Patlıcandan imambayıldıya (Tersi değil)

Eğer bir duyarlılık ve hareketlilikten söz edilecekse, bugün ön plana çıkanların aşağıdaki gibi tanımlanması mümkündür:

Sınıfın belirli kesimleri: Ama günümüz kapitalizminin genel eğilimleri, ama bugün Türkiye’ye damgasını vuran “reel kapitalizmin” özellikleri sonucunda mağduriyetleri daha bir belirginleşen emekçiler… İnşaat, madencilik, tersanecilik gibi özellikle tehlikeli alt sektörlerde çalışanlar, “plaza emekçileri” vb. diye inceltilmesi mümkündür…

Liseliler dâhil gençler: Yukarıdaki ilk kesime girenler dışında, ağırlıklı olarak orta ya da yükseköğrenime devam etmekte olanlar… Bugün gördükleri ve yaşadıkları, bir de hem ülkenin hem de kendilerinin geleceğine ilişkin kaygıları, bu kesimi sorgulayıcı ve arayışçı kılmaktadır…

Kadınların özel yerini hiç ihmal etmeksizin, orta yaş kuşağından ve “orta sınıflardan” insanlar: Aralarında belki de ilk kez 2013 Haziran’ında sokağa çıkanlar vardır; çoğu, “memleketi ne hale getirdiler” öfkesi içindedir. Aynı zamanda “veliler” olarak, çocuklarının almakta oldukları ve alacakları “eğitim” kendilerini dehşete düşürmektedir; kadınlarda “ben yarın nasıl bir Türkiye’de yaşıyor olacağım” kaygısı giderek derinleşmektedir…

Yukarıda kabaca tanımlanan kesimlerin bugün seçimden seçime oy verme dışında farklı bir duyarlılık, politikleşme ve aktifleşme süreci içinde oldukları söylenebilir. Dahası, büyük çoğunluğu böyle bir süreci ilk kez yaşamaktadır.

Eğer böyleyse, bundan sonrasını getirmek (yazılarda) kolaydır: Görev, bu insanların örgütlenmesi, yaşamakta oldukları politikleşmenin bir örgütlülük formu içinde geliştirilmesi ve kalıcı hale getirilmesidir. Araçlar da, yerel örgütlenmelerden daha genel “cephe” oluşumlarına, oradan siyasal partilere kadar uzanan bir çeşitliliğe sahiptir.

***

“Bunları zaten herkes biliyor, oturup yazmanın ne gereği var?” diyenler olacaktır.

“Oturup yazmanın”, önemli olduğunu düşündüğümüz birkaç nedeni var.

Birincisi: Hangi yaştan ve kesimden olurlarsa olsunlar, seçimden seçime oy verme ötesinde gerçek anlamda yeni politikleşen insanlarda başkalarına göre “fazladan enerji” vardır. Şöyle düşünürler: Gördükleri, farkına vardıkları olgular herkesin görmesi gereken gerçeklerdir ve bu gerçekleri henüz göremeyenlere anlatmak da onların boyunlarının borcudur.

Kimse “ilk heyecan”, “başlangıç coşkusu” falan filan diye düşünmesin. İnsani olmanın ötesinde son derece değerli bir potansiyeldir ve üstelik politiktir.  Tekrar vurgulayalım: 30-40 yıldır “bu işlerle uğraşanlar” elbette iyidir, hoştur; ama yeni başlayanlar, bu “eskilerin” katması mümkün olmayan yeni bir dinamizmin ve “fazladan değerin” taşıyıcılarıdır.

O zaman bırakalım katsınlar.

Sözü edilen kesimler/insanlar, geldikleri, hareketlendikleri alanların erbabıdırlar; oralardaki sorunları, çelişkileri, eşitsizlikleri ve adaletsizlikleri en iyi onlar bilirler ve dillendirirler. Hitap ettikleri insanlar, söylediklerine daha alıcıdır ve hitaptaki etki katsayısı da daha büyüktür.

O zaman, bırakalım onlar hitap etsinler…

Bu insanları “gel seni kadro yapalım” diye asıl etkili olacakları alanlardan çekip içerilere gömmenin hiçbir anlamı yoktur.

İkincisi: Yeni hareketlenen, politikleşen insanlarda kendine has bir özgüven duygusu gelişir. Belki biraz “kibir” de olabilir; ama asıl itici güç, “benim gördüklerimi benimle aynı konumda olanlar da görmeli” anlamında pozitif bir dışa dönüklüktür. İşte, bu özgüvenin üzerine limon sıkmamak gerekir.

Limon nasıl sıkılır?  

Çok açık söyleyelim: Herhangi bir siyasal örgütün önemini vurgulama adına bu insanlara ha bire kendilerini çok çok aşan bir “üst akıl” olduğu, böyle bir üst aklın parçası ve ona tabi olmadan kendilerinin de sandıkları kadar “değerli” olmadıkları söylenip durursa, yani insanlar bu tür bir “inhibisyona” maruz bırakılırlarsa, şevk ve coşkularının üzerine limon sıkılmış olur.

Aman yapılmasın, yapmayalım…

Örgüt, örgütlülük önemlidir; bunları söyleyelim de, “bak, bildiğin gibi değil ha” ya da “örgüt dışında sen bir hiçsin” gibisinden fetişleştirmelerden ve zorlamalardan kaçınalım.

Bu arada bitirirken, 1970’lerin sonundan kalma bir sözü hatırlayalım ve hatırlatalım: İnsanlar bir örgüte patlıcan olarak gelebilirler, mesele onları imambayıldı yapmaktır; bizde ise örgütlere imambayıldı olan gelenleri yeniden patlıcana çevirme gibi bir tarz var…

İşte bunu yapmayalım…      

Not: “imambayıldı-patlıcan” metaforu Yalçın Küçük’e aittir.