Kum Tanesinin Cinayeti (2): Türkiye'de Silikozis

" Eşimin sigarası yok, alkolü yok. Gıdasına o kadar dikkat ederdi ki. Maskesiz çalışmazdı. Ama… Çocuklarım hala babalarının hastalığını bilmiyor. Onlara ne söyleyebilirim ki? Gelecek için hiçbir amaç kalmadı sanki. Hayat devam ediyor ama umut yok."*

"Katil Kim" sorusunu sormuştuk ve geçtiğimiz hafta bazı örneklerle küçük kum taneciğinin aslında esas suçlu olmadığını görmüştük, binlerce, onbinlerce emekçiyi aramızdan alan silikozis hastalığında... Bu hafta silikozisin Türkiye'deki durumuna kısaca bakmaya çalışalım, aklımızı açmak, merak etmek, mücadele etmek ve işin doğrusu binlerce yaşamı kurtarmak için...

Bu lanet olası hastalığın kaynağı kumlama. Kumlama denen faaliyet, pek çok maddeyle yapılabilir. Amaç aşırı yüksek basınçla, küçük tanecikleri bir yüzeye püskürtmek ve bu sayede, pasları kazımak, temizlik yapmak, kotları ağartmak, pürüzlü yüzeyleri pürüzsüz hale getirmek vs.dir. Aslında uygun kimyasallar kullanılarak tamamen yok edilebilecek bir tekniktir. Öte yandan eğer bu işlemde kullanılan malzemenin içinde "silika" oranı düşükse, ki silika tozu %1 ve altında olunca ve aşırı yüksek korunaklı giysiler kullanılınca kısmen silikozis önlenebilir.

Özetle, kumlama sanayide ağartma, yıpratma, boya kavlatma, çapak alma gibi amaçlarla kullanılan bir yöntemdir. Değişik kumlama yöntemleri olmakla beraber; ülkemizde silika içeriği yüksek ve ucuz olan; deniz kumu kullanılmaktadır. Yasaklanma öncesi sadece İstanbul’da 1000 “rodeo(kumlama)” atölyesi bulunmaktadır. Bu yöntem yasak öncesinde ülkemizde 10 yıldır kullanılmaktaydı. Akselere Silikozis için yeterli maruziyet süresi 3 yıldır. Bilimsel olmayan bir tahminle 5.000 dolayında ölüm yaşanacaktır. 20.000 den fazla kişinin belirli düzeylerde sağlığını kaybedeceği açıktır (Dr. Hınç YILMAZ, Meslek Hastalıklarında Genel Yaklaşımlar, S.B. Ankara Meslek Hastalıkları Hastanesi Başhekimi SUNUM).

Ama, şimdi durun, bir soru sorayım; Dubai'de bir inşaatın kolon filizleri paslandı ve Malezyalı işçiler yardımıyla kumlama yapacaksınız, ne kullanırsınız? Doğu Teksas'ta eskimiş paslanmış metal siloların içini, Meksikalı göçmenler yardımıyla temizleyeceksiniz, çevrenize baktığınızda yine en kolay neye ulaşırsınız? Kıbrıs'ta benim de ziyaret ettiğim bir şantiyede, eski kolon demirleri üzerindeki epoksi malzemesini kumlarken gözünüze hemen okumak için gelmiş Nijeryalı öğrenciler ilişir, şantiyede ek gelir için çalışmaktadırlar. İstanbul'da merdiven altı bir atölyedesiniz, Bingöl'den gelen Kürt emekçiler kahvede iş için çay üzerine çay yuvarlarken, onları çağırıp "şu kumları kotlara püskürtün, aman ha maske de takmayı unutmayın" dedikten sonra, kullandığınız malzemeye bakar mısınız? Örnekler çoğaltılabilir, tüm örneklerde iki ortak nokta var: 1. kullanılan malzeme içinde yaklaşık %80'e varan silika veya ölüm içeren kumdur, gidip de silika oranı daha az olan bir malzeme bulmakla veya başka bir teknik kullanmakla kimse uğraşmamaktadır 2. bu örneklerde çalıştırdığınız işçiler, göçmen, azınlık, ezilen ne derseniz deyin, bulabileceğiniz en yoksul ve çaresiz kesimlerdir...

Türkiye'de kumlama yasak mı?

İlk önce şunun altını çizelim, Prof.Dr. Zeki Kılıçarslan her zaman belirtir; silikozis tedavisi olmayan, ama önlenebilen bir hastalıktır. İşin özeti, silikozisi nasıl tedavi ederim tartışmaları boştur ve bu hastalığı tamamen ortadan kaldırmak hedeflenmelidir.

