Köy Enstitülerinden doğan edebiyat

İmam hatip eğitiminin temel eğitim olduğu bir düzende, yalnızca bilime dayanmakla yetinmeyen, bilgiyi yaşamı değiştirmek ve güzelleştirmek için uygulandığı ölçüde değerli ve anlamlı bulan bir anlayışla öğreten Köy Enstitülerinin değerini bugün daha iyi anlıyoruz. 17 Nisan 1940’ta çıkarılan bir yasayla, 76 yıl önce açılan Köy Enstitülerinin, yaşayan son mezunlarını da birer birer yitirirken, yıldönümü anmaları giderek bir toplu ağlatıya dönüşmekte. Bir ay önce onlardan şair, yazar Mehmet Aydın’ı kaybettik; son nefesine kadar aydınlanma için mücadele ettiğini biliyorum. Doksanlık bu delikanlı, birkaç gün önce Ankara’dan telefon ederek İnsancıl’ın yeni sayısını ve kitaplarımı göndermemi istemişti. Anısı, insanca bir ülke yaratma için mücadelemizde yaşasın!

Gelecek tasarımıyla birlikte ele alınmazsa her tarihsel olay ve olgunun bir hüzün ve ağıt kaynağı haline gelmesi kaçınılmazdır.

Türkiye’nin “harika 60’larının” yaratılmasında Köy Enstitülü öğretmenlerin öncülüğünü yaptığı öğretmen hareketinin belirleyici bir yeri vardır. Toplumsal uyanışın gelişmesinde kilit bir yeri olan öğretmenlerin baskılanması ve “düzene uygun kafaların oluşturulmasının” garantiye alınması düzenin en stratejik işlerinden biri olmuştur. Gericiliği iktidara taşımada öğretmenlerin ve eğitim düzeninin gericileştirilmesi belirleyicidir.

Bugün çocuklarımızın yalnızca bilinçlerinin değil, savunmasız bedenlerinin de tecavüzcü öğretmenlerin eline terk edildiği koşullarda, kurtuluş mücadelesi verenlerin temel gündemlerinden biri eğitim olmak zorundadır.

Mehmet Bayrak’ın kitabı

Köy Enstitüleri yalnızca bilimsel ve geliştirici bir eğitim deneyiminin yarattığı etkin öğretmenlerle toplumsal değişmeye katkıda bulunmamış, buradan çıkan çok sayıda yazarın yapıtlarıyla edebiyatımızda halkçı ve aydınlanmacı damarın gelişmesini de sağlamıştır. Biz bunu, iki yıl önce Foça’da düzenlediğimiz bir çalıştayda “Köy Enstitülerinden Doğan Edebiyat” olarak adlandırdık. Geçen Kasım ayında kitabını da yayınlayarak, edebiyatımızın bu emekçi eksenli, halkçı ve aydınlanmacı damarını, belki de ilk kez derli toplu inceleyen bir ortak çalışma ortaya koyduk.

Bu konuda yapılmış en kapsamlı çalışma Mehmet Bayrak’ın Köy Enstitüleri ve Köy Edebiyatı kitabıdır. Bayrak, edebiyat tarihimizin 1950-1980 döneminde belirleyici bir yeri olan ve geniş halk kitlelerinin ilgisini çekerek okura dönüştüren Köy Enstitülü yazarları bilimsel bir yöntemle enine boyuna incelemiştir. Fakir Baykurt, Talip Apaydın, Mahmut Makal, Yusuf Ziya Bahadınlı, Mehmet Başaran, Dursun Akçam, Ümit Kaftancıoğlu, Ali Yüce Adnan Binyazar, Sami Gürel, Osman Bolulu, Osman Şahin, Hasan Kıyafet gibi Türk edebiyatında belirli bir yeri olan yazarların yanı sıra, edebiyatın her alanında eser veren, bu yazarlar kadar tanınmamış onlarca Köy Enstitülü yazarın daha olduğunu bu kitaptan öğreniyoruz. Köy Enstitüleri uyguladıkları deneysel, üretime dönük ve bilimsel eğitim yöntemiyle sıradan eğitmen ve öğretmenler değil, toplumsal cehalet ve haksızlıklarla mücadele eden aydınlar yetiştirmişlerdir. Köy Enstitülerinden doğan edebiyatta, bu eğitimin yarattığı aydınların, aydınlanmacı düşünce ve mücadelesinin ülke coğrafyasına yayılmış yansımalarını görürüz.

Toplumsal mücadelenin aracı olarak edebiyat

Biz düzenlediğimiz çalıştay ve hazırladığımız kitapta “Köy Enstitülerinden Doğan Edebiyat”ın en bilinen, en etkili ve usta yazarlarını ele almaya çalıştık. Elbette bizim sınırlı bir izlence içinde konu edemediğimiz birçok değerli Köy Enstitülü yazar daha vardır. Edebiyat alanındaki yapıtlarıyla Emin Özdemir, bilim tarihi alanındaki çalışmalarıyla Cemal Yıldırım, eğitim üzerine incelemeleriyle Pakize Türkoğlu, şiir ve hikâyeleriyle Kemal Burkay, Behzat Ay, Ali Dündar bizim çalıştaya konu edemediğimiz önemli Köy Enstitülü yazarlardan bazılarıdır.

