Kriz eşiğinde miyiz?

Türkiye ekonomisinin küçülmeye başladığı anlaşılıyor. 1994, 1998, 2001, 2008’de patlak verip 12-13 ay süren sert bunalımlara dönüşüp dönüşmeyeceği ise belli değil. 

Bunlar neoliberal dönemin Türkiye’ye “armağan” ettiği krizlerdir. Hepsinde de ilk sinyaller döviz fiyatlarının hızla tırmanması ile ortaya çıkmıştı. Bugünle benzerlik açıktır:  Eylül-21 Kasım arasında dolar %14,2 pahalılaştı; benzer ülkelerin ilk sırasındadır. Türkiye ekonomisini doğrudan ilgilendirmeyen “Trump şoku” sonrasındaki iki haftada  doların fiyatı %7 artışla sadece Meksika’yı izledi. 

İlk sekiz ayın işsizlik oranları arttı; Eylül’de sanayi üretimi düştü; Ekim-Kasım’da daralmanın diğer sektörlere de yayıldığı anlaşıldı. 

Türkiye ekonomisi öncekileri andıran bir bunalım dönemecine giriyor mu? Son krizin arifesindeki ekonomik göstergelerle bir karşılaştırma yaparak yanıtlamaya çalışalım. 

EMPERYALİZM, SERMAYE İHRACI VE TÜRKİYE

Son kırk yıldan bu yana dünya ekonomisinin “Güney” coğrafyasında patlak veren krizlerin emperyalist sistemin merkezinden (metropolden) ihraç edildiğini belirliyoruz.  Yukarıda saydığım Türkiye’nin dört krizi de aynı türdendir. 

Bu durum, emperyalizmin asimetrik niteliğinden kaynaklanır. Sisteme egemen olan merkezde (metropolde); sermaye ihraç eden ekonomiler yer alır. Sistemin çevresi ise, net sermaye ithalatçısıdır.

Kapitalizm çevre toplumlarını da kucaklamıştır. Bunların burjuvazileri de ulusal sınırlar dışına taşma fırsatları arar; paralarını metropol bankalarında, New York borsasında tutabilir; Londra’da gayrimenkullere yatırım yapabilir. Ancak, çevre ekonomilerinde toplam sermaye ihracatı, kural olarak yabancı sermaye girişlerinin gerisinde kalır.  

Türkiye’nin durumu bu bakımdan çok açıktır. Krizler hariç istisnasız her yıl yabancı sermaye girişi, Türkiyeli şirket, banka ve rantiyelerin dış dünyaya aktardıkları fonları (sermaye ihracını)  aşmıştır.

Bu durumu destekleyen iki göstergeye daha değineyim: Birincisi Türkiye ile dış dünya arasındaki kâr, faiz aktarımlarıyla ilgilidir. Ödemeler dengesi istatistiklerinin “gelir dengesi” bölümü, bu aktarımları kapsar. İstisnasız her yıl  gelir dengesi bilançosu  “eksi” değer taşır. Anlamı? Yabancı sermayenin kâr, faiz transferleri (2015 toplamı 14 milyar dolar); Türkiye burjuvazisinin dış dünyadan aktardığı bu tür gelirleri (2015’te 4,5 milyarı) daima aşmıştır. 

Sermaye akımları ve onların gelirleriyle ilgili bu bilgileri, stoklara (servetlere) taşıyalım. Yabancıların Türkiye’deki varlıklarını (piyasa değerleri ve dolarla) Türkiye burjuvazisinin (şirket, banka ve rantiyelerin) dış dünyadaki varlıklarıyla karşılaştıralım. Yabancıların lehine büyük ve zamanla açılan bir makas (Eylül 2016’da 390 milyar dolar) ortaya çıkacaktır. “Net yatırım pozisyonu” denilen bu fark açılırken, yabancı sermayenin Türkiye’deki varlıklarının milli gelire oranı da yükselmiştir (2007’den 2015’e  değişme:  %75 → %82).

SERMAYE ÇIKIŞI KRİZLERİ TETİKLER

Emperyalizm çağında, kapitalist dünya sisteminin çevresindeki krizler, genellikle metropol kapitalizmi tarafından tetiklendi. Ana etken, sermaye hareketlerinde yatar.  Yabancı yatırımcılarda “çıkış” eğilimi ağır bastığında çevre ekonomisinde iç talep daralmaya başlar. “Çıkış” sertse, uzun sürerse, dış kaynaklara bağımlılığı fazla olan ekonomiler çaresiz kalabilir. Bunalım patlak verir. 

