Muhalefet başarsın, şimdilik yeterli!

Bazı araştırma şirketleri durumu tespit etmişti. AKP düşüşteydi, Erdoğan oyunu partisinin üzerinde tutuyordu. Muhalefet, teke tek adaylarıyla Erdoğan'a karşı ikinci turu zorlayabilirdi. İkinci turda da, başa baş bir yarış olabilirdi.

Bir de şunu ekleyelim: Araştırma şirketleri, AKP seçmenlerinin, en çok ekonomi ve demokrasi konusuna ağırlık verdiklerini söylüyorlardı.

Erdoğan'ın manifestosu da daha önce dile getirildiği gibi, seçmene daha fazla demokrasi, özgürlük ve adalet vaatleriyle başladı. Bu politik vaatlerin yanına, ekonomik verilerle ilgili vaatler de eklendi.

Erdoğan ve partisinin on altı yılına bakalım, en büyük kusur, yanlış, eksiklik diyelim, üç alana yoğunlaşıyor:

1) Bu dönem adaletsizdir 

2) Bu dönem kalkınmaya katkı yapmamıştır

3) Dış politika akılsızlıklarla, maceralarla, gelgitlerle, tutarsızlıklarla doludur.  

AKP, dış politikaya değil, stratejik olarak sadece demokrasi ve ekonomik sorunlara yoğunlaşmayı tercih etti. Ama, dış politika da ayrı bir seçim konusu olmakla birlikte, orada sadece hamaset olacaktır. Çünkü, dış politika, dış ilişkiler, AKP'nin uluslararası ilişkiler profesörü olan Davutoğlu'nun berbat mirasıyla seçim konuşmalarının konusu olamaz. 

Biz daha kalıcı ve bilimsel tespitler yapalım, sadece seçim yazısı yazmış olmayalım:

Türkiye kalkınma ve demokrasi sorununu ne şimdi, ne de seçimden sonra çözebilecek bir ülke değildir. Trenler yüz elli yılda, bolca ve peş peşe kaçırıldı. 

Türkiye kalkınma sorununu mevcut ulusal ve küresel dinamikler dikkate alındığında, ciddi ve radikal bir dönüşüm geçirmeden çözemez. Kalkınma için, yoğun sermaye birikimi için, Türkiye'nin olanak ve seçenekleri yok denecek kadar azdır. Ne kendi kaynakları ne de dış kaynaklar, özellikle doğrudan yabancı sermaye yatırımları, yeterlidir. Kendi kaynakları, tasarruf oranlarının düşüklüğü nedeniyle çıkmaz bir yoldur. Çünkü, ücret seviyesi o kadar düşüktür ki, tasarrufları arttırıp sermaye kaynağı üretemez. Dış kaynaklar ise hem azdır hem de artı değer emmek üzere parasal alanlara gelmekte, sonra da gitmektedir. Türkiye dış kaynak sorununu AB üyeliği ya da üyelik süreciyle arttırmaya çalıştı. Ama, bu umut da boşunadır. Türkiye AB üyesi bile olsa, başına gelecek olan, var olan değerlerinin ve piyasasının tümüyle Avrupalı devlerin eline geçmesi olacaktır. 

Türkiye demokrasi sorununu, mevcut politik dengeler, korkular ve anlayışsızlık nedeniyle de çözemez. Çünkü Türkiye'nin Osmanlı'dan gelen korkuları Cumhuriyet döneminin korkularına dönüştü. Türkiye Rus korkusunu sosyalizm korkusuna dönüştürdü ve soldan, sosyalizmden yararlanma olanaklarını yitirdi. Türkiye, iki yüz yıldır yaşadığı Kürt Sorunu'nu da çözemez. Yönetici sınıf için, bu sorunu çözmek , çözülmek, bölünmek, daha dar anlamda, hükümetten düşmek, daha fazlası, devlet olmaktan çıkmak anlamına geliyor. 

Bu seçim, eğer muhalefet gücünü arttırırsa, en azından kısa vadede mecliste önemli bir çoğunluk olursa, Erdoğan şimdilik kalsa bile, sadece demokratik bir rahatlama yaratacaktır. Çünkü AKP dönemi, kısa süreler hariç, korkunç bir adaletsizlik ve demokrasi karşıtlığı olarak tarihe geçmiştir. Demokrasiyi de, adaleti de, sadece kendileri için istediler ve kabul ettiler. Sadece onlar dışlanmıştı, sadece onlar mağdurdu, başka kimseyi görmediler, umursamadılar. 

