Matruşka bebek sendromu

12 Eylülden tam otuz altı yıl sonra, yeniden ve bir defa daha darbe girişimi…

Aralarda olan biten post modernleri saymazsak, bu çok sahiciydi…

Ve darbeci asker ve siviller, uzun bir hazırlıktan sonra, kuvveden fiile geçmek için çok çabaladıysa da, bu kez hükümet devrilmedi…

Darbe hikâyelerini, geçmişi yaşamış abi ve ablalardan dinleyenler ya da tarih kitaplarından okuyanlar, kendi tarihlerindeki ilk tanıklıklarına da böylece imza atmış oldu…

***

İlk günlerin sıcaklığında, “böyle de darbe mi yapılır?” hayretleri ortalarda kol gezerken, şimdilerde kitle gözaltı ve tutuklamalarla ulaşılan görüntü, bir “Matruşka Bebek Sendromu” yaşamaya evrilmiş durumda.

Bir yığın fulü görüntü var. Bilgi kirliliği, yanıltıcı veya çarpıtılan haber ihtimali de işin cabası olarak had safhada.

***

Darbe girişimi bütün şiddetiyle devam ederken ya da “haydin meydanlara” ya ilişkin ilk çağrı, CNN-Türk kanalından geçerken, F-16’ların kulakları patlatan gürültüsü arasına, bildik bir şarkının sözleri ve nameleri karışıyordu:

“…Beraber yürüdük biz bu yollarda/ Beraber ıslandık yağan yağmurda/ Şimdi dinlediğim tüm şarkılarda/ Bana her şey seni hatırlatıyor…”

O zaman da, “…iyi de, ne oldu da, bu düşman kardeşlik şimdi nasıl peydah oldu (?) …” sorusu, bundan böyle, artık çok su kaldıracak bir mesele olarak epey konuşulacağa benziyor…

***

Kısacası, darbelerin hepsini bir biçimde görmüş olanların, üzerinde ittifakla birleştikleri ise “darbeye de, diktaya da karşı olmak” temelinde bir ortak akılda buluşmak oluyor…

***

“FETO’culuk”, artık eli kanlı, cani bir terör örgütçülüğünün adı…

Oysa eski albüm fotoğraflarına bakıldığında, herkes orada ve en mutena yetkili sırça köşklerde oturuyordu…

Şimdi toplumsal algının dışa vuran biçimine bakılırsa, FETO’culuğun terörle ilişkilenmesi babında, kahir ekseriyet bakımından itiraz yok. İtirazcı kesim eğer var ise, onlar da görünür değil ve vaziyetin gereği, an itibariyle ortalıkta yok.   

Aldatılmış olduklarını itiraf eden yönetici cenahının ise bu işte kusurunun olup olmadığı, yine an itibariyle gündemde hiç yok…

***

“Matruşka Bebek Sendromu” demiştik. Lafın Rusça telaffuzuna bakılırsa, malumatta da kusur olmasın;  doğrusu “Matriyoşka”.

Matruşka bebekler birbirinin kopyası ve yontulmaları birbirinin içine sığan incelikte. Türkiye siyaseti de 2002 den bu yana Matruşka bebeklere benzeyen bir yönetim erkinin elinde. Her olgu birbirinin içinde ve filmi geriye sarmazsak, kırılma anı nerede sorusu havada kalma tehlikesinde.

