Referandum arifesinde bir festival

Ödül töreni dün gece yapılan 36. Istanbul Film Festivali, referandum öncesinde gerçekleşmesi sayesinde Türkiye sinemasının Türkiye gündemine ne kadar uzak olduğunu bir hayli duyumsattı. Festival boyunca aslen film izlemek için biraraya gelmiş olan sinema yazarlarının ve sinemaseverlerin kendi aralarındaki ayaküstü veya çay molalarındaki sohbetleri, festivaldeki filmler kadar, yaklaşmakta olan referanduma ve oradan hareketle ülkemizin ahval ve şeraiti üzerine görüşalışverişine, dertleşmeye, ortak kaygılara ortak çıkış yolları aramaya yoğunlaştı sık sık. Oysa Ulusal Altın Lale Yarışması’ndaki seçkide sergilendiği üzere ülkemizin halihazırdaki sineması geneli itibariyle, böylesi kaygılar taşıyan insanların yaşadığı bir ülkenin sineması olmaktan çok uzak bir profil çiziyor (öte yandan bunun en büyük istisnası olan Ceylan Özçelik imzalı distopik/psikolojik gerilim Kaygı ise festivalden ironik biçimde ödülsüz döndü!).

Yalnızca referandumun nefesini ensemizde hissettiğimiz bu yılki Istanbul Film Festivali’ndeki ulusal seçkiye değil, son bir-iki yılın öne çıkan yerli filmlerine baktığımızda ayrıca şu gözlem de temkinli biçimde yapılabilir: Yerli sinemamızın son çeyrek yüzyılda öne çıkmış isimleri ya Reha Erdem, Özcan Alper, Zeki Demirkubuz örneklerinde olduğu gibi ancak kendilerini tekrarlayarak iyi işler ortaya koyabiliyorlar ya da Derviş Zaim, yeni filmi Kırık Kalpler Bankası’nı Istanbul Film Festivali’nde izlediğimiz Onur Ünlü örneklerinde olduğu gibi son dönemde farklı arayışlara yöneldiklerinde ise kendilerinden umulan/beklenen performansı sergileyemiyorlar. Öte yandan son bir-iki yılın en tatmin edici, ya da en en azından en heyecan ve umut veren filmleri ise ilk filmlerini çeken yönetmenlerden geliyor! Geçen yılın en iyi filmi Ana Yurdu, en dikkate değer filmlerinden Babamın Kanatları ve şimdi de Kaygı’nın ortak paydası, genç yönetmenlerin ilk uzun-metraj filmleri olmaları.

Kaygı’yla birlikte bu yılki festivalin sinemaseverler nezdinde en dikkat çeken (ve yine ödülsüz kalan!) filmi kuşkusuz Kazım Öz’ün Zer’iydi. Dersim Katliamı’ndan sağ kurtulmuş bir kadının ABD’de yaşayan torununun, babaannesinden dinlediği bir türkünün izini sürmek üzere Dersim’e yaptığı yolculuğu öyküleyen Zer, Kültür Bakanlığı Denetleme Kurulu tarafından gösterim izni alması için iki sahnesinin çıkarılmasının şart koşulmasına bu sahneleri karartarak ve sansürü ifşa eden yazılı bir notu bu karartılan sahnelerde perdeye getirerek tepki göstermesiyle takdir topladı. Zer hakkında daha kapsamlı bir eleştiriyi vizyona gireceği döneme ertelemekle birlikte, öyküsünün ana çatısının bir diğer Kürt filmi olan Annemin Şarkısı (Klama Dayika Min, 2014) ile gösterdiği benzerliğe, Türkiye Kürt sinemasının da kendi içinde benzer anlatıları yineleme sarmalına girmek üzere olduğunun bir emaresi olarak işaret etmek isterim.

Bu yılki Ulusal Altın Lale Yarışması’nın benim nezdimde Kaygı’dan sonra en kaydadeğer filmi ise Mahalle’ydi. Filmin oyuncuları Buğra Gülsoy ve Serhat Teoman’ın, diğer bir oyuncu Emre Erkan ile ortaklaşa yazdıkları senaryodan bizzat yönetttikleri bu sıradışı film, son çeyreğindeki kimi defolarına karşın, lümpen bir suç-komedisi gibi başlayıp çok farklı bir rotaya yönelmesi üzerinden izleyiciyi başarıyla ters köşeye yatıran şaşırtıcı yapısıyla keskin bir “sıradan faşizm” teşhiri perdeye getiriyor.

Ödüllü filmler

Hem En İyi Ulusal Film seçilen, hem de ana yarışmada en çok ödül kazanan film olarak ödül törenine damgasını vuran Sarı Sıcak, tarla sahibi ama maddi güçlük içindeki bir ailenin yaşamından kesitler sunan bir yeni-gerçeklilik denemesi olarak saygıdeğer bir çalışma ama en büyük zaafı, izleyici ile başkarakter arasında empatik bir bağ kuramaması, hatta belki de böyle bir bağ kurmakla ilgilenmemesi; oysa yeni-gerçekçilik, ruhsuzluk demek değildir. İnsan Bir diğer bol ödüllüfilm olan Mavi Sessizlik (Blue Silence) ise ülkemizin güneydoğusundaki savaşa, bu savaşta işledikleri insanlığa karşı suçların travması dolayısıyla ruhsal yapıları ve hayatları altüst olan askerleri mercek altına alarak yaklaşmak gibi Türk sinemasında eksikliği hissedilen yönelimde bir film olmakla birlikte çok yavan bir anlatımla malul. Bu arada Türkiye sinema sektöründeki kimi meslek kuruluşlarının, Mavi Sessizlik’in Ulusal Yarışma’ya dahil edilmesini yerli yapım olmadığı gerekçesiyle yanlış bulduklarını festivale ilettikleri duyumu kulislerde ifade ediliyordu; nitekim kapanış jeneriğindeki künyesinden gördüğümüz kadarıyla Mavi Sessizlik minimum düzeyde Türkiye ortak-yapımı özelliği taşıyan, ağırlıklı olarak Belçika yapımı olarak gözüken bir film.