Reno’nun gösterdiği…

Metal işçilerinin Reno’da başlayan, TOFAŞ ve Coşkunöz’le devam eden ve yayılma eğilimi gösteren direnişi kendiliğinden bir hareket olma özelliği taşıyor. ‘Kendiliğinden hareket’, ortaya çıkışından önceki dönemde yapılmış, biriktirilmiş, emek harcanmış mücadeleleri yadsımak, yok saymak anlamına gelmiyor. Birleşik Metal’in özellikle son üç yılda verdiği mücadelelerin, Bosch’ta yaşanan sürecin mutlaka hakkı verilmeli. Bu sendikanın direnişteki etkisi göz ardı edilmemeli.

Öte yandan, ortada Birleşik Metal’i de, herhangi bir siyasi özneyi de aşan bir durum olduğunu kabul etmek zorundayız. Bu yazıda iki dinamiğin altını kalınca çizmek zorundayız.

Birincisi ekonomik veriler…

Türkiye’de otomotiv sektörünün özellikle geçen yıl Avrupa’daki krizin de yoğun etkisiyle ciddi bir daralma yaşadığını görüyoruz. Özellikle 2014 yılı ilk çeyrek verileri, otomobil ve hafif ticari araç pazarında yüzde 25’lere ulaşan bir daralma yaşandı. 2014 yılı da yüzde 10 daralmayla tamamlandı.

İşte MESS’le toplu sözleşme süreci böyle bir ortamda ilerledi ve bu ortamın izlerini taşıdı. Bu yılki verilerde ise, otomotivde yükselen seyre rağmen metal sektörünün genelinde bir durağanlık, genel büyümedeki azalma, enflasyon rakamlarındaki artış, işsizliğin artışı gibi faktörler etkili.

Otomotivde konjonktürel gerileme ve ilerlemeler yaşanabiliyor. Öte yandan genel ekonomik durgunluk, metal sektörü gibi, işçi ücretlerinin görece yüksek olduğu alanlarda, hem patron hem de işçi cephesinden beklentilerin çatışmasına neden olacak. Patronların gözlerini diktikleri ilk hedef işçi ücretleri olurken, işçilerin de kendi konumlarını koruma güdüsü devreye girecek.

2017’ye kadar yapılan ve kadük doğan toplu sözleşme, ek protokollerle değiştirilmeye çalışılacak, burada patron ve bir patron örgütü olan Türk Metal direnmeye çalışacak. Bu gerilimi bir süre daha yaşayacağız.

Odaklanacağımız ikinci dinamik ise genel ideolojik ortam.

Burada, bundan iki yıl önce ne diyorsak o oluyor… Türkiye’nin son 5-6 yılına damgasını vuran ve Haziran/Gezi ile tavan yapan direniş; orta vadede, sınıf açısından da taş üstünde taş bırakmayacak gelişmeleri çağırıyor.

Sermaye düzeninin en fazla yatırım yaptığı, devrimci siyasetle ilişkisini kesmek için her yolu denediği, araçlar geliştirdiği metal sektörü dahi bu dip dalgadan nasibini alıyor.

Haziran’da kendi sınıf talepleriyle ortaya çıkmayan sınıf, şimdi kendi çalışma ortamına ilişkin söz söylüyor. “Hayır” diyor.

Bu “hayır”da hayır var, doğru… Ancak, “hayır”ın yeni tür bir sınıf örgütlenmesini kurmak anlamında “evet”e dönüşmesi için biraz daha vakit var. Metal işçisi, hain Türk Metal’e karşı mücadele ederken henüz farklı bir örgütlenme biçimini arayacak olgunlukta değil. Ancak bu düzey dahi bugün için oldukça değerli…

Bu yazdıklarımızdan çıkacak sonuçları ise şöyle özetleyebiliriz.

Metal dahil olmak üzere, Türkiye ekonomisinin patlamak üzere olan inşaat, maden, tekstil ve turizm gibi belirlenmiş alanlarına ilişkin, özel ve yoğun bir çalışmaya ihtiyaç var. Suların durulmayacağını görüp, nokta çalışmaları planlamak gerekiyor.

Bu nokta çalışmalarının yanına, giderek genişleyecek olan örgütlenme boşluğunu doldurabilecek model denemelerine gereksinimimiz var. Elbette sektör sektör var olan sendikal yapılar üzerine değerlendirmeler yapabiliriz. Öte yandan, sınıfın ekonomik-politik-ideolojik-kültürel örgütlenme bütünlüğünü gözetecek araçlar için bugünkü sendikal anlayışa sığmayacak bir anlayışı yayacak, direnişlerin gösterdiği şekilde işyerlerine sıkışmayacak bir araya gelişlerin kapısını aralayacak modellerin üretilmesi için çaba harcayacağız. Sınıfın politik örgütlenmesi için bu boşluk muazzam olanaklar sunuyor.