Temelli kopuşun mazisi altı yıl öncesine dayanır…

İşin Matruşka Bebek Sendromuna dönüşme görüntülerinin ilki, 2010 Mavi Marmara faciasıdır. Bu olay Türkiye ve İsrail ilişkilerini kopma noktasına getirdiği günlerde, işin sahibi, zamanın hükümeti görünürken, bu gün bakımından, yani darbe girişimi öncesi, İsrail’le barış arayışı içinde olan yönetim erki, eski çamların bardak olması hasebiyle, o günlere atıf olarak şu saptamayı gündeme getirmiştir: “Başbakandan izin almamışlardı”…

Böylece, cinin lambadan çıkması gibi, sonraki bebeklerin artık zuhur etmesi de serbestleşmiştir. Sıra çift haneli rakamların telaffuz edildiği FETO okulları ve dershanecilik işine gelip dayanmıştır. Okulların devletleştirilmesi girişimine tepki gecikmemiş ve yanıt, 17-25 Aralık’ta “Pandora’nın kutusu” açılarak verilmiştir. Ondan sonrası, hem çorap söküğü ve hem de tufandır… İş ve kapışmanın boyutu, 15 Temmuza kadar varmıştır…

Silivri’nin yargıçları, savcıları, Silivri zindanının yeni sahipleri olup çıkmıştır…

Sivil siyaset, ne denli keskin ve itiş kakış olsa da, örgütlü kolluk gücünü kendisine yedeklememiş bir siyasi iradenin seçim dışı yönetim değişikliği becermesi pek olası görünmemektedir. Tarihte de bildiğim kadarıyla bir örneği olmamıştır… İşte bu gerçekten hareketle ve FETO hareketinin tasfiyesine mim koyacak YAŞ toplantısı sonucunun, baştan bilinir hale gelmesiyle, 15 Temmuz gecesine gelinmiş bulunmaktadır…

Pek çok emare ortada dolaşıyorsa da, neyin ne olduğuna dair konuşmak için biraz daha sabretmek gerekmektedir. Zira işin iç ve dış boyutlarına dair, bol gölgeli bir alacakaranlık dönemi, şimdilik hüküm sürmektedir. Siyasi irade, “meydanları doldurun” çağrısını her gün yinelemektedir. İş sadece AKP seçmeninin saflara daha da pekiştirilmesi olmasa gerektir. Esasen artçı deprem gibi gelecek, muhtemel bir intihar suikastları korkusu bulunduğu anlaşılmakta veya “OHAL” işte “bu haldir” mantığıyla temizliğin önü açılmaya çalışılmaktadır.

***

Darbe girişimine karşı tepki, memleket ahalisinin kahir ekseriyetince verilmeye devam etmektedir…

Buna örneklerden birisi de 24 Temmuzda CHP’nin düzenlediği Taksim Mitingidir.

AKP seçmeninin, partisi ve kendisini partili Cumhurbaşkanı ilan eden devlet başkanının yanında olması, siyaseten anlaşılır bir olgudur. AKP seçmeni dışındaki ahalinin öteki yarısı ise bu güne değin “öteki” oldurulmanın ağır darbelerini yaşamış olsalar bile, darbenin yanında hiç olmamış ve doğruda durduklarını hep kanıtlamışlardır.

Taksim Mitinginin Meydandaki ana görüntüsü, bu bağlamda burada kendini bir defa daha belli etmiştir. Meydanın belkemiğini 2013 Gezi Direnişinin sahibi olan devasa kitle bir defa daha doldurmuş ve sadece darbeye karşı olmadığını ve her türlü diktaya karşı cephe olduğunu bir defa daha haykırmıştır.

İşin, AKP’nin ve OHAL’in meşrulaştırıldığı; CHP kuyrukçuluğu yapıldığı derekesine çekilmesi doğru değildir. Darbe dönemlerinde siyasi irade beyanın önem kazandığı ve diktaya karşı durulacaksa bir söz söylemenin kavşak yaptığı bir noktada Taksim Mitingi bir umut yaratmıştır.

Kısacası, Taksim Mitingi, Matruşka Bebek Sendromunda, bir ezber bozma işlevi görerek şimdiden tarihe şerh düşmüştür.

Yani ve bu gün bakımından, güzel memlekette darbesiz, diktasız, barış içinde eşitlikçi biçimde yaşanacak bir yarını özlediğini söylemek bile azımsanacak bir iş değildir.