Laiklik ve kadın hakları mücadelesi birlikte güçlü

Merhaba. Bu günden itibaren on beş günde bir kadınları, kadınlara dair ve kadınlar için yazmaya çalışacağım. İlk yazı  ‘Nüfus Hizmetleri Kanunu ile İlgili Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’ ve bu tasarının içerdiği saldırılara karşı mücadeleye dair…  

Kamuoyunda ‘Müftülük Yasası’ olarak bilinen tasarı alt komisyondan çıktı, bugün (Perşembe) genel kurula geleceği bekleniyordu, fakat görüşmenin ertelendiği ve önümüzdeki hafta genel kurulda görüşmeye geleceği söyleniyor. 

Yasa tasarısının kadınlarla ilgili kısma dair İlerici Kadınlar Meclisi olarak bilgilendirici bir bülten yayınladık, basında da haberler çıktı; o nedenle içeriğine uzun uzadıya girmek istemiyorum. Birçok ilde kadınlar yasa tasarısına karşı sokağa çıktılar ve meclisten geçmemesi için de mücadele devam ediyor. Özellikle yasa tasarısına karşı mücadeleyi, hem kadın hakları hem de laikliğin ortadan kaldırılması bağlamında, iki yönden ele alalım.  

Tasarıda en fazla tartışılan başlık müftülüğe resmi nikâh kıyma yetkisi verilmesi oldu. Bir din görevlisinin resmi nikâh kıyması, hem laikliğe hem de kadınların kazanımlarına ciddi bir saldırı... 

Evlilik ve aile kurumunun kuruluş aşamasında eşit yurttaşlık zemininden çıkarılarak dini kurallar çerçevesine sokulması, medeni kanunla kazanılan boşanma, velayet ve nafaka gibi hakların elinden alınması anlamına gelir. Zaten AKP’nin adım adım hayata geçirdiği uygulamalarla, çıkardığı yasalar ve yasa tasarıları ile medeni kanunu uygulanamaz hale getirmeye çalıştığını görüyoruz. Bu tasarıdan sonra da benzerlerinin geleceği aşikâr...

Birinci dalga feminizmin en büyük çabası kadınların daha düşük bir statüde görülmesine karşı, kadınların topluma eşit bireyler olarak katılmalarının önündeki engelleri kaldırmaktı. Oy hakkı, eğitim hakkı, temel yasal haklar ve medeni haklarla ilgili mücadeleler bu kapsamda değerlendirilebilir. Kadınların zayıf, duygusal, yetersiz, eksik, şeytani ya da benzer nedenlerle düşük statüde görülmesine karşı, kadının bir birey olarak kabul edilmesi için dinin toplumsal yaşamı belirleyen bir unsur olmaktan çıkarılması gerekir. Tek tanrılı dinlerde kadınlara biçilen rolleri göz önüne aldığımızda laiklik, kadın hakları ve eşitlik mücadelesi bakımından asgari bir zemin sağlıyor. Bunu uzun bir biçimde tartışmayı başka bir yazıya bırakmak istiyorum. Vurgulamak istediğim laiklik, yani bu asgari zemin sağlanmadan kadın hakları mücadelesi zayıf ve tarihsellikten kopuk hale geliyor. 

Dolayısıyla, yasa tasarısına karşı mücadeleyi salt kadın haklarına yapılan bir saldırı çerçevesinde örmek, ‘laiklik bizi ilgilendirmiyor’, ‘biz kadın hakları tarafından bakıyoruz’, ‘haklarımızı korumalıyız’ zemininde hareket etmek mücadeleyi zayıflatıcı ve daraltıcı bir etki yapıyor. 

Tasarı ile ilgili dikkat çeken bir diğer noktayı açarken de bu vurguyu yinelemek istiyorum. Tasarıda hem müftülüğün resmi nikâh kıyma yetkisi sahibi olması, hem de sözlü beyan meselesi çocuk istismarının denetimini zayıflatan, dolaylı olarak önünü açan düzenlemeler olacak. Çocuk yaşta evliliklerin çoğu imam nikâhı ile yapılıyor. Yani imamlar istismarın suç ortağı... Böyle bir gerçekle yaşıyoruz. Din görevlilerinin istismar suçuna ortak olduğu bir ülkede onlara resmi nikâh yetkisi vermek istismarı açıktan desteklemek olmasa da meşrulaştırmak anlamına gelir. 

Boşanma komisyonu raporunun ortaya çıkması, tecavüzcüleri serbest bırakacak yasa tasarıları ve istismarın önünü açacak düzenlemelerin yapılması AKP hükümetinin laikliği ortadan kaldırma, toplumsal yaşamı dinselleştirme hedefi ile eşgüdümlü giden bir şey... Laikliğin olmadığı bir ülkede, tartışma zemini buraya geriliyor. 

Diğer bir yönden bakarsak, yasa tasarısına salt laikliğin yok edilmesi, ortadan kaldırılması olarak yaklaşmak, örneğin eğitim müfredatında yapılan değişikliklerle eş tutmak da eksik bir yaklaşım… Bu yaklaşım, AKP hükümetinin TBMM’nin açılışını bu yasa tasarısı ile yaptığı ve medeni kanunun yürürlüğe girdiği tarih olan 4 Ekim’de genel kurula taşımaya çalıştığı gerçeğini, bunun arkasındaki kadın düşmanı karakteri gözden kaçırıyor.  

AKP’nin kadın düşmanı politikalarını laikliğe saldırı paketinin diğer maddeleri ile eş tutmak ve medeni kanunu laiklik ilkesinin bir hediyesiymiş gibi görmek indirgemeci bir yaklaşım… Bu tarihsel olarak kadınların medeni hakları için verdiği mücadeleleri yok saymak, burjuva devrimlere laik karakteri nedeniyle kadın hakları başlığında kendinden menkul bir anlam yüklemek anlamına geliyor. Hâlbuki Türkiye’de medeni kanun, yürürlüğe girdiğinden bu yana, kadınların mücadeleleriyle birçok dönüşüm geçirdi. Bu tür yaklaşımlar, AKP’nin kadın düşmanı karakterini silikleştirdiği gibi, Türkiye’de mevcut medeni kanunun ulaşılacak en iyi nokta ya da bir statüko olarak algılanmasına da yol açabiliyor. 

Özetle, yasa tasarısına ve benzer saldırılara karşı mücadele salt kadın hakları başlığında ilerlediğinde toplumsal ayağı eksikli, salt laiklik başlığında ilerlediğinde kadın karakteri zayıf bir mücadele oluyor. Hem bu tür bir yasa tasarısının engellenmesi, hem de devrimci mücadelenin uzun dönem çıkarları, kadın hakları mücadelesi ile laiklik mücadelesinin birlikteliğini zorunlu kılıyor.