cumhuriyetin yıkılışını AKP iktidarının ilk günü haber veren Yalçın Küçük, üç yılını Silivri zindanında geçirmesine neden olan bu davada yargılanırken, bunun bir angien rejim, eski rejim davası olduğunu, cumhuriyeti yıkan karşıdevrim hükümetinin cumhuriyetçileri yargıladığını açıklamıştı.

Nedenleri gizleyerek sonuçlara homurdananlar

Laikliği ortadan kaldıran bu gerici iktidarın, kadınları türban denilen bir zincirle sarmalamasına “özgürlük” diye yalan üreten sol liberaller, bugün her anında, geleceğimiz demek olan çocuklarımızı taciz eden eğitim sisteminin dinselleştirilmesine ses çıkarmadılar. Dinci vakıf ve derneklerin çocuklarımızın bugününü ve geleceğini taciz ve tecavüz cehennemine çevirmelerinde, bu işbirlikçi sol liberallerin “laikçi teyze” aşağılamalarının katkısı az mıdır? Bu alçak koro, bataklığa değil, ama onun beslediği sivrisineklere bizden çok düşman görünmeyi de becerir. Nedenleri gizleyerek sonuçlara homurdanmada üstlerine yoktur.

Yıllarca AKP’yi alkışlayan, 12 Eylül hukuk yıkımı referandumunda “yetmez ama evet” vecizesini icat eden bu çetenin adamları, bugünlerde bizden daha çok muhalif görünmeyi de becerebiliyorlar. Cumhuriyet gazetesini bu liberal koronun yeteneksiz yazarlarının bir deposuna çevirme becerisini gösteren Can Dündar’ın bugün özgürlük kahramanı olduğu bir yerde, gerçek, yıllarca yazdığımız, gösterdiğimiz, anlattığımız gerçek, sahipsiz, ortada durmaktadır. Bütün yakıcılığı, yıkıcılığıyla hayatımızı ele geçirmiş, sürüklüyor.

Gezi’de ağaçlardan ormanı göremedik

Emekçi gerçeğimize sahip çıkma adımlarını kitlesel olarak attığımız tek zaman kesiti 2013 Haziran’ı oldu. Bir patlamaydı ama o zaman da galiba ağaçlardan ormanı göremedik. Milyonlarcamızın sarılarak kurtardığı birkaç yüz ağaçtan milyonlarcasını Boğaz köprülerine, havalimanlarına, taşocaklarına, HES inşaatlarına kurban verdik. Halk düşmanı, emekçi ve doğa düşmanı, yaşam düşmanı bir sömürücü iktidarın tepemizde bulunması gerçeğini hâlâ değiştiremedik. Çünkü bu gerçeğe gerektiği biçimde ve ölçüde sahip çıkmış değiliz. Hâlâ gerçek sahipsizdir. Bilinmesinin ama görülmemesinin, algılanmasının ama anlaşılmamasının, dayatmasının ama yıkamamasının kimsesizliği içindedir.

Sahipsiz gerçek kavramını 19. Yüzyıl gerçekçi Rus yazarı Saltıkov-Şçedrin’den çıkardım. Gerçeği anlatmak için kuşlar dünyasında bir devlet düşlüyordu. Bu ülkenin emekçilerinden ihtiyar karga, uğradıkları sömürü ve haksızlıkları ortadan kaldırmak için iktidarın temsilcilerinden hesap sormaya gidiyordu. Karganın anlattıklarını tokluğun rehavetiyle dinleyen kartala göre karganın söylediklerinde bilinmeyen bir şey yoktu: “Bu gerçeği kartalından akdoğanına, atmacasından çaylağına kadar herkes, hem de nicedir biliyor. Ama şu anda bu gerçek bizim işimize gelmiyor. Dolayısıyla sen bu gerçeği istersen dörtyol ağızlarında olanca sesinle haykır, herkese açıkla, bundan bir şey çıkmaz.” (Saltıkov Şçedrin, Büyüklere Masallar, Çeviren: Mazlum Beyhan, Öteki Yayınları, 1997, s. 286.) Bundan bir şey çıkmazdı, çünkü gerçeğin gereğinin yerine getirilebilmesi için onu cesaretle sahiplenen ve dönüştüren güçlere gerek vardı.

Gerçeğine sahiplenen Rus emekçilerinin devrimi

Saltıkov-Şçedrin kendi sömürücü gerçeğini değiştirmek için yola çıkan ve onu sahiplenmek zorunda olduğu dersini öğrenen karga masalını yazdıktan yaklaşık otuz yıl sonra, Rusya’da Ekim Devrimi oldu. Emekçiler gerçeklerini kavramış ve sahiplenmişlerdi. Gerçeklerinin liberallerin ikiyüzlü dilinde çarçur olmasına, Kerenski’lerin elinde yeniden sömürücülere teslim edilmesine izin vermediler. Gerçeğin sahibi olmaları için ihtiyaç duydukları politikayı Lenin ve devrimci partisinde buldular. Ne zaman gerçeklerini başkalarının ellerine bıraktılar, Gorbaçov’lar, Yeltsinler onu yeniden sömürü cehennemine çevirmeyi becerdiler.

Emekçiler, sokakta, fabrikada, okulda, kışlada, dörtyol ağızlarında her gün kendini haykıran gerçeği görmezden gelir ve kendi gerçeğine sahip çıkmazsa, bu sömürücü ve katliamcı gerçek değişmeyecektir. Biz bilsek de, yazıp çizsek de nafile, gerçeğin kendisini sahiplenecek ve dönüştürecek, tarihsel yapıcılara, işçilere, aydınlara, örgütlü kitlelere ihtiyacı var. Sömürücü sermaye diktatörlüğünü ve bu çarkın vesilesi, vidası, megafonu olanları alaşağı etmek, çektirdiği acıların hesabını sormak için gerçek bizi kendine sahip çıkmaya çağırıyor.