4 Ocak Pazar günü, Galatasaray Lisesi önünde, tam bir sokak forumu havasında gerçekleşmişti. İş Cinayetlerinde ve Meslek Hastalıklarında yaşamlarını yitiren emekçilerin ailelerinin ve yaralanmış, hasta olmuş işçilerin konuşmaları vardı. Konuşan işçilerden bir kısmı Eczacıbaşı Seramik'te yıllarca çalışmışlar. Konuşan işçilerdenin silikozis hastası Gürkan Yüksel'in ifadeleri pek çok şeyi özetlemeye yetiyor zaten:

“Silikozis hastalarının umutları, geleceği, hayalleri ölmüş”.

Eczacıbaşı’nın 69 Silikozis hastası olduğunu söyleyen Yüksel konuşmasının devamında, 20 suç duyurusu, 40 tazminat davası sürdüğünü belirtti. Yüksel, “Bu insanların hastalanmasının sebebi fabrika, işveren. Bu işçilere yapılan bir zulümdür” dedi. Peki bu kadar aşikar olan bir tehlike Türkiye'de yasaklandı mı?

Bu yasak konusunda bir şey söylemeden, ilk önce bir tabloyu size sunmaya çalışayım. Türkiye'de Silikosis dendiğinde en fazla maruz kalan sektörlerin/çalışanların şunlar olduğunu söyleyebiliriz

Kot Taşlama İşçileri (şu an yasaklanmış olsa da)

Diş Protez Teknisyenleri

Seramik Fabrikası İşçileri

İnşaat İşçileri

Tersane İşçileri

Kısacası kumlama yapılan tüm sektörler bunun içine dahil edilebilir. Gündemimize Kot Taşlama İşçilerinin birer birer aramızdan ayrılmasıyla girdi. Bu konuda mücadele süreci, önce bir duyarlılık, sonrasında ise ciddi anlamda bir kamuoyu yarattı. Hemen hemen hepimizin gündemine kot kumlama işçilerinin dramları girdi. Bunun ardından İSİG Meclisi'nin Türkiye gündemine ve bu konuda çalışma yapan Derya Özdemir Doğan ve İbrahim Akkurt'un uluslararası tıp literatürüne soktuğu Diş Protez Teknisyenleri geldi. İSİG Meclisi'nden Hürriyet abinin (Demirhan) hatırlattığı ve yine meclis üyemiz Dr. Coşkun Canıvar'ın Bilecik'te yaptığı toplantı ve Cumhuriyet gazetesinin haberi ile  seramik sektörü gündeme geldi. Tersanelerde hemen hemen hergün yaşanan ölümlerin acısı arasında, bu sektörde silikozis pek tartışılmadı, inşaat sektöründe hemen hemen hiç gündeme gelmedi.

Örneğin Hürriyet Demirhan'ın vurguladığı üzere, seramik sektöründe mikronize olarak kuru halde yoğun kullanılan serbest silis minerali silikozise yol açmakta, seramik yüzeylerde bu toz parçacıklarının yoğun kalite bozukluğu yaratmasından sonra kurulan basit toz tutma sistemleri, işçilere de kısmen önlem olarak  yansıdı. Keza seramik hammaddelerinin yaş veya kuru öğütürken kullanılan sileks, kalsedon, çakmak taşı olarak adlandırılan kayaç, amorf veya mikro kristalli kuvars olarak da sektörde adlandırılan sonra ocak içerisinde elle keski ve çekiçlerle yuvarlak form alana kadar şekillendirilen ve esas olarak da çocuk veya kadın işçi emeği kullanılan işler... Oldukça yoğun silikozis bu kadın, erkek ve çocuk işçilerde görülür ama pek çoğu araştırılmadan kapanır gider. Çoğunluğu sigortasızdır ve aile tipi çalışmalardır.

Merdiven altı atölyelerde hazırlanan diş protezlerinin yarattığı ölüm ve hastalıklar yeni yeni gündeme gelirken, lütfen şunu bir kenara yazınız; kuyumcu atölyelerinde altınların parlatılması için kullanılan araçlar, büyük oranda diş protez teknisyenlerinin kullandığı araçlara benzerlik gösterir. Ancak bu ortamlarda çalışan işçiler pek altın tozu yutmazlar, çünkü bu tozlar yüksek vakumla çekilir, biriktirilir ve bu biriken altınlar, bir kuyumcu tanıdığımın bizzat belirttiği üzere en az bir veya iki aylık kirayı karşılayabilir! Bu söz ettiğim en basit kuyumcu atölyesindeki bir sistemdir, çünkü orada korunan insan yaşamı değil, altının ta kendisidir!