2008-2009 krizinin Türkiye’si bir örnektir. Ekim 2008-Ekim 2009 arasında ekonomiden 10,9 milyar dolar tutarında net yabancı sermaye çıkmıştı. Bir önceki yılın aynı döneminde ise 75,7 milyar dolarlık yabancı sermaye girişi gerçekleşmişti. Pozitif bir akımın on iki ay içinde negatif (“eksi”) değerlere dönüşmesi, 2008 milli gelirinin %10,4’üne ulaşan bir dışsal şok oluşturuyordu. Bu ortam, ekonominin büyüme temposunu da etkiledi. 2008’in son çeyreği ile 2009’un ilk üç çeyreğinin milli gelirini bir yıl öncesiyle karşılaştırın. Krizin on iki aylık ekonomik bilançosunun özetine ulaşırsınız: %7,9 oranında küçülme…

Bu, açık-seçik bir ekonomik bunalım verisidir. Bu dönemin, Başbakan Erdoğan tarafından ise “teğet geçme” olarak nitelendirilmiş olduğunu da hatırlatalım.

Sermaye hareketleri açısından bugünle benzerlikler var mıdır? İstatistikler Ocak-Eylül 2016’da yabancı sermaye girişlerinin bir önceki yıla göre  3,4 milyar dolar (%11 oranında) gerilediğini gösteriyor. Sadece Eylül’e bakarsak, durum ciddileşmiş; 2,7 milyar dolarlık net yabancı sermaye çıkışı gerçekleşmiştir. Yukarıda değindiğim döviz hareketlerine bakılırsa, çıkış eğilimi Ekim-Kasım’da da sürmektedir.  

2008-2009’u andıran yeni bir kriz olasılığı, üç alandaki gelişimlere, bilgilere bağlıdır. 

İlk olarak, yabancı sermaye çıkışının süresini, düzeyini öngörebiliyor muyuz? Emperyalist metropollerdeki siyasî, ekonomik belirsizlikler ve AKP iktidarının (serseri mayın türü) savrulmaları, yanıtlamayı imkânsız kılıyor.

İkinci olarak, Türkiye ekonomisinin bugün karşı karşıya olduğu dışsal kırılganlık etkenlerinin niteliği, boyutu, bir önceki krizin arifesi (2007 ve öncesi) ile karşılaştırılabilir. Böylece, yabancı sermaye çıkışları sürerse, ekonominin direnç gücünün sekiz yıl öncesine göre zayıflayıp zayıflamadığı gözlenebilir. 

Son olarak, kriz etkenlerine karşı telafi öğelerinin var olup olmadığını sorgulamak gerekir.

Kırılganlık etkenleri ile başlayalım. 

KRONİK YÜKSEK CARİ AÇIK 

Temel bir soru şudur: Sermaye çıkışları başlayınca, ekonomiyi küçülmeye sürükleyen etkenler, talep genişletici politikalarla telafi edilemez mi?

Yanıt, 2008-2009’daki  uluslararası  krizi küçülmeden atlatan Asya’daki büyük çevre ülkelerine bakarak verilebilir. Hepsi, bu yıllara cari işlem fazlaları veya (Hindistan gibi) çok ılımlı açıklarla giren ekonomilerdir. 

Kriz öncesini sürekli ve yüksek açıkla yaşayan Türkiye’de bu seçenek mümkün olamazdı. Zira, iç talebin pompalanması ithalata taşacak; döviz fiyatları, yani krizin ana göstergesi tırmanacaktır. 2003-2007 yıllarının cari açıklarını toplayınız, dolarlı milli gelir toplamına oranlayınız. Birikimli dış açıkların milli gelire oranı %4,8 olarak belirlenecektir.

Sonrasında, yani 2010-2015 döneminde durum hafiflemiş midir? Dönem sonunda petrol fiyatlarındaki düşmeye rağmen bu yıllarda birikimli dış açıkların milli gelir toplamına oranı %6,6’ya çıkmıştır... Bu oran, büyük “yükselen piyasa” ekonomileri içinde rekordur. Üstelik, ortalama büyüme hızı, kriz öncesindeki beş yılın altına inmiş olduğu halde... 

Kısacası, sermaye çıkışına karşı telafi politikalarını kısıtlayan dış açık oranı, ekonominin yavaşlamasına rağmen yükselmiştir. Türkiye, 2016’nın netameli ortamında, dokuz yıl öncesine göre, bu açıdan daha zayıf konumdadır.

“SICAK” YABANCI VARLIKLARIN ARTAN ÖNEMİ

Yabancı sermayenin Türkiye’deki varlıklarının bir bölümü, uluslararası ortamın bozulması durumunda kolaylıkla çıkabilecek, “sıcak” öğelerden oluşur. Hisse senetlerine, devlet tahvillerine, mevduata, kısa vadeli kredilere bağlanmış fonlar gibi… Bunların ilk üçü TL ile tanımlanır ve döviz fiyatlarının yükselmesi yabancı çıkışlarını frenleyebilir. Ne var ki, vadeli döviz piyasaları yatırımcıları bu tür risklere karşı koruyabilir. 

Türkiye’deki “sıcak” yabancı varlıklar zaman içinde göreli olarak artmış mıdır? Kriz arifelerine odaklanalım ve 2007’yi, 2014-2015 ortalamasıyla karşılaştıralım.

