PDM yeniden...

CHP kurultayı geride kaldı.

Sırada, HDP’nin bu hafta sonu gerçekleşecek kongresi var…

İkisi birlikte yüzde 40 civarı oy potansiyeline sahip, parlamentoda temsil edilen muhalefet partileridir.  Bu iki partinin saflarında kendilerini demokrat olmanın ötesinde solcu, sosyalist olarak tanımlayan unsurlar vardır. İki partinin de dışında yer alan sosyalistler,  ülkenin bugün geldiği noktada, “ne halleri varsa görsünler” deme lüksüne sahip değildir.

Gelgelelim, “CHP böyle değil de şöyle olsa”, “şu HDP de 2015 ayarlarına yeniden dönse” gibi temennilerin herhangi bir yararı olmayacağı da açıktır.

Aslında sorunun özü, bu iki partinin de ötesinde ülkedeki toplumsal muhalefetin yaşadığı bir açmazda yatmaktadır.

***

“Açmaz” dediğimiz durum şudur: Mevcut rejimin yaptığı her şey, attığı her adım muhalif pek çok kesimde akla en önce bildiğimiz liberal-parlamenter demokrasi “alternatifini” getirmekte, ancak yapılan her şey ve atılan her adım bu alternatifi daha ötelere itmekte, gerçekleşme ihtimalini o kadar azaltmaktadır. Akla ilk gelen “çarenin” aynı zamanda gerçekleşme ihtimali en düşük şey olması ilginç bir açmaz sayılmalıdır. 

Bundan iki üç yıl önce AKP’nin ve Erdoğan’ın üzerinin bir “liberal dalgayla” ve “restorasyonla” çizileceği görüşünde olanların hatası, siyasal süreçlerin teorik planda “en olası” görüneni, tam tersine “olasılık dışı” hale getirebileceğini pek düşünmemiş olmalarıdır.

Şunda olduğu gibi: Rejim, “gidici” olduğu en fazla söylenen uğraklarda kendini tahkim etmiş, “en zayıf dönemini yaşıyor” dendiği dönemlerde güç toplamanın bir yolunu bulmuş, “yönetemiyorlar” tespitinin yapıldığı anlarda da “işte bu da benim yönetim tarzım, böyle yönetiyorum” demiştir.

Bunun adı, neo-faşizmin devlet katında kurumsallaşması, toplum katında da kendine taban bulması, yaratmasıdır.   İşin içinde sihir de yoktur keramet de: Rejim, dünyadaki genel eğilimlerin, bölgedeki dengelerin ve boşlukların, sermaye sınıfının önceliklerinin hep birlikte böyle bir kurumsallaşmaya ve oluşuma en azından yeşil ışık yaktığını bilmektedir.    

***

Eğer muhalefetse, bugünkü rejimin görece zayıf kaldığı söylenebilecek alan, kurumsallıklar alanı (parlamento, siyasal partiler, yargı, medya, eğitim sistemi, vb.) değil her şeye rağmen toplumsal yaşamdır; gündelik yaşamın sürdüğü mekânlar ve ilişkilerdir. 

Böyleyse, 1960’ların ikinci yarısında kimi çevrelerin dillerinden düşürmedikleri PDM (parlamento dışı muhalefet) imkânlarına yeniden ve ciddiyetle göz atılması yerinde olacaktır. 

İsteyen ve mümkün gören bugünkü parlamentoda bile yapılabileceğini düşündüğü şeyler için adımlarını atsın; isteyen ve mümkün gören şu ya da bu “seçim stratejisine” yatırım yapsın; ama bu saatten sonra kimse kalkıp ne yapılacaksa ancak böyle ve bu araçlarla yapılabileceğini söylemesin.

Diri bir toplumsal muhalefetle desteklenmedikçe sonuç alınamayacağı bellidir.

***

Peki, PDM kendiliğinden ortaya çıkar mı?

Bir hareket-hareketlilik, zamanla kendi öncülerinin ötesine taşan, bir yerden sonra onları da kucaklayan boyutlara ulaşacak olsa bile, bugün “öncüler” üzerinde durmak zorundayız.

Sosyalist örgütlenmeler, partiler…

Birleşik Haziran Hareketi…

Süreç içinde oluşabilecek, yeni bir soluğu ve çekim merkezini temsil edebilecek bir “sol odak”…

CHP’lisi CHP’de, HDP’lisi HDP’de kaldığı halde siyasetin ve en önemlisi yaşamın çeşitli alanlarında başkalarıyla birlikte ses getirici bir muhalefet akımı yaratma uğraşına katılacak, omuz verecek olanlar…

Öncüler, bunlardır…

Ve hiç de “maksimalist” sayılmamalıdır: PDM ya da geniş toplumsal muhalefet, talepleri ve mücadele hattı söz konusu olduğunda kendini bildiğimiz “çoğulcu parlamenter düzenle” sınırlamadığı, özellikle eşitlik ve özgürlük gibi başlıklarda sözünü sakınmadan söylediği ölçüde güçlenecek, ses getirecek, bugün “değişmez” görünen pek çok parametre üzerinde etkili olacaktır…