Bu seçim sürecinin muhalefet için avantajlı yönleri boldur. Birincisi, on altı yılın metal yorgunluğu, çürümesi, bir metal bükülmesine de neden oldu. Erdoğan ve partisi, yeni iktidar olmuş gibi konuşuyor, hala gelecek kipini kullanıyor. Bu muhalefetin avantajıdır. Ancak, on altı yıl, kendi çıkar bloğunu da yarattı. Kim vazgeçmek ister on altı yılın rantından, olanaklarından, öz güveninden? Zaten, Erdoğan ve AKP, daha çok kendi destekçilerine seslenmeye, onları bir arada tutmaya çalışıyor. Daha fazlası daha iyi olur ama, oldukça zor. On altı yıl, milyonlarca memuru, işçiyi, partiyi, derneği, gazeteyi, dışladı ya da mağdur etti. Hatta, AKP öncesi hakim iş çevreleri de, en güçlüleri hariç, devletin yarattığı, düzenlediği piyasadan zararlı çıktılar. AKP ve Erdoğan'la uzlaşanlar bile, gizli muhaliftir. 

Erdoğan ve AKP'nin, özellikle eğitimli, entelektüel çevrelerle ilişkisi berbattır. Bu iktidar ilk dönemlerinde yanına epey muhafazakarı, liberal solcuyu, ABciciyi, demokratı alabilmişti. Onlar bile "kandırıldık" dediler, ayrıldılar ya da bizzat tasfiye edilip hapsedildiler. Erdoğan ve AKP'nin, entelektüeli, kültür adamı, kuramcısı, yaratıcı yazarı, sanatçısı yoktur. Ya da, varlar, ortada görünmüyorlar! 

En büyük destekçileri, müttefik ve akıl hocaları, onları kendilerinden olmayanlara kısmen bağlayan Fethullahçılarsa, malum, sonunda AKP ile bir iç savaşa girip, yenildiler ve büyük ölçüde de tasfiye edildiler. Oysa onlar AKP'ye sahip olmadığı pek çok "nitelikli" kadroyu", "bağlantıyı" ve "tekniği" veriyorlardı. İktidarı paylaşamayıp birbirlerine girdiler. Fethullahsız bir AKP ve Erdoğan, imam hatipli taşra kurnazlarına mahkumdur. 

Fethullahsız bir AKP ve Erdoğan da, muhalefet için büyük bir avantajdır. 

Muhalefet umutlarını ikinci tura bağladığına göre, ikinci turun nasıl olacağına ilişkin titiz çalışmalar yapmak gerekir, yapılıyordur da. Ama biz, ikinci turun "kilit" parti ve seçmenleriyle ilgili bir kaç tespit yapalım: 

İkinci turun başa baş olacağı düşünülüyorsa, bu turda Erdoğan'ın kimlere neler vaat edeceği iyi bilinmelidir. Bu tur, rüşvetle, popülizmle, yeni ittifaklarla dolu olacaktır. İslamcılık, milliyetçilik ve Kürt yandaşlığı ya da, ileri demokrasi sözleri, Erdoğan'ın kullanacağı kartlardır. Muhalefet adayı ise, yine Kürtlere seslenmek zorundadır. Bir de, elbette, özellikle, yoksul Müslümanlara, yurtseverliğe kayabilecek "milliyetçilere". Burada, ikinci tur muhalefet adayının Muharrem İnce olma olasılığının yüksek olacağını varsayıyoruz. 

Şimdilik bu yazının sonucu şudur: Muhalefetin kazanması Türkiye'ye demokratik bir nefes aldıracak, demokratik bir coşku ve küçük bir ilerleme kazandırabilecek olmakla birlikte, Türkiye'nin temel kalkınma ve demokrasi sorunu için, oldukça mütevazı başlangıç anlamına gelir. 

Türkiye temel sorunlarını kökten ve akılcı biçimde nasıl çözebileceğini henüz öğrenememiştir. Ne yönetici sınıf, ne de yönetilen sınıf. Bu tür çözümler için, elbette, mutlaka, önce, ülkemizde sosyalizmin güçlenmesi için çalışmak gerek. 

Bu kapitalistlerle bu kadar kalkınma, bu kadar demokrasi, böyle de bir yönetici sınıf!

Ama olsun, şimdilik, halkımızın rahat bir nefes alması için, muhalefet bu seçimden başarıyla çıksın, yeterlidir.