Metin Oktay, Tanju Çolak ve Sol

Futbolcu Tanju Çolak 1987-88 sezonunda ligde attığı 39 golle Metin Oktay’ın yıllardır kırılamayan rekorunu kırdığında kendisini bu başarısına neredeyse pişman etmeye niyetli birileri çıkmıştı: “Tanju Metin’in yanına bile yaklaşamazdı…” “Metin Oktay kimdi, Tanju Çolak kim?..” “Onun daha on fırın ekmek yemesi gerekirdi….” 

Evet, Tanju Çolak pek matah biri değildi; insan olarak bakıldığında gerçekten Metin Oktay neredeydi o nerede…

Ama adam basbayağı sıra dışı bir golcü idi ve 39 gol de büyük başarı sayılmalıydı. Gelgelelim, “geçmişin ölü elini” güncele taşımak isteyenler her zaman çıkar. Futbolda ve başka pek çok alanda olduğu gibi sol siyasette de…

Kimileri salt nostaljiden ibaret sayar; ama ardında başka nedenler de vardır.

***

Sol/sosyalist hareket gibi bir ayrım yapmadan genel olarak “sol” diyelim.

Bugün Türkiye’de sol geleneksiz, köksüz, birikimsiz ve deneyimsiz değildir. Özellikle 1960’tan 1980’e uzanan tarih kesitinde bu ülkede belirli ölçülerde etkili olmuş, yaygın deyişle “mayayı tutturmuştur.”  Ne var ki günümüzde sol, bütün bu kazanımlarına rağmen geniş kesimlere uzanamamakta, bir tıkanma noktasına gelip dayanmaktadır. Dahası, ülkede kendini solda, hatta sosyalist kabul eden genişçe bir kesim de olduğu halde mevcut sosyalist örgütlenmelerle bu geniş kesim arasındaki köprüler bir türlü kurulamamaktadır.

Sonuçta, 1960-80 döneminin biraz da abartılı anılarıyla yaşayanlar solun bugünkü tıkanıklıklarının nedenini bir dönemin o “güzel insanlarının” artık olmamasına bağlamaktadır.

Sanki mevcut sosyalist örgütlenmeler (doğum tarihi sıralamasına göre) Hikmet Kıvılcımlı, Mehmet Ali Aybar, Behice Boran ve Mihri Belli gibi liderlere sahip olsalar ortalığın tozunu atacaklarmış gibi…

Sanki Türkiye’de mevcut her sendikanın başına bir Kemal Türkler gelse sendikal hareket canlanacakmış gibi…

Sanki yeni Deniz Gezmişler çıksa öğrenci hareketi ülkenin gidişatını belirleyici etmenlerden biri olabilecekmiş gibi…

Böyle gider…

Oysa 1980’den bu yana Türkiye’de çok şey değişmiştir. Ne işçi sınıfı, ne sendikal hareketin imkânları ne de gençlik eski yerinde durmaktadır. Bunun gibi, bugün haftalık (basılı) yayın dendiğinde 1960’ların Ant dergisi aşılamıyorsa, nedeni yeni bir Özgüden çiftinin çıkmaması değil bu tür yayıncılığın ölmüş olmasıdır. Edebiyat eleştirisi denilen şey bitmişse, nedeni örneğin Fethi Naci’nin artık yaşamaması değil edebiyatın bizatihi kendisinin can çekişiyor olmasıdır. 

O zaman, az önce sıralanan isimlerin hiçbirine haksızlık ve saygısızlık etmediğimize inanarak asıl noktaya gelelim: Bu isimler kendi dönemlerini yaratmamıştır; yaşadıkları dönemin ortam ve koşulları o isimleri yaratmış, ön plana çıkarmıştır.

O halde, taşıdığı kimi önemli olumsuz yanlarla birlikte içinde bulunduğumuz dönem de kendi insanlarını, öncü isimlerini yaratacaktır. Örneğin, “yerel yönetimler” dendiğinde Fikri Sönmez’in Fatsa örneğinin bugünkü Ovacık örneğinde farklı koşullarda yeniden üretilmesi gibi…

Mevcut sol örgütlenmelerin önde gelen sorunlarından biri, günümüz Türkiye’sinde yapılabilecekleri ve yapılması gerekenleri, ikide bir “sol liberalizme karşı mücadelenin” gerektirdiklerine referansla değerlendirip elini titrek alıştırmasıdır.

Oysa bu alanda ortada ne bir sırat köprüsü ne de üzerinde cambazlık yapılacak ip vardır.

***

Böyle gider mi?

Gitmemesi gerekir. Giderse, Türkiye’ye sosyalizm falan gelmez. Ama “bir şekilde” geldi diyelim; “bir şekilde” geldiğinde, cumhuriyetçi-aydınlanmacı-laik damar da varlığını sürdüreceğine göre gol kıralı Tanju Çolak’ın akıbetine uğrayacağı kesindir:     

Sosyalist iktidar diyelim eğitim alanında köklü değişikliklere yöneldiğinde “Bir Mustafa Necati’yi düşünün bir de şimdiki eğitim bakanına bakın” diyenler, yeni eğitim kurumlarını zamanın köy enstitüleri ile kıyaslayıp burun kıvıranlar mutlaka çıkacaktır.

Ya sosyalistler?

Umarız devrim arifesinde donanmada hareketlenme filan da olmaz; olursa “Kronştad bahriyelileri kim siz kimsiniz” istiskaliyle karşılaşması pek muhtemeldir.