Kaos kaçınılmaz mı?

Fatih Yaşlı’nın 31 Temmuz günü BirGün’de yayınlanan yazısının sonu şöyle “(…) önümüzdeki süreçte Türkiye’yi bekleyen şeyin istikrar ya da normalleşme değil, yeni kırılmalar ve kaosun derinleşmesi olacağını söylemek kehanette bulunmak anlamına gelmeyecek.”

Not edip sürdürelim.

Dilimizdeki karşılığı kargaşa ve düzensizlik olan kaos istenerek, tercih sonucu yaratılan bir durum mudur, yoksa ilgili aktörlerin istençleri dışında mı ortaya çıkar?

Siyasette, belirli aktörlerin kaos istedikleri, bunu yaratmaya çalıştıkları uğraklar olabilir.  Ancak bu istek hiçbir aktör için hiçbir zaman süreklilik taşımaz. Kaos istense, bu yönde provokatif girişimlerde bulunulsa da asıl murat edilen sonunda belirli bir “düzene” geçilmesidir.

Yargımızı peşinen söyleyelim: Türkiye’nin bugünü, tanımlanabilir tek bir öznenin hesabını kitabını yaparak, özel bir amaç gözeterek yarattığı bir durum sayılamaz. Ne “uluslararası güç odakları”, ne devlet, ne iktidar, ne de sermaye sınıfı… Herhangi birinin ya da bunların belirli bir bileşiminin mutlaka belirli hesapları vardır; ama “önce bir kaos yaratayım da ortam şöyle bir olgunlaşsın” tercihinden hareket edildiğini söyleyemeyiz.

O halde bugünkü kaosun bir “bileşke” olarak ortaya çıktığını söylemiş oluyoruz. Bir bakıma Engels’in dediği gibidir: “Tarih öyle bir şekilde yapılır ki nihai sonuç her zaman çok sayıda tekil istencin birbirleriyle çatışmasından çıkar ve buradaki her istenç de yaşamın bir dizi özel koşulunun sonucudur. Dolayısıyla, ortada birbirini kesen sayısız güç, bu güçlerin sonsuz sayıda paralelkenarından oluşan bir küme vardır; tarihsel olay da bunların hepsinin bileşkesi olarak ortaya çıkar.” (J.Bloch’a mektup, 21 Eylül 1890)

Bizce durum daha çok budur.

***

Yaşlı’ya dönersek, “istikrar” ya da “normalleşme” değil “yeni kırılmalar” ve “kaosun derinleşmesi” öngörülüyor.

Katılıyor ve ekliyoruz: Evet, sermaye sınıfı, düzenin siyasal aktörleri ve uluslararası odaklar kuşkusuz istikrar ve normalleşme arayacaktır; gelgelelim, süreçler bir kez daha “bileşke sonuçlar” verecek ve her bileşke kendi merkezkaç güçlerini ortaya çıkaracaktır.

Neden?

Kabaca, üç neden görebiliyoruz:

Birincisi: Günümüz dünyasının ekonomik koşulları, yeni siyasal yönelimleri ve uluslararası güç ilişkileri, bir zamanların yerleşik dengelerini, normlarını ve sınırlarını altüst eden belirsizlikler üretmektedir.  Bu uluslararası durum da ülkeler düzeyine sıra dışı çıkışlara eğilimli, gözünü karartan, risk almaya hazır siyasal öznelerin şekillenip bilenmesi olarak yansımaktadır. Sermaye sınıfının kendine özgü hesaplılığı ve tedbirliliği ile siyasal öznelerinin cahil cesareti arasındaki açı bugün her zamankinden daha büyüktür.

İkincisi: Kurumlarıyla, kamusal ve özel alanlara dönük konumuyla, kadrolarıyla uzunca bir süre kendi rasyonalitesine sahip olan, tanımlanabilen, ne yapıp ne yapmayacağı bilinen devlet altüst olmuştur. Hani “liyakat” deniyor ya… Bunun yerini bir tür mistisizmle karışık içreklik, kuralsızlık, açık/tanımlı ilişkilerin ve işleyişin dışına çıkış, kerameti kendinden menkul “vizyonlar”  almıştır. Mesele yalnızca “Fetullahçılardan” ibaret de değildir. Tamamı her yerden temizlense bile yerlerini az önce sıralanan özelliklere sahip başkaları alacaktır.

Üçüncüsü: Sermaye birikim/yeniden üretim sürecinin bugün geldiği noktada siyaset ve Devletle sermaye sınıfı arasındaki ilişkiler “anonim” özelliğini daha fazla yitirmekte, bunun yerini hem ihya hem ceza anlamında giderek “özelleşen” ilişkiler almaktadır. Bu, devletin birikim süreçlerine daha belirleyici/seçici müdahalelerde bulunması, sermaye gruplarının da siyasete ve devlete çok daha doğrudan “yatırım yapması” anlamına gelir. İhya edilenin edilmeyenin nesi varsa almaya kalkışacağı, cezalandırılanın da kendine siyasal çıkış yolları arayacağı bir durumdur ve “istikrarla” birlikte gitmesi pek mümkün görünmemektedir. 

Özetle, budur.

***

“İstikrar” ve “normalleşme” ağırlıklı analizler yapanlar devam etsinler; büsbütün anlamsız değildir. Sonuçta o da istenecek, aranacaktır. Ancak, yukarıda özetlenen durum da hesaba katılırsa iyi olur.

Bu arada bir de şu “liberal dalga” akıllardan silinirse çok daha iyi olur.