Plebyenlik: İyi bir şey mi?

“Pleb” Latince bir sözcük. Kabaca “halk” anlamına geliyor; ama biraz daha incesi “sıradan”, “alelade” insan demek oluyor. “Plebisit” sözcüğü buradan türüyor: Herhangi bir meselenin halkın oyuna sunulması… “Plebyen” sözcüğü ise bir sıfat olarak “halka ait”, “sıradan insanın yaptığı gibi” vb. anlamına geliyor.

Konu şu: Türkiye solunda, belki de şu “halk” denen, “sıradan insan” kabul edilenden uzak kalmanı verdiği sıkıntı nedeniyle bir tür plebleşme eğilimi görülüyor. Yani sol, kendi içinde ne kadar plebleşirse o kadar “halklaşacağını” sanıyor.

Örneğin, Mustafa Koç öldü ya…

“Öldü”, “yaşamını yitirdi”, “vefat etti” yetmiyor; ille ölümü tanımlayan daha ağır sözcükler kullanacaksın…

“O bir sermayedardı”, “işçileri sömürürdü” gibi şeyler de kesmez… “O emeğin kanını emen bir vampirdi” diyeceksin ki duyduğun kini iyi anlatabilesin…

İyi de, böyle yapınca halkın gerçek hissiyatı paylaşılmış, halka yakınlaşılmış mı oluyor?

Hiç sanmıyoruz. Halk “öldü” der, “Allah rahmet eylesin der”, “Zenginlik ne ki, kefenin cebi mi var” der, böyle gider.

Peki ya sol ölümü “geberme” olarak anlattığında, bir kapitalisti “kan emen vampir” olarak tanımladığında halk “sahi yahu” deyip meseleye daha farklı bakacaksa?

Onu da hiç sanmıyoruz.

***

Bunları geçip meselenin özüne inmeye çalışalım.

İki kere iki dört kesinliğindedir: Bir devrimcide plebyen damar mutlaka olmalıdır; “plebyen” tepkilerden, onun “yıkıcı” yanlarından büsbütün arınmış bir devrim de düşünülemez.

Gelgelelim, eğer sosyalizmden ve devrimden söz ediyorsak, bu hedeflere götürecek hattın ana, kurucu ve şekillendirici öğesinin plebyenlik olduğu hiçbir şekilde söylenemez. Marifet, düşünsel derinliği, tarih bilincini, gelişkin bir kültürel formasyonu, “halktan olanla”, “sıradan insanın” duyarlılığıyla buluşturabilmektir.

Gelişkin düşünce, gün gelir sıradan olanla buluşabilir; ama sadece ve sadece sıradan ve gündelik olandan, süzülmemiş ham öfkeden gelişkin düşünce çıkmaz.

Başka türlü söylersek, sol, örneğin Erdoğan’ın muhtar toplantılarında bilerek sergilediği “pelebyenliğin” karşısına, kendi kendini plebleştirerek çıkamaz. Çıkmaya kalkarsa, kendine zimmetlenen büyük bir mirası tepmiş olacağı gibi, böyle alanlarda Erdoğan gibilerle aşık atması mümkün olmadığından “halkla rezonans kurma” işinde de yaya kalacaktır.

Unutmayalım: Bolşevikler, 1917’nin hemen sonrasında halkın Çarlık dönemine ve kiliseye ait mimari değerlere yönelik aşırı yıkıcılığını engellemek için çok uğraşmıştı. “Yenilik” adına Rusya’nın kültürel birikimini bir kalemde silip atmaya kalkanlarla da…

Unutmayalım: Gezi (iktidar çok istemesine rağmen) solun 6-7 Eylül’üne dönmediyse, solun gelişkinliği sayesindedir.

Artık nasıl tabir edilirse, “halka gidelim”, onun duyarlılıklarını, tepkilerini anlayıp paylaşalım…

Ama bunları kendi kendimizi plebleştirerek yapamayacağımızı da bilelim…