Köy Enstitüleri aydınlanmacı öğretmenler, aydınlar yetiştirdi, bu mücadeleci kuşak, Türkiye’nin sorunlarını aşması, gelişmesi için yazmayı, edebiyatı bu mücadelenin bir parçası yapmıştır. O yüzden hemen her Köy Enstitülü, yazmayı, en azından anılarını kitaplaştırmayı ihmal etmemiştir. İlerdeki araştırmalarla Köy Enstitülerinden doğan edebiyatın niceliği ve niteliği daha iyi ortaya çıkarılacaktır.

Köy Enstitülü yazarların en önemli özelliği, gerçekçi olmalarıdır ve halkın içinden çıktıkları için halka ulaşabilecek bir edebiyat dili yaratabilmişlerdir. 1960’larda Türkiye’nin aydınlanmasında, geniş halk kitlelerinin kitapla buluşmasında ve ülkenin temel sorunlarını, çelişkilerini kavramasında bu edebiyatın çok büyük bir katkısı olmuştur. Bu gerçekçi yazarlar, edebiyatın, okurun bilinçlenmesi ve estetik duyarlılığının geliştirilmesi yolunda işlevli olduğunu çok iyi bilen ve yapıtlarıyla bunu somutlayan yazarlardır. Mahmut Makal’ın uluslar arası ses getiren Bizim Köy eseriyle başlayan bu edebiyat, Hasan Âli Yücel’in deyişiyle, “edebiyata kendi giren köylü”nün edebiyatı olmakla kalmamış, köyden şehre ve yurtdışına göçen insanımızın yerel ve evrensel macerasını kitaplara taşımıştır. Romanı, hikâye ve şiiri etkili bir aydınlanma cephesine dönüştürmüştür.

Okur yazarlığı geliştiren bir eğitim

Köy Enstitüleri her şeyden önce okur öğrenci yaratmayı amaçladı. Tonguç’un enstitü müdürlerine yazdığı onlarca mektupta en çok vurguladığı işlerden biri, öğrencilerin ders dışı kitaplar okumasını disipline etme, yoğunlaştırma ve geliştirmedir. Bunun için öğretmenlerin de okumasını şart koşar. Köy Enstitülerinin çok iyi kitaplıkları vardı. Aynı dönemde Milli Eğitim Bakanlığının dünya klasiklerini tercüme seferberliği başlatılmıştı. Bu kitapların ilkin enstitü öğrencilerince okunduğu ve tartışıldığını biliyoruz. Hasanoğlan’da yazarların ders verdiğini, Vedat Günyol bunlardan biriydi, özellikle Sabahattin Eyüboğlu, Sabahattin Ali’nin sık sık ziyaret ettiğini biliyoruz. Edebiyatın güzelliğini ve hazlarını yaşayan bir kuşak yetiştirdiler. Bunu tadanlar kendileri de yaratmaya giriştiler. Enstitülerin dergileri, duvar gazeteleri vardı, ilk denemelerini buralarda yayınladılar. Öğretmenler yazmayı özendirdiler. Dönemin edebiyat dergileri, enstitülü öğrencilerin ilk yazı ve şiir denemelerini yayınlayacak ölçüde duyarlı ve açıktılar. Enstitülerde, genç insanın duyarlılığını ve yaratıcılığını edebiyata, müziğe, estetiğe yönlendiren bir eğitim anlayışı ve altyapısı vardı. Buradan çıkan yazarlar, dünya ölçüsünde de benzersiz bir eğitim deneyinin ne ölçüde verimli olduğunun somut kanıtlarıdır.

Köy Enstitülerinden yetişen yazarlarımızın tamamı gerçekçi yöntemle edebiyat yaptılar. “Köylüler” romanının yazarı Talip Apaydın, görüşmemizde, “Cumhuriyet köylüye hiçbir şey vermedi, bir tek Köy Enstitülerini verdi,” demişti. Onu da ne kadar cimrice ve korkakça verdiğini, 1940-1946 döneminden sonra hızla nasıl yok etmeye girişildiğini buradan yetişen yazarların şiirlerinden, romanlarından, anılarından biliyoruz.