“Sıcak” yatırımların, toplam yabancı varlık stoku içinde payının, 2007-2014/15 arasındaki seyri  %28,2→%37,8’dir. Bu tür yatırımların milli gelirdeki payı da bu iki tarihte %21→%31,4 olarak değişmiştir.

Bu kritik kırılganlık göstergesi de, sekiz yıl önceki kriz arifesine göre belirgin boyuta bozulmuştur.

DIŞ BORÇLARI DÖNDÜRME GÜÇLÜKLERİ

2008-2009 krizinde en hızlı çıkış gösteren yabancı sermaye öğesi, vadesi gelen dış kredilerin anapara ödemeleri oldu.

Bu riske ışık tutan kırılganlık göstergelerini de yedi yıllık bir zaman aralığı içinde karşılaştıralım.

Önce toplam dış borçların 2007-2015 arasında 250 milyar dolardan 398 milyara çıktığını hatırlatalım. Sonra da bu toplam içinde özel sektör borçlarının payını belirleyelim: 2007-2014/15 oranları: %64,3→%70,7’dir. 

Aynı tarihlerde kısa vadeli dış borçların toplam dış borçlar içindeki payında da çarpıcı yükselme belirliyoruz: %17,2→%29,5... 

Dış kredilerin döndürülmesinde kısa vadeli borçların Merkez Bankası rezervlerine oranı büyük önem  taşır ve %100 kritik bir risk eşiği olarak görülür. 2007-2014/15’te bu göstergedeki artış da endişe vericidir: %58,9→%111,8. 

Görüldüğü gibi, bir kriz olasılığında dış borçları rahatça döndürebilme olanakları, sekiz yıl öncesine göre çarpıcı boyutlarda  bozulmuştur. 

TELÂFİ ÖĞELERİ, TESELLİ ETKENLERİ

2008-2009 krizinin arifesi ile bugünü karşılaştırarak belirledik ki ekonominin 2014-2015’teki dışsal kırılganlıkları ağırlaşmıştır. 

Ancak, sermaye hareketlerinde Ocak-Eylül 2016’daki gerileme ve çıkış, milli gelirin %1’inin bile altındadır; önceki krizdeki dışsal şok boyutlarından çok daha uzaktadır; yılın son üç ayında da bu boyuta ulaşması olası değildir.

Ekonomi küçülmektedir; ama bu durumun bunalıma dönüşmesi yabancı sermaye hareketlerinin 2017’deki seyrine bağlı olacaktır. Moody’s ve IMF’nin uyarıları geçerlidir: AKP iktidarı, 15 Temmuz sonrasında, kapitalizmin “kutsal”  mülkiyet haklarını hiçe sayan kimi uygulamalarıyla uluslararası sermayeyi tedirgin etmektedir. 

Türkiye’ye özgü bu olumsuz etkene, uluslararası siyaset ortamında Brexit ve Trump şoklarını izleyecek yeni, tehlikeli gelişmeler olasıdır. Fransa, Hollanda, Avusturya’da aşırı sağın seçim zaferleri, İtalya’da Renzi’nin referandum yenilgisi sonrasında  avro’dan, hatta AB’den çıkmayı savunanlara iktidar kapısının aralanmasını kastediyorum. 

İç ve dış siyasetten kaynaklanan bu ikili sıkıştırma sermaye çıkışlarını hızlandırırsa, Türkiye için iki telâfi imkânı söz konusudur. 

Birincisi, yerli burjuvazinin kriz ortamına tepkisiyle ilgilidir: Olağan sermaye ihracını sürdürecek, hızlandıracak mı?  Veya, “ülkeye dönüş” tepkisi mi gösterecektir? Neoliberal dönemin dört krizinin ikisinde (1998-99 ve 2001’de) “kaçış”, diğer ikisinde (1994 ve 2008-9’da) “dönüş” eğilimi ağır basmıştır. “Dönüş”, bir savunma tepkisidir: Krize karşı dışarıdaki kaynaklara başvurma gereksinimi… Yerli burjuvazinin, bunlara göre, krizi ağırlaştırıcı veya hafifletici katkıları söz konusu olacaktır. 

Diğer telafi etkeni, AKP iktidarına özgü “dış kaynak”tır: Kayıt-dışı, karanlık para girişleri… 

2008-2009 krizinin on üç ayı boyunca 11,7 milyar dolar tutarında kayıt dışı para girişi gerçekleşmiş; bu akım, yabancı sermaye çıkışlarını aşmıştır. Yakın tarihe bakalım: Ocak-Eylül 2015’te karanlık para girişleri (12,7 milyar dolar); cari açığın yarısından fazlasını kapatmıştır. 12 ay sonra ise bu “esrarengiz” kaynak (5,5 milyar dolar); rezerv artışlarını karşılayacak boyuta ulaşmıştır. 

Cumhurbaşkanı’nın tüm Batı dünyasına, dolaylı olarak da uluslararası finans kapitale meydan okuması, belki de, bizim deşifre edemediğimiz bu karanlık dış destek beklentilerine, güvencelerine dayanmaktadır.