Nefesler tutuldu…

Geriye sayımda, bu günden sonra, elde kaldı son iki gün…

Önce şunlara vurgu yapmak bence yerindedir…

1.     Seçim, Türkiye’nin toplumsal kurtuluşuna, şıpın işi kapı falan açmayacaktır. Dolayısıyla her şey demek anlamına gelmeyen seçime atfedilecek en iyi ölçek, AKP’nin parti-devlet rejiminin geriletilmesinde önemi azımsanmayacak bir fırsat ve durum olarak okunmalıdır.

2.     Seçim sonrası denklemleri hayli karmaşıktır. Belirgin olan, seçimin, memleketin siyaset ve ekonomisine istikrar, rahat, huzur, barış gibi bu kabil nitelikleri içeren bir sükûnet dönemi sağlayacağına dair her hangi bir kanıt ortada bulunmamaktadır. Dolayısıyla ortada olacak olan, aslında var olan kaotik durumdan bir restorasyonla hemen çıkış olanağının olmadığıdır. 

3.     Bu seçimin belki tayin edici en önemli özelliği de, AKP karşıtı seçmenin, oyunu kime vereceğinden ziyade, AKP’nin alacağı oy önünde, ciddi bir barikat bloğu oluşturup oluşturmayacağıdır.

4.     Seçimden sonra, AKP eski gücünü koruyabilir ve rejimini daha da baskıcı bir biçimde inşa etmeye devam edebilir. Ya da seçim sonuçları AKP’yi mevzilerinden kısmen söküp daha gerilere ve zararsız bölgelere itebilir. Her iki koşul da ne dünyanın sonudur; ne de tek başına kurtuluşun yoludur. Memleketin halk sınıfları, her halükarda ve seçim sonuçlarından bağımsız olarak, Haziran’ın ruhundan doğan bir aydınlanma atılımı için yeniden bir araya gelmek ve örgütlenmek durumundadır…

5.     Öyleyse seçimin kendinden menkul önemiyle sınırlı olarak sandığa gidilmeli, AKP karşıtı bir noktada duranlar oradan onu geriletmeyi olanaklı kılan bir oy bloğu kurmalı ve sandıklar kapandıktan sonra da gözlemci olarak sandıklara sahip olmalıdır.

Başka yazılarda da ifade etmiştim ve aynı olacak ama notu bir kez daha düşelim…

Memleket ahalisi kabaca iktidar yanlısı ve karşıtı olmak üzere iki kesimlidir. AKP’nin yandaş tabanından ve aparttığı oy depolarından beklediği, RTE’nin rüyalarında ulaşmayı arzu ettiği başkanlığa ulaştıracak bir seçim sonucuyla, yani ekseriyetle yeniden tahta oturmaktır…

***

Geriye karşıtlar kalmaktadır…

Karşıtlar cephesi, kendi renginden, yekpare bir iktidar çıkaracak çapta bulunmamaktadır. Daha da ötesi, neredeyse her türlü zerzevattan yapılmış bir çorbayı andırmaktadır. Ne ki, kendini mecliste, muhalefette bir çoğunluk bloğu oluşturacak biçimde bir başarıya imza atmayı istemektedir. Böylece, üç ana öbekte parçalı bir parti dağılımına imza atan seçmenin yüzde on barajını aşacak kabiliyetli bir yüklenmesi, AKP’ye tadına hiç alışık olmadığı bir yenilgi de yaşatacaktır…

İşte bu nedenledir ki, AKP parti-devlet rejiminin karşısında duran seçmen taraftar için, oyunu nasıl, niye ve kime atacağı değil, ona gitmemesi için, nasıl blok olacağı önemlidir…

***

Bu satırlara burun kıvıranı mutlaka çıkabilir. Oysa seçmenin kilitlendiği nesnellik, gerçeklik bu denli sade ve basittir.