Emekçiyi kahraman yapan edebiyat

Cumhuriyetin yoksul köylü çocuklarına açtığı bu eğitim ve aydınlanma sürecinden geçenlerden yazarlığa çıkanlar, çok önemli bir eksikliği giderdiler, emeğin ve emekçinin dünyasını edebiyata açtılar. Emek sürecinin içinden geliyorlardı, insanın doğayla, toprakla verdiği en eski savaşın, onların roman, hikâye ve şiirlerinde benzersiz yansımalarını görürüz. İnsan emeğinin doğa ve toplum içindeki belirleyici yerini biliyorlardı ve eserlerinde bunu bize de gösterdiler. Haksızlık karşısındaki toplumsal duyarlılıklarının yüksek olması, ezilen sınıfın aydınlanmış çocukları olmalarından kaynaklanır. Onların kitapları sömürücüleri, suç ortaklarını teşhis eder ve sömürüyü önlemek için gerekli toplumsal bilinç ve örgütlenme koşullarını araştırır. Fakir Baykurt’un Kaplumbağalar romanı, köylünün kendi imece ve yaratıcılığıyla giriştiği bir bağ yeşertme girişiminin devlet ve halk düşmanı bürokratları eliyle nasıl boşa çıkarıldığını gösterir. Yusuf Ziya, Güllüceyi Sel Aldı romanında, küçük bir köydeki politika kavgalarıyla, ülke çapında sınıfsal çatışmaların iç içeliğini gösterir. Mehmet Başaran Memetçik Memet’le aydınlanmacı Köy Enstitülü kuşağın, egemenlerce nasıl baskı ve zulümle engellenmeye çalışıldığını romanlaştırır. Pazarören Köy Enstitüsünden yetişen Hasan Kıyafet, Umut Direniyor romanında kapitalistlerin acımasız kâr hırsıyla birer işçi cehennemine çevrilen Tuzla tersanelerini anlatır. Ali Yüce, adını bile duymadığımız bir köyde yaşayan kadınları, Mürselekli Kadınlar’ı şiire sokar ve evrenselleştirir.

Toplumun akılcı düzenlenişine inanç

Köy Enstitülü yazarların temel niteliklerinden biri de Aydınlanmacı olmalarıdır. Toplumun akılcı bir biçimde düzenlenebileceğine ve yönetilebileceğine inanırlar. İnsanların toplumsal eşitliğinin sağlanmasıyla, barışın gerçekleşeceğinin bilincindedirler. Kitaplarında eşitsizlikleri sergilerken, görünmeyen yüzünü de, altyapısını da gösterirler. Bu yazarlar için edebiyatın bir işlevi vardır; okurda bilinç ve duyarlılık geliştirmektir. Edilgin bir edebiyat ve okur değil, etkin bir edebiyat ve okur isterler. Köy Enstitülü yazarlar, 60’larda, 70’lerde okurda yarattığı etki ve aydınlanmayla bu yolda başarılı olmuşlardır.

Ancak her anlamda aydınlanmaya bir darbe olan 12 Eylül darbesi, bu edebiyata da bir darbe olmuştur. Gerçekçi edebiyat ve bunun önemli bir bileşeni olan Köy Enstitülerinden doğan edebiyat iktidar güdümlü eleştirmen ve akademik çevrelerce küçümsenmiş, sermaye yayınevlerince engellenmiş ve okurla bağı kopartılmıştır. Gerçekçi edebiyatın geriletilmesi, günümüzdeki bayağı ve postmodern edebiyatın yaygınlaştırılmasını sağlamak içindir. İnsanına ve toplumuna duyarsız, aydınlanmacı değil, hurafeci, bireyci bir piyasa edebiyatı hakim kılınmıştır. Yerleşen dinci rejime paralel bir edebiyattır bu.

Gerçekçiliğe sermaye saldırısı

Gerçekçiliği sürdüren ve geliştiren sonraki kuşaklar, Köy Enstitülü yazarları özümseyerek aşmayı denediler. Bugün gerçekçi roman, hikâye ve şiirimizde emekçi bakışı varsa, bunda onların edebi mirasının payı vardır. Ancak gerçekçilik, piyasa edebiyatınca geriye itilmiştir. Bastırılmıştır. Özellikle sermayeleşen yayınevleri, edebiyat ödülleri çarkı ve gazetelerin kitap ekleri üçgeninde gerçekçi roman, hikâye ve şiir dışlanmıştır. Bunun yol açtığı büyük bir ideolojik baskı ve sansür vardır. Üniversitelerin edebiyat fakülteleri, modernist ve postmodernist edebiyatın, gerçekçilik düşmanı kürsülerine çevrilmiştir.

Bu koşullarda yeni kuşakların Köy Enstitülerinden doğan edebiyata ve gerçekçi edebiyatımıza ulaşması, kendi yaratıcılığında bu birikimden yararlanması çok zorlu mücadeleler gerektirmektedir. Ama piyasa yazıcısı değil de, yazar olmak isteyenlerin, edebiyatla insana ve topluma dair yeni eserler yaratmak isteyenlerin başvuracağı temel kaynaklar bunlar olacaktır. Geleceğin değerli yazarları, edebiyatımızın gerçekçi ve toplumcu birikimini özümsemiş, insan sevgisi derin, toplum bilgisi gelişmiş insanlar arasından çıkacaktır.