Kadınların görünmeyen acıları (3): Memleketimden kadın manzaraları...

"Özgecan'ın anısına... Hesabını soracağız, bu ülkeyi temizleyeceğiz hiç merak etme"

"Hamilesiniz, doğal olarak başınız dönüyor, mideniz bulanıyor vs. sıkıntılarınız var. İşyeri bunu kabul etmez yani sürekli sizin lavaboya gitmeniz ee sürekli işte rahatsızlanmanız patronun hiçbir zaman hoşuna gitmez. Zaten şey, çalıştığım yer izim Tokatlı bir yerdi, akraba, köylü, tanıdık diye yoksa böyle çekilmez yani, her gün her gün, hasta..." (30,Evli, Tekstil-Hizmet, Sekreter, İstanbul)

"Benim alerjik astımım vardı çalışırken. Böyle tozdan alerjik astım olmuştum ben. O zaman işte gene böyle çalışıyodum ben ama çok tıkandığım zaman yukarı çıkıyodum, mesela üs takı vardı, bahçesi vardı, çıkardım bahçesinde hava alırdın biraz, tekrar inerdim işin başına

...

Doktor bana gittiğim zaman bana dedi ki çalışmıcaksın. Tozdan uzak durcaksın, toz seni böyle yapıyo dedi. am aben gene devam ettim tabii ki. Tabi çalışmayı bıraktığım zaman hastalığım da geçti ama sigarayı da bıraksam solunum yollundaki problem de gidicek. Böyle. İşten çıktım, düzeldim çok şükür yani" (33, Bekar, Tekstil, İşsiz, İstanbul)

"Özellikle fabrika, sistem o kadar yorucu ki işte mesaisi, işte çalışma sistemi. Sağlık kişinin kendisiyle ilgili bir şey yani. Kendine dikkat ettiği müddetçe sağlık vardır ama dikkat etmezsen yoktur. (56, Evli, Hizmet, İşçi, Düzce)

Benim zaten sağlık durumum iyi değil ki. Migren var, kalp kapakçığında büyüme var. Psikolojim çok bozuk zaten. Sağlık üzerine hiç bir şey düşünemiyorum. Yani beynim yoğun. Çalışmaktan, tabii çalışmak da yıprattı da biraz da evliliğim. Aynı tekstilin eşimin de çalışması. Yani benim yaşadıklarımı hep beraber yaşıyoz şu anda. Tek yaşadığım şeyleri hep beraber yaşıyoruz (41, Evli, Tekstil, İşsiz, Düzce).

İşten çıkınca çok rahat hissetmeye başladım kendimi orda adamakıllı psikolojim bozulmuştu yani. Hem bi de haksızlıktan... Ee insan haksızlıkları falan görünce çalışmayı da gözü görmüyo iyice artık, istiyosun vermiyolar. Ben de ne yaptım, rapor aldım. Bu sefer raporu kabul etmediler. Baya bi tartışma çıktı, olurdu olmazdı (diye). Gene gittik, yapacak bi şey yok yani. Hiç izin vermiyolar, hiç bi şeyin yok. Köle gibi çalıştırıyorlar insanı (21, İlkokul mezunu, Evli Tekstil, İşçi, Düzce)

Yani çalıştığında bir arkadaş ortamı kurmuş oluyosun. Mesela kendini dinlememiş oluyosun. Ben boş kaldığımdan kendimi çok dinlerim. O zaman her tarfımın ağrıdığını hissediyorum. ama çalışırken öyle değil. Mesela öğlen molan oluyo bi arkadaşınla konuşuyosun, serviste mesela gelirken yolda arkadaşınla konuşuyosun. Ve eve geldiğinde de ilk başta seni bekleyen bi iş oluyo. Kendini dinlemeye fırsat olmuyo. (36, İlkokul Mezunu, Evli, Gıda Hizmet Tekstil, İşçi, Düzce)

Bu haftaki yazıma sözü işçilere vererek başlamak istedim. Bu röportajların hepsi, kayıtdışı çalışmaya dair bir alan çalışması yapan Fatma Belkis Kümbetoğlu, İnci User ve Aylin Akpınar'ın son derece çarpıcı veriler, olgular içeren "Kayıp İşçi Kadınlar" başlıklı kitabından. Yazarların ayrıca "Geçmişten Günümüze Türkiye'de Kadın Emeği" (Haz. Ahmet Makal ve Gülay Toksöz) kitabının içinde de konuyla ilgili bir bölümleri bulunuyor. İşçi sağlığı ve iş güvenliği açısından çarpıcı ve bir o kadar da bizi mücadeleye davet eden olguları sunuyorlar bizlere... Okunmalı, okutulmalı, yeni benzer çalışmalar için bizi dürtüklemeli...