AKP cenahında, kendi içinde karnı ağrıyan artık çoktur. Adaylık şansı bulamayanlarla, emekliye ayrılanlarda yeis çoktur. Bu nedenle çekilen karın ağrılarının, doğum sancılarına dönüşmesi, ancak ve ancak AKP’nin sandıktan umduğunu değil, bulduğuyla yetinip çıkmasıyla mümkün olacaktır… Yani başkanlık için referanduma gerek olmaksızın elde edilecek ekseriyete ulaşamamaktan aşağıya doğru kayan sonuçlar, AKP şakirtlerinin yenilgi derecelenmesini belirleyecektir. Sadece bunu da değil; orta vadede belki de bölünüp, dağılmalarını… RTE’nin, Cemaatla birbirlerine karşı giriştiği savaş, bunun en büyük delilidir…

***

Muhtelif senaryolar ve sonuçları ve bunların iç-dış derin konjonktürel bağlantıları analiz edilebilir…

AKP karşıtı seçmenin oylarının, ekseriyetle CHP, MHP ve HDP arasında pay edileceği kuşku götürmezdir…

Bu hesaba bakıldığında CHP’nin kendi kulvarında, yine birinci muhalefet partisi olacağına kuşku bulunmamaktadır. Partinin tepesinden tabandaki seçmenine, oylarda ciddi sayılabilecek bir puan artışı da beklenmektedir.

MHP, her seferinde ve gerektiğinde AKP stepnesi olmaya yazgılı bir parti olmakla beraber, bu seçimlerde oyunu çoğaltmaya ve hatta AKP’ye giden seçmen tabanının önemli bir bölüğünü geri almaya yakın namzet durmaktadır. Bu da AKP karşısından muhafazakâr sağ oyların yeniden aslına rücû edeceğinin bir göstergesi sayılmaktadır.

HDP, hem Türkiye partisi olma söylemiyle ortada dolaşmakta ve hem de Kürt gerçekliğinin görüntüsü olarak seçim sandığında barajı aşmaya talip olmaktadır. Seçmen sayısına ve Kürt oylarının şimdiye değin gerçekleşen dağıtımlanmasına bakıldığında, bu partinin bu seçimde barajı aşma umuduna en fazla yaklaştığını söylemek mümkündür. Görünen köye kılavuz istemeden bakılırsa, HDP barajı aşacak olduğunda, AKP’nin tek başına 276'ya dahi ulaşamama ihtimaline dair hesaplar yapılmaktadır. Öyleyse ve basit bir mantıkla, HDP’nin barajı aşabilmesi, AKP’ye “dönülmez akşamın ufkundayız, vakit çok geç” segâh makamını terennüm ettirecektir…

***

Seçim sonuçlarına ilişkin “olmak ve olmamak” üzerinden çeşitli kurgular üretilebilir… Bu kurguların yine iki cephesi olduğunu unutmamak gerekir…

Olmak üzerinden düşünüldüğünde, AKP cephesi, referandumsuz bir meclis çoğunluğu; olmadı referanduma kendi karar alabileceği bir 330 vekil çoğunluğunu ve en kötü senaryo olarak da, 276 ile tek başına hükümet kuracak bir başarı silsilesini beklemektedir. Bu sayılanlar, AKP karşıtı cephenin “olmamak” diye nitelenecek yenilgileridir.

Muhalefetin “olmak” kurgusu önce yüzde on barajını alt etmeye endekslenmiştir. CHP ve MHP'nin bu fasıldan yana bir sıkıntısı yoksa da, HDP kritik bir eşikte sandığın önüne gelmiştir. Bu parti, yaşanan süreçlerde eli de, beli de hayli oynak bir görüntü sergilemiştir. Sosyalizme öykünen söylemlerden, Said-i Nursi methiyesine varan dalgalanmalara değin ve çözüm süreci denilen “Amerikancı” siyaset senaryolarının aparatçılığı olma zorunluluğu, HDP’ye inandırıcılık ve eşik atlamada ciddi engeller de oluşturmaktadır. RTE’nin HDP’ye yüklenmede her türlü bel altı vuruşunu yaptığı ve seçimden sonra olası bir olumsuzlukta yine de Kürtlere hiç tereddüt göstermeden koşabileceği de kenarda yazılı durmaktadır…

Kısacası muhalefet cephesinden hiçbir parti tek başına iktidar olma adayı sayılmamaktadır. En iyi ihtimalle AKP’yi 276 altına düşüren bir blok çıkışı yapabildikleri taktirde bile, üçü bir araya gelip koalisyon hükümeti oluşturamazlarsa meclis çoğunlukları bir işe yaramayacaktır. Bu da eşyanın tabiatına aykırılıktan dolayı gerçekleşmeyecek bir olgu diye boşluk hanesine yazılmaktadır.

Yani seçimin böylesi bir sonuç getirisi, AKP’nin muhalefet bloğundan bir koalisyon ortağı bulmasına veya bir erken seçime kadar dıştan destekli bir azınlık hükümeti kurmasına kadar yelpaze genişliği getirebilir… Burada da AKP’ye dış destek konusunda muhtemel en yakın aday, “çözüm süreci” pazarlıklarının diğer kanadı olma hasebiyle, HDP olarak temayüz etmektedir.

Her şeye karşın, muhalefet cephesi için “olmak” ölçeği bakımından en olumlanabilecek kazanım, AKP’ye, burnu sürtülecek bir yenilgi tattırmaktır. Hele sol açısından, neredeyse kuşaklar boyu yenilgi görmenin acısını bir nebze saracak olan ufak bir sandık başarısına oy atacak ciddi bir seçmen tabanı bulunmaktadır. Siyaseten anlamı olmasa da, toplumsal moral değer olarak, bu isteğe insani bakılmalıdır.

***

Seçimin sonuçları bakımından taşıdığı bunca belirsizliğe karşın, RTE kendi hesabına var olma mücadelesi vermekte ve azıcık soluklanmak için durursa kafası üstü çakılacağını görmektedir. Korku dağları bekler; böylesi bir çakılmadan AKP’yi ve şakirtlerini kapsayacak okyanus depreminin boyutlarını kimse bilememektedir. Bu bilinemezliğin yegâne bilinir tarafı, bunda kararlı olan bir Haziran Direniş aklının bulunduğudur…

***

Kuşkusuz seçim sonrası için kenarda yazılı duran ve yarının Türkiye’sinde kartların nasıl karılacağına veya denklemin ne olacağına hipotetik olarak ışık tutan birkaç başka ihtimal bulunmaktadır…

İlki, son günlerin faş eden TIR meselesidir. RTE ekibi ile beraber fena halde yakalanmış ve BM’den bile sarı kart görmüş vaziyettedir. RTE’nin eşbaşkan ortaklığıyla öğündüğü patron siyasetleri, yani ABD ve AB bu gelişmelerden mutlu olmamakta ve RTE paçavra diye yırtınsa da yabancı matbuat RTE’yi çileden çıkaran bir ağızla konuşmaktadır. Kuşkusuz her siyasetin bir etme, bulma tarafı bulunmaktadır. İyi günde,  RTE tarafından övülenler, şimdi kasise düşüğünü yazıp, bastığında büyük bir şiddetle yerilmektedir. Yeni olanı ise, Cumhuriyet Gazetesiyle düştüğü ihtilaflı mesele, hepsinin üstüne tuğ dikmiştir. Hadisenin biçimi ve RTE’nin çıkışına dünyadan da karşı bir duyarlılık gelişmiştir. Bu duyarlılığın dile gelişine bakılırsa, RTE eğer gökten kayan bir yıldıza dönerse, işin sonraki boyutunun sonucu başına hayli çorap öreceğidir…

Doğrusu bu TIR meselesi, Türkiye’nin Suriye ve Ortadoğu politikalarında bir kesişim noktası ve bam telidir. Suudi-Katar-Türkiye üçgeni, ABD’nin ikna olmaya niyet göstermediği bir Sünni eksen yaratma çalışmasında, ABD’den hayli bağımsızlaşmaya yol açar görünmektedir. Rusya, İran ve Çin’in kendi bölgesel çıkarlarına uyumlu olan ve Suriye ardında duran politikaları, ABD’nin bölgesel elini hayli tutuklaştırırken, RTE’nin Türkiye’yi dizginlerinden boşaltma çabaları ve özellikle bölgede verdiği görüntüyle, ABD’ye sorun oluşturmaya başlayan örgütlere arka çıkılması, büyük abiyi ciddi tedirgin etmektedir. Seçim sonrası, bu denklem çözüm beklemektedir. RTE’de elini kuvvetli tutma babında tık nefes sandığa yüklenmesinin bir nedeni de bundan kaynaklanmaktadır. Yoksa ihtimal olarak ötesini kendisi bile düşünmek istememektedir…

