Sadece damar mı?

Dün Doğan Ergün yazmıştı. Yakın geçmişte yaşananlara ilişkin Ergün’ün verdiği ayrıntılara girmeyeceğiz; ama biz de aynı konuyu bir başka tarafından tutup biraz deşmeye çalışacağız.

Önce temel tespit: HTKP’nin İstanbul’daki 1 Şubat etkinliği, “yeni” bir damarın varlığını ortaya koymuştur.

“Yeni” sözcüğünü tırnak içinde kullandık. Sahiden “yepyeni” bir damar mıdır? Bu damar son yedi ay içinde mi oluşmuştur?

Sonra, ne damarı? Bir adı var mı?

Sondan başlarsak, sadece “Marksist” demek yetmez; “Devrimci Marksizm” desek belki yanlış anlaşılır. O zaman “Marksist-Leninist damar” diyelim, bunda karar kılalım. Dikkat, sadece “Marksist” denmediği gibi sadece “Leninist” de denmemektedir. Tam tamına Marksist-Leninist damardır.

Peki, “yeni” midir? Son yedi ayın ürünü müdür?   

Bir yanıyla bakıldığında hiç de yeni değildir. Kökü 1920 yılına dayanmaktadır. TKP vardır, TİP vardır, Sosyalist İktidar vardır;  ama bunların yanında bu ülkenin başka devrimci-sosyalist damarlarının ortak dağarcığımıza kattıkları da vardır. Genelde böyledir; ancak biraz inceltirsek, bu damarın kendi özgün kimliğiyle yaklaşık 35 yıldır ülkedeki sol siyasetin içinde olduğunu söyleyebiliriz.

Evet, Sosyalist iktidar, Gelenek, SİP ve TKP diye gider; bugün HTKP’dir.

O zaman son 7 ayın hiç mi önemi yok?

Yaşanan bölünme büsbütün anlamsız mıydı?

***

İşte, eğer gerçekten bir “yeni” arıyorsak bakacağımız yer burasıdır, son yedi ayın gelişmeleridir.

Önemli noktalar ve ayrıntılar, Ergün’ün az önce sözünü ettiğimiz dünkü İleri yazısında var. Bizse, eskisine göre “yeni” olanı nerede gördüğümüzü kendimizce özetlemeye çalışacağız.   

“Yeni damar”, herhangi bir toplumsal-siyasal hareketlenmenin ancak ve ancak belirli bir örgütsel yapının kendi gelişimiyle, bu gelişimin bir uzantısı olarak yaratılabileceği düşüncesine en başta ciddi bir şerh düşmektedir. Dahası, belirli bir örgütün doğrudan kendi eseri olmayan hareketlenmelere tastamam kendi standartlarıyla, kendi ölçütlerini burada arayarak ve hareketi “manipüle etme” mantığıyla yaklaşmasını geçersiz bir yol saymaktadır. Örgüte şu ya da bu ölçüde “dışsal” bir hareketlenmeyi etkilemeye, belirli bir yöne çekmeye çalışmak kuşkusuz meşrudur. Ancak bunun yolu, hareketi ölçme, seçme ve yerleştirme sınavına (ÖSYS) çekmek değil onunla içerden etkileşime geçmek ve onunla birlikte devinmektir.

Birincisi budur ve “yeni damar” bunu söylemektedir.

İkincisi, belki herkese çok “basit” gelecektir; ama “yeni damar” örgütü bir amaç değil araç olarak görmektedir. “Kim bunun aksini söyler ki?” denilmesin. Bu ülkede örgütü her şeyin, ama her şeyin en başına koyup her yere ve her şeye buradan bakanlar da vardır.  Siyasete, toplumsal mücadelelere ve yaşamın akışına sadece ve sadece örgütün, onun verili bir andaki durumunun, sorunlarının ve ihtiyaçlarının oluşturduğu bir mercekten bakılması, örgüt dışında ne varsa her şeyin “araçsallaştırılması” demektir. Sınıf mücadeleleri, toplumsal hareketlenmeler, başkaldırı, gençlik, Kürtler vb. ne varsa hepsinin…

Bu kapsama ulaşan bir araçsallaştırmanın, araçlaştıran özneyi “amaç” haline getirmesi kaçınılmazdır.

“Yeni damar” buna şerh de düşmemekte, böyle bir yaklaşımı reddetmektedir.

***

Baştan bu yana “damar” deyip duruyoruz…

Sadece bu mu, sadece “damar” mı?

Eğer dünyanın yeni bir döneme açıldığını söylüyorsak, Türkiye’de işlerin kızışacağından, çok yönlü ve çok boyutlu kriz olasılıklarından söz ediyorsak, “damar” iyidir de kendi başına yetmez.

İşçi sınıfı diyorsak, bugünlerde çok hareketsiz olduğunu kim söyleyebilir?

Gençlik diyorsak, önemli bir potansiyel barındırdığını kim inkâr edebilir?

Hareket diyorsak, Birleşik Haziran Hareketi’nin açabileceği kanalları kim küçümseyebilir?

Aydınlanma, laiklik, gericiliğe karşı mücadele diyorsak toplumda (“laikçi teyzeler” dâhil)   ciddi bir birikim oluştuğunu görmezden gelebilir miyiz?

O zaman “damar” oluşturmanın ötesine geçip buralara, bu kesimlere yönelmek gerekiyor.

Ergün’ün yazısı “Salonlardaki İşimiz Bitmiştir!” başlığını taşıyordu.

Sadece “damar” olmakla kalınacaksa, bu işi ilanihaye salonlarda sürdürebiliriz.