Son olarak kendi alanımdan söz edeyim, inşaat sektöründe özellikle paslanmış kolon filizlerinin paslarının yok edilmesi, paslı metal yüzeylerin temizlenip parlatılması, eski binaların güçlendirme projelerinde, eski kolon-kiriş demirlerinin üzerine sürülen epoksinin pütürlü hale getirilmesinde kumlama tekniği, bizzat yüksek silika içerikli deniz kumuyla kullanılır ve burada çalışan işçilerin hemen hemen hiç kaydı yoktur.

Evet bu tehlikeye maruz kalanların sayısını artırabiliriz, ama baştaki soruyu soralım, kumlama yasak mı? Hem evet hem hayır...

Bilimsel veriler ne zaman dikkate alınacak?

Pek çok sektörü saydık, kumlamanın yasak olduğu tek bir sektör var, o da kot taşlama (kumlama). Peki bu yasağı kim koymuş; Sağlık Bakanlığı... Yayınladığı bir genelgeyle, ki bu genelgeye bir işyeri uymuyorum da diyebilir, kot kumlama işlemini yasaklamış.

Silikozisin fark edilmesinin ardından Eylül 2008'de Sağlık Bakanlığı'nın bir genelge yayınladı. Ama bu genelgenin ardından Sağlık Bakanlığı'nın aylarca silikozis konusunda Çalışma Bakanlığı'nın adım atmasını beklediği, iki bakanlık arasında tartışmalar yaşandığını ancak Çalışma Bakanlığı'nın herhangi bir adım atmadığı belirtildi. Sağlık Bakanlığı, bu bekleyişin sonunda, kamuoyunda tepkilerin giderek yükselmesini de göz önüne alarak Nisan 2009'da bir genelgeyle kot kumlama işine yasak getirdi. Yasak şöyle: Bu çalışmalar neticesinde, bilim kurulu kararı, uluslararası sözleşmeler ve ulusal mevzuatımız hükümleri dikkate alınarak; öncelikle her türlü kot giysi ve kumaşlara uygulanan püskürtme işleminde kum (silis tozu) veya silika kristalleri içeren herhangi bir madde kullanılması yasaklanmıştır. Kum kullanılan diğer iş kollan ise, uygulanan yöntem, kristalize silika içeriği ve alman tedbirler yönünden Bakanlığımızca değerlendirilmekte ve sağlık sonuçlan izlenmektedir" ( T.C Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü, GENELGE 2009/.2.4)

Özetle; kamuoyu baskıları ve bu konudaki mücadele sonucunda, Sağlık Bakanlığı bir genelge yayınlamak zorunda kalmış, AMA bu genelge sadece ama sadece kot kumlamada silika kristallerini yasaklamış, diğer sektörlerde "sağlık sonuçları izlenmektedir" demiştir. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'ndan ise yasak konusunda hala ses çıkmamaktadır. Sağlık sonuçlarının izlenmesini silikozisten yaşamını yitiren Bingöllü işçilerin çocuklarına da, Bozüyük'te zar zor yolda yürüyen babasının elinden tutmakta olan kızına da sormakta yarar vardır!

Bir işçinin ölümü ne zaman cinayet olur?

Rosner ve Markowitz, 1991 yılında yazdıklarında ABD'de çok ses getirmiş bir kitap, silikozis kurbanlarının öyküleri üzerine, adı Ölümcül Toz: 20. Yüzyıl Amerika'sında Silikosiz ve Meslek Hastalıkları Politikaları, ben de yeni okumaya başladım ve ne güzel ki İSİG Meclisinden arkadaşım Aslı Odman'ın redaksiyonu ve Esra Yalçınalp'in çevirisiyle Rosner'in "Bir işçinin ölümü ne zaman cinayet olur" başlığını taşıyan makalesini de okuma fırsatım  oldu. 23 Şubat 1999 tarihinde, New York’daki Columbia Üniversitesi’ndeki ‘Halk Sağlığı Etiği ve Tarihi’ konferansında sunulmuş, American Journal of Public Health [Amerikan Halk Sağlığı Dergisi]’nde, Nisan 2000 tarihinde ise yayınlanmış (cilt 90, no: 4) bu makalede Rosner şunları söylüyor:

"1930’lardaki slikozis krizi, sanayide ihmalkarlığın sonucu olarak binlerce işçinin acı içinde yavaş yavaş ölüyor olduğunu ortaya çıkararak, gazete manşetlerinin, birçok kitap, popüler ve akademik dergilerdeki yüzlerce makalenin bu konuya adanmasını sağlamıştı. Bir kez daha işçilerin ölümünde sanayicilerin rolü en hafifinden cezai sonuçları olan ihmal ve en ağırından cinayet olrak görülmeye başlanmıştı. Fakat bu krizde bile, her ne kadar halk sağlığı yetkilileri, hükümet organları ve meclis celselerinde silikozis, gayet iyi tanınan ve tamamen önlenebilir bir hastalık olarak tanımlanıyor olsa da,  işçi tazminat kurulları kararları ve bazı başka faktörler bu hastalığın oluşmasında işverenlerin sorumluluğu nosyonunun altını oymaya devam ettiler. Uzun bir gizlilik süresine sahip kronik bir hastalık olan silikozis, eyaletlerdeki işçi tazminat tarifelerine 1935’ten sonra giren belki de ilk hastalıktı. Bu durum ise, 1940’lar ve 50’ler boyunca bu hastalığın kamuoyunun dikkatinden kaçırılmasına hizmet eden bir işlev gördü. Örneğin New York eyaleti yasalarına göre silikozisten kaynaklı sakatlıklara en fazla üç bin dolar tazminat verilirken, kısmi sakatlık ise hiç tazminat haketmiyordu. Silikozise tazminat ödenmesinin zorunlu kılındığı yıl olan 1936’dan 1940’a kadar sadece 79 işçi, onlar da toplam 99bin 594 dolar meblağında tazmin edilmişlerdi. Hastalık tazminat tarifelerinde tanımlandığı için, silikozis hastası işçilerin dava açması fiilen engellenmiş oluyordu.  Sektör temsilcileri silikozisi görünmez kılmak için başka bilinçli adımlar da attı ve 1940’larda hastalık kamuoyunun dikkatinden tamamen silinmişti. Uzmanlar ve iş çevreleri, her ne kadar yeni hastalık vakaları belgelenmeye devam etse de, silikozisi geçmişte kalmış bir hastalık olarak ilan ettiler. Onlara göre o günün kurbanları, artık geride kalmış bir dönemin hijyenik olmayan ve ilkel çalışma koşullarının mirası idiydiler ve bu durum şimdiki işverenleri kesinlikle bağlamıyordu. Silikozis bugün de işçilerin ciğerlerini imha etmeye ve bazı federal yetkililerin dikkatini çekmeye devam ediyor.  "

Özetin özeti; bilim ve teknoloji gelişiyor, ama işçileri kitlesel olarak aramızdan alan üretim tekniklerine dair nedense binlerce somut kanıta karşın sermaye sınıfı ve temsilcileri bir türlü  tam olarak ikna olamıyor. Gelişkin kapitalist ülkeler, sadece güvenliksiz ve sağlıksız üretim şekillerini diğer ülkelere ihraç etmiyor, aynı zamanda kendi içlerinde de sermaye için güvenli, işçi sınıfı için cehennem adalar yaratıyor. Mesele siyasal bir mücadele olmadan, işçi sağlığı ve iş güvenliği mücadelesi kazanımı olamaz noktasına geliyor...

Not: Önümüzdeki 3 hafta boyunca, 15 Şubat tarihinde gerçekleştirilecek İlerici Kadınlar Konferansına katkı sunmak açısından, kadın emekçilerin güvenliksiz ve sağlıksız çalışma koşullarına değinmeye çalışacağım

*Cumhuriyet Gazetesi, 19 Kasım 2014 Çarşamba, Bozüyük Nefes Alamıyor, Esra Açıkgöz'ün röportajı

Kaynaklar

Bir işçinin ölümü ne zaman cinayet olur? ‘Halk Sağlığı Etiği ve Tarihi’ konferansında sunulmuş, American Journal of Public Health [Amerikan Halk Sağlığı Dergisi]’nde, Nisan 2000 tarihinde ise yayınlanmış (cilt 90, no: 4) Aslı Odman'ın redaksiyonu ve Esra Yalçınalp'in çevirisiyle

 Rosner D, Markowitz G. Deadly Dust: Silicosis and the Politics of Occupational Disease in

Twentieth Century America. Princeton, NJ: Princeton University Press; 1991.

Dr. Hınç YILMAZ, Meslek Hastalıklarında Genel Yaklaşımlar, S.B. Ankara Meslek Hastalıkları Hastanesi Başhekimi SUNUM)

Doğan, D.Ö and Akkurt I., A Longıtudınal Study On Lung Dısease In Dental Technıcıans: What Has Changed  After Seven Years? International Journal of Occupational Medicine and Environmental Health 2013;26(5)