Ortadoğu meselesi sadece bir dış politika ve komşularla ihtilaf sorunu değil, onun iç uzantısı olan Kürt Meselesiyle de ilgilidir. Seçim karşıtı aktörü olarak RTE’nin HDP’ye verdiği mücadele, bu bağlamdan yukarıda biraz değerlendirilmiştir… Aynı fasıldan olmak üzere, seçim sonrası bu konuda her türlü kaygan zeminde şekillenecek bir ip cambazlığı memleketi beklemektedir. Ancak ilginç olan KCK eşbaşkanı Cemil Bayık’ın Kandil’den verdiği röportaj ve mesaj hayli çarpıcıdır. Bayık’ın niyet okumasına bakılırsa, RTE’nin seçim sonrası hedefi, barış çubuklarının gömülmesi ve silahsız dönemin bitmesidir… Eğer bu değerlendirme doğruysa RTE hem içte ve hem de dışta her türlü savaşı göze almış bulunmaktadır. Bu da seçim sonuçlarının bir restorasyon kurgusuyla uyuşmadığına delil oluşturmaktadır. Kısaca kriz daha derinleşmeye mutlak adaydır…

Geçen yazıda da vurgulamıştım; seçim furyasının hararetinden, çok da derinden duyumsanmayan bir yeniden silkiniş gelişmektedir. Metal işçileriyle başlayan ve sarı sendika ile MESS’i karşısına alan, gelişmekte olan işçi eylemliliğinin içine yapılacak soldan desteğe bile kendini kapayan grevler, Haziran halkının uyanışında yeni bir boyuttur. Bu grevler nedeniyle ve bir defa daha iyi anlaşılmıştır ki, kendinden menkul bir sınıf öncülüğü akıllara zarardır. Zira sınıfın içinde olmayan ve bağı bulunmayan bir öncülüğün kendini ifadesi, sınıf partisini dinamo falan kılamamaktadır. Kısacası işçi sınıfı seçimden sonraya kendini yeniden kurgulamaktadır…

***

Haftaya Perşembe sandıklar kapanalı ve oylar sayılalı beş gün geçmiş olacak. Anlatılmaya çalışılan belirsizliklerin pek çoğu üzerinden bulutlar da kalkacak. “Ya Herrü; Ya Merrü” çoktan görülmüş ve “olmak ve olmamak” üzerinden ilk değerlendirmeler de yapılmış olacak…

Haziran halkı adına bir olumsuzlukla karşılaşılırsa, bu dünyanın sonu değildir. Zira AKP hanesine yazılacak bir başarısızlık da Haziran halkının hemen kurtuluşu olmayacaktır. O nedenle soluğumuzu ve enerjimizi, sabırlılığa ve serinkanlılığa yazmak ve bu hayat deneyimlerinden sahici ve halkçı çözümler üretmek boyun borcu sayılmalıdır.

Başta söylenenle sözü bağlamalıyım…

Ben kendi hesabıma sandık başında ve bir oyumla olacağım. Kime, niye, nasıl, neden oy vermem gerektiğinin ayrıntılarından ziyade, “kime niçin oy vermeme bilinciyle” ve gericiliğin soluğunun kesilmesinin, ona enerji taşıyan bir destekten daha evla olduğu cihetiyle görevimi yapacağım.

Haziran Direnişinin ve Birleşik Haziran Hareketinin örgütlü öngörüsüne sadık kalarak…

Yani Haziran Halkından bir sıra neferi olarak…

Emeğin Cumhuriyeti sevda ve mücadelesinden vazgeçmeden…

[email protected]