Kadın işçilerin kendi durumlarını anlattıkları yalın ifadeler bize Türkiye Cumhuriyeti’nin (T.C) nasıl da Taşeron Cumhuriyeti’ne (yine T.C) dönüştüğünü de aslında anlatıyor. Evet, kadın emekçiler denince taşeron sisteminden söz etmemek olmaz. Taşeron sisteminin kuralsız ve güvencesiz yapısına en uygun kişiler yaşamak için çalışmak zorunda olan ve düşük ücretleri kabul etmek zorunda olan kadınlar olmaktadır. Tüm bu konularda sayısız araştırma, çalışma yapılmıştır bu konulara girmeyeceğim. Vurgulamak istediğim şu; taşeron sistemi güvencesiz olduğu gibi sağlık ve güvenliğe de aykırı üretim alanları ve hizmetleri kadınlara dayatıyor. Dolayısıyla her türlü meslek hastalığı ve iş kazası risklerine de kadınların maruziyeti çok fazla. Geçen haftaki yazımda altını çizdiğim üzere, bu sektörler ölümlerin çok olmadığı o yüzden gözümüzün önünde de olmayan sektörler. Bu sektörlerde çalışan kadınlar açısından "sağlıklı olmak" neredeyse tanımı dahi yapılamayan bir durum. Kadın işçiler gerçekten de sağlıklı olmayı tarif dahi edemiyor. Ağrılar, yorgunluk, belli bir uzuvda sürekli hale gelen acılar, stres, öksürük, göz bozukluğu ve benzeri... Tüm bunların çözümü için yapılanlar ise taşeron kadın işçiler için hemen hemen benzer "git ağrı kesici iç geçsin", "iki dakika otur kendine gelirsin", "elini yüzünü yıka rahatla", "bir aspirin iç rahatlarsın", "pansuman yaptır, kolonya falan sür gel"... Söz konusu kadın emekçi olduğu zaman bunlar çok daha rahat söylenebiliyor, çünkü tepesi atmış erkek bir taşeron işçisinin patronuna veya ustabaşına kafa atma olasılığı bulunurken, kadınlar acılarını içlerine gömüyor!

Maalesef kadınların çalıştıkları sektörlerde yaşanan küçük kazaların hemen hemen hiçbiri kayıt altına alınmıyor. Meslek hastalıklarını ise zaten söylemeye gerek yok. 40'lı yaşlarına gelmiş ve işe devam edebilecek sağlıklı durumda bir tekstil işçisi kadın bulmak son derece zor, tekstilden çıkıp temizlik işlerine giriyorlar, öksürükleri azalıyor, bel ağrıları artıyor... Yine tekstilde eline iğne batmamış, gözüne çapak kaçmamış, gıda sektöründe üzerine malzeme düşmemiş kadın işçi neredeyse yok... Tüm bunlar göz ardı ediliyor, unutuluyor, kadın işçiler tarafından dahi "dikkatsizlikten oldu işte" şeklinde değerlendirilebiliyor (Kümbetoğlu ve diğ., 2012).

Kadınların çalıştıkları her alanı ve bu alanlardaki işçi sağlığı ve iş güvenliği sorunlarını göz önüne sermek, kayıt altına almak, takip etmek, yasal süreçlerde kadın işçilerin yanında olmak, haklarını aramalarını ve yaşadıkları sömürünün onları ittiği sağlık ve güvenlik sorunlarında farkındalık yaratmak, kısacası bu alanlarda örgütlü bir mücadele vermek gereklidir. Ancak bu kolay değil, daha önce de belirttiğim gibi bu alanlar/sektörler örgütlü mücadelenin hemen hemen hiç olmadığı sektörler. Çünkü bu gerici rejimde kadınlara reva görülen taşeron işçiliktir, yarı-zamanlı çalışmadır, annelik adı altında ev işçiliğine (ev hanımlığı olarak sempatik hale getirilir) itilmektir, yaz aylarında yük gibi istiflenerek mevsimlik tarım işçisi olarak kamyon kasalarında taşınmaktır, fabrika revirine götürülüverip ölümüne yol açılmasıdır, günde yalnızca bir kez tuvalet iznidir, taciz ve küfürdür! Sanılmasın ki bu yaşananlar son birkaç yılın veya birkaç on yılın meselesidir…

Tarihçeye gereksinimimiz var...

Türkiye'de emek tarihi konusunda çok yazılmış çizilmiştir, ama özellikle kadın emekçiler üzerine yoğunlaşan bir emek tarihi yazımına gereksinim olduğu gibi, konumuz olan "meslek hastalıkları" ve "iş kazaları" üzerine kısacası kadınların işçi sağlığı ve iş güvenliği tarihine de gereksinimimiz vardır. Bugünü daha iyi anlamak, mücadele edeceğimiz her alana iyi müdahil olabilmek için.

Cumhuriyet'in ilk dönemlerinde kadın işçilerin belki de ilk kez kaleme alındığı roman belki de Mahmut Yesari'nin 1927 yılında basılan Çulluk isimli romanıdır. Mahmut Yesari’nin Çulluk isimli kitabı birçok araştırmacı tarafından Türkçe’de yayınlanan ilk işçi romanı olarak kabul ediliyor. Yesari Çulluk‘ta, Cibali Tütün Fabrikası ile Cağaloğlu’ndaki bir matbaada çalışan işçilerin çalışma koşullarını anlatıyor

Şu an Kadir Has Üniversitesi'nin bulunduğu bina eski Cibali Tütün Fabrikası'dır ve büyük çoğunluğu gayrimüslim kadın tütün işçileri burada çalışmaktadır. Bu fabrika ve çevresi Türkiyeli komünistlerin de örgütlenme çalışması yaptığı havzalardan birisidir. Neyse uzatmayalım ve kadın emekçilerin yaşam koşullarını Yesari'nin ağzından dinleyelim:

"sabahleyin şafiak sökmeden kar, yağmur, rüzgar, güneş hiç bir mani dinlemeyip fakrin, açlığın emriyle ıslana üşüye, titreye sendeleye, sessiz, şikayetsiz sürüne sürüne gelen ve bu mustarip, yorgun vücutların istirahat hakkını vermeden yine aynı emirle işe başlayan, kıyılan tütünlerin ince, katil tozu ile yalnız ciğerleri değil, gözlerine, mesamatına kadar zehirlenen işçi kadınlar" (Yesari, 1995)

Kadın Emeğinin Tarihsel Kökenleri 1920-1960 makalesinde Ahmet Makal, kadın emekçilerin aynı zamanda sağlık ve güvenliklerinden de söz etmekte, tek parti döneminde 1937 yılında Isparta'da çalışan kadın ve çocukların durumuyla ilgili CHP milletvekillerince hazırlanan belgeden, Samsun Tekel Tütün Bakım ve İşleme Evi'nde "havasız karanlık aspiratör ve kalorifer tesisatı bulunmayan salonlarda çalışan 300-400 kadın işçiden", "alt katta tefrik kısmında çalışan kadınların" sağlık durumlarından söz eden TBMM raporları belirtilebilir. Bir başka TBMM Çalışma Raporu da "İstanbul'da beşte dördünü kız çocuklarının oluşturduğu 40-50 işçi çalıştıran bir trikotaj atölyesinden, bu kızların verem vakalarından, Bursa'da ipek ve tütün işlerinde genellikle küçük yaşlarda işe giren ve ciğer hastalıklarına maruz kalan genç kadın işçilerden, dinlenme yerlerinin ve sanatoryum tesislerinin yetersizliğinden söz etmektedir (Makal, A, 2012).

Orhan Kemal'in romanlarında "ben buradayım" diyen kadın işçilerin, pek çok kaynakta son yıllarda ayrıntılı ele alınmaya başlanan kadın emeği ve tarihçesinin yanında bir de kadın emekçilerin sağlık ve güvenliklerine dair yaşanmışlıklar, sorunlar ve çözümleri de içeren bir tarihçeye gereksinim bulunmakta, bu alan açık bir şekilde önümüzde durmaktadır...

Kadınlar hangi işlerde çalışır, hangisinde çalıştırılamaz?

Ayrımcı politikalar en gelişkin kapitalist ülkelerde de yaygın. Kadının eve kapatılması veya yarı-zamanlı işlere mahkum edilmesi 21. Yüzyıl kapitalizminin neredeyse kuralı. 21. Yüzyıl sosyalizminin ise ilk el atacağı meselelerden birisi kadın emekçilerin hakları, işçi sağlığı ve iş güvenliği sorunları olmak zorunda. Şimdi biraz serbest düşünelim ve tartışmaya açık alanlara girelim. Örneğin kadınların belli işlerde çalıştırılmaması gerektiğini söylemek bizi riskli bir alana sokar. Evet, bilimsel olarak eldeki veriler ışığında, bazı sektörlerin kadınlar için zararlı olduğu söylenebilir ve bu alanlarda kadınların çalıştırılmaması onları korumak adına iddia edilebilir. Ancak bunun bir ucu da kadınların istihdamdaki oranlarının tamamen aşağıya çekilmesi, kadınların taşeron sisteminin en diplerine, geçen hafta sözünü ettiğimiz "pembe yakalı" işlere ve ev içi işlere itilmesidir. Ayrıca burada toplumsal algıda da, bazı sektörlerden kadınların dışlanmasından veya marjinalize olmalarından söz etmek de gereklidir. Örneğin inşaat mühendisliği öğrencilerinin yaklaşık %80'ini erkekler oluştururken, inşaat mühendisliğinden hiç de farklı koşullar içermeyen, zorluk açısından da zerre kadar farklı olmayan çevre mühendisliğinde bu oran neredeyse tersine dönmektedir! Bizzat inşaat fakültesi öğretim üyesi olarak bu gözlemim, diğer fakültelerde de benzer bir dağılımı göstermektedir. İnşaat erkek işidir, "çevre" (sanırım isminden dolayı) kadın işi olarak görülebilmektedir. Öte yandan önemli bir husus daha: Maden fakültesinde kız öğrenciler okumakta ama bu öğrenciler mezun olunca erkek meslektaşları gibi yer altında çalışamamaktadır! Buna "kadının korunması" demek ne ölçüde doğrudur tartışılmalıdır.

Kadınlar hangi sektörlerde çalıştırılamaz sorusunun yanıtını bu yazıyı yazmadan önce de bir kez daha araştırdım. Hukukçu arkadaşlarım eksiğim varsa beni düzeltsinler. Ama durum şudur; eskiden Ağır ve Tehlikeli İşler Tüzüğü vardı ve bu tüzükte kadınların çalıştırılamayacağı işlerin tek tek listesi verilmişti. Bugün bu tüzük yürürlükten kaldırıldı ve onun yerine tehlike sınıflarının belirlenmesi çıktı. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'ndan yetkili bir görevlinin de altını çizdiği üzere bu doğrultuda 4857 sayılı İş Kanununun yürürlükte olan aşağıdaki 72 maddesinde;

"Yer ve su altında çalıştırma yasağı

Madde 72 - Maden ocakları ile kablo döşemesi, kanalizasyon ve tünel inşaatı gibi yer altında veya su altında çalışılacak işlerde onsekiz yaşını doldurmamış erkek ve her yaştaki kadınların çalıştırılması yasaktır. "

ifadesi mevcuttur.

Ayrıca tehlikeli ve çok tehlikeli sınıfta hangi işlerde kadın çalışabilir veya çalışamaz durumu için ise 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası Madde 17 fıkra(3)’ye bakılabilir, bu madde

"Mesleki eğitim alma zorunluluğu bulunan tehlikeli ve çok tehlikeli sınıfta yer alan işlerde, yapacağı işle ilgili mesleki eğitim aldığını belgeleyemeyenler çalıştırılamaz."

demektedir. Demek ki, bu eğitimleri belgeleyen kadın-erkek herkes çalışabilir. Özetle maden ve benzeri yeraltı işleri dışında kadınların çalıştırılamayacağı bir alan bulunmamaktadır. Bu yasak da kaynağını "Her Nevi Maden Ocaklarında Yeraltı İşlerinde Kadınların Çalıştırılmaması Hakkında ILO Sözleşme'sinden almaktadır (ILO Kabul Tarihi: 4 Haziran 1935, Kanun Tarih ve Sayısı: 9 Haziran 1937 / 3229 Resmi Gazete Yayım Tarihi ve Sayısı: 23 Haziran 1937 / 3638)

Öte yandan Kadın Çalışanların Gece Postalarında Çalıştırılma Koşulları Hakkında Yönetmelik Sayı : 28717

"Kadın çalışanlar her ne şekilde olursa olsun gece postasında yedi buçuk saatten fazla çalıştırılamaz." demektedir.

"Kanserojen Veya Mutajen Maddelerle Çalışmalarda Sağlık ve Güvenlik Önlemleri Hakkında Yönetmelik"te de gebe ve emziren kadınların çalıştırılmasına ilişkin bazı kısıtlamalar getirmektedir. Ancak "Gebe Veya Emziren Kadınların Çalıştırılma Şartlarıyla Emzirme Odaları Ve Çocuk Bakım Yurtlarına Dair Yönetmelik" (RG: 28737) ilgili maddelerinin altı çizilebilir:

MADDE 7 – (1) Değerlendirme sonuçları, gebe veya emziren çalışan için sağlık ve güvenlik riskini veya çalışanın gebeliği veya emzirmesi üzerindeki bir etkiyi ortaya çıkardığında işveren, ilgili çalışanın çalışma koşullarını ve/veya çalışma saatlerini, çalışanın bu risklere maruz kalmasını önleyecek bir biçimde geçici olarak değiştirir.

(2) Çalışma koşullarının ve/veya çalışma saatlerinin uyarlanması mümkün değilse, işveren ilgili çalışanı başka bir işe aktarmak için gerekli önlemleri alır.

(3) Sağlık raporu ile gerekli görüldüğü takdirde gebe çalışan, sağlığına uygun daha hafif işlerde çalıştırılır. Bu halde çalışanın ücretinde bir kesinti yapılmaz. Başka bir işe aktarılması mümkün değilse, çalışanın sağlık ve güvenliğinin korunması için gerekli süre içinde, isteği halinde çalışanın tabi olduğu mevzuat hükümleri saklı kalmak kaydıyla ücretsiz izinli sayılması sağlanır. Bu süre, yıllık ücretli izin hakkının hesabında dikkate alınmaz.

Gece çalışması

MADDE 8 – (1) Kadın çalışanlar, gebe olduklarının sağlık raporuyla tespitinden itibaren doğuma kadar geçen sürede gece çalışmaya zorlanamazlar.

(2) Yeni doğum yapmış çalışanın doğumu izleyen bir yıl boyunca gece çalıştırılması yasaktır. Bu sürenin sonunda sağlık ve güvenlik açısından sakıncalı olduğunun sağlık raporu ile belirlendiği dönem boyunca gece çalıştırılmaz.

Çalışma saatleri

MADDE 9 – (1) Gebe veya emziren çalışan günde yedi buçuk saatten fazla çalıştırılamaz.

Özetle, kadınlar hemen hemen her alanda çalışabilir. Ancak, geçen iki haftaki yazılarımda belirttiğim gibi, işçi sağlığı ve iş güvenliği açısından biyolojik farklılıklar üzerine bilimsel çalışmalar yapılmak, bu çalışmaların sonuçları insanca bir çalışma ortamı için kullanılmak şartıyla…

Kreş Meselesi!

Şimdi nereden çıktı diyebilirsiniz. Şunu okuyalım önce:

“Antalya'nın Aksu ilçesinde bir kereste fabrikasında çalışan 23 yaşındaki Özgür Öz, eşi Sultan Öz'ün o gün çalışması nedeniyle çocukları 6 yaşındaki Ali Can ile 3 yaşındaki Ayşe'yi fabrikaya getirdi. Oyun oynamaya başlayan 6 yaşında Ali Can Öz, yıkılan tomrukların altında kalarak yaşamını yitirdi. Baba Öz, 3 yaşındaki kızını ise son anda ezilmekten kurtardı. Bunun bir iş cinayeti olduğunu vurgulayan Dr. Berna Müftüoğlu, "Patron da, devlet de bundan sorumludur ve suçludur" dedi. Kadın Emeği Platformundan Özge Yurttaş ise, "Milyonlarca kadın ve erkek emekçi için kreş talebinin haklılığı yaşanılan bu acı kaza ile bir kez daha anlaşılıyor" diye konuştu.”( http://www.evrensel.net/haber/82184/6-yasinda-cocuk-is-cinayeti-kurbani-kres-yok-cocuk-katili-var)

Kadınların özgürleşmesi için ev ve çocuk sorumluluklarının, toplumsal ölçekte büyük oranda çözüme kavuşturulması bir zorunluluk. Öte yandan bir kadın emekçinin sağlığından söz ediyorsak ve sağlık tanımını ruhsal ve bedensel olarak iyi olma hali şeklinde en yalın şekliyle yorumluyorsak, çalışan bir kadının aklında sürekli endişeyle çocuğunu düşünmesini bekleyemeyiz. Burada tartışılması gereken, kadınların endişeden uzak bir şekilde çalışmalarıdır ve burada en önemli hususlardan birisi kreş meselesidir! Ben kreşte büyüdüm, kardeşim de öyle ve pek çok arkadaşım da öyle. Çünkü kamunun, kamu işletmelerinin gerek ekonomide gerekