Kral çıplak, ama…

Türkiye kapitalizmi, düzeni, devleti ve siyasetiyle tamamen “kendine özgü” sorunlar mı yaşıyor?

Durum analizlerinde, neyin genel/evrensel neyinse belirli bir ülkeye özgü olduğunu ayırt etmek önemlidir. Türkiye’de yaşananların, ülkedeki kapitalizmin özelliklerinden, devletin yapılanmasından, ideoloji ve siyaset alanlarındaki geleneklerden ve yeni şekillenmelerden kaynaklanan özgüllükler taşıdığı açıktır.  

Ama bunlar bir yere kadardır.

Hepsinin geri planında, bugünkü dünya kapitalizmine damgasını vuran kimi genel özellikler ve eğilimler vardır. Kuşkusuz bunlar ülkelere çeşitli kırılmalarla ve farklılaşmalarla yansır; ama sonuçta asıl kaynaklardan biri burasıdır ve dikkate alınması gerekir.

***

Kapitalist üretim tarzının bugünkü evresinde kral aslında her zamankinden daha çıplaktır.  Kapitalizmin finansallaşması, yani sistemin ağırlık merkezinin üretimden finansa kayması, açgözlülüğü, rant-kaynak didişmelerini, rüşvet-yolsuzluk gibi olayları ve bunlarla birlikte eşitsizlik ve adaletsizlikleri yaygınlaştırıp daha açık hale getirmiştir. Kapitalizm bir ara bu çıplaklığı küreselleşme liberalizminin demokrasi, çoğulculuk, sivil toplum vb. söylemleriyle örtmeyi denemiştir.

Olmamıştır ve bugün yeni bir evreye girilmiştir.

Bu evrenin özelliklerini kimi açılardan serbest rekabetten tekelciliğe geçişe atıfla değerlendirebiliriz.

Basitleştirerek söylersek, kapitalizmin serbest rekabetçi denilen döneminin özelliği, benzer mal ve hizmetlerin rekabet halindeki çok sayıda firma tarafından piyasaya sunulmasıdır. Tekelci dönemde ise bu kez çok az sayıda ya da tek bir firmanın (tekel) piyasaya çeşitli mal ve hizmetler sunduğunu görürüz.

Benzer biçimde, kapitalizmin bugünkü evresinde bu kez siyaset ve ideoloji alanlarında sermaye sınıfına benzer hizmetler sunan çok sayıda oluşumun yerine az sayıda ya da tek bir oluşumun bu sınıfa “her tür” hizmeti sunma iddiasına ve bu yöndeki girişimlerine tanık oluyoruz.

Bu, siyaset ve ideoloji alanlarında ciddi bir yeniden yapılanma anlamına gelir.

ABD’den Avrupa’ya, oradan başka coğrafyalara uzanan, “sağ popülizm”, “yeni sağ”, “neo-faşizm” gibi terimlerle yaklaşılan eğilimin özü budur.

Türkiye’deki siyasal süreçlerin temelinde yatan da…

***

Türkiye dedik: AKP yukarıda anlatılan genel eğilimin Türkiye’deki temsilcisidir ve sermaye sınıfı bir bütün olarak alındığında bu sınıfla arasında ciddi bir sorun yoktur. Sermaye sınıfının AKP rejimini “daha uzun dönemde kendi egemenliğinin temellerini de zayıflatacak” bir etken olarak gördüğü, solcuları da etkileyebilen liberal bir safsatadır. Sonra,  bugün Türkiye’nin sermaye sınıfı hiçbir siyasal iktidara kendi inisiyatifiyle tekme atamaz; başkaları atarsa o da bir tekme savurur, o kadar…

Türkiye özelinde biraz daha açmaya çalışalım.

İlk bakışta bir çelişki var gibi görünüyor: Sermaye sınıfına hizmette tekelleşme aynı zamanda bir yeknesaklaşma ya da bu sınıfın bir dediğini iki etmeyen “robotik” siyasal yapılanmalar gerektirmez mi?

Bu da bir yere kadardır; çünkü günümüz kapitalizmi, temel konularda bir dediğini iki etmeyen siyasal yapılanmalara aynı zamanda “kendi ufkunu” aşan girişimler, denemeler, hatta maceralar için geniş bir hareket alanı da tanımaktadır. Bu, siyasal iktidarlara “ne istediniz de vermedik” retoriğinin ötesinde “bak, bunlar aklında yoktu ben sağladım” deme olanakları sağlayan bir hareket alanıdır. Başka bir deyişle, siyaset ve devlet söz konusu olduğunda günümüz kapitalizmi, sermaye sınıfına doğrudan bağlılık ile bu bağlılığı “yeni ve yaratıcı yollardan” sergileme çabalarını bir arada barındırmaktadır.

***

Buraya kadar söylenenlerin işaret ettiği sonuçları sıralayarak bitirelim.      

Birincisi: AKP rejimi ile sermaye sınıfı arasında ikincisinin birincisini gözden çıkarmasını gerektirecek hiçbir çelişki yoktur.

İkincisi: AKP rejimi ile emperyalist odaklar arasında kimi gerilimler elbette vardır; ama son tahlilde tarafların her biri “aynı gemide” olduklarını bilmekte, birbirlerinin dilinden anlamaktadır.

Üçüncüsü: İşaret ettiğimiz modelin mantıksal sonucu, devlet ile siyasal siyasal iktidar arasındaki geçişme ve giderek “özdeşleşmenin” daha ileri evrelere ulaşmasıdır.

Dördüncüsü: AKP gidebilir, rejimine son verilebilir… Ama özellikle son on yıldır ne yaptıysa temelde kapitalizmin zamanımızdaki ruhuna uygun olarak yapmıştır. Düzen içi “alternatifler” de benzer bir yol izleyecektir.

Sonuçta, kral çıplak, ama…

Böyle olduğunu göstermek için daha çok çalışmamız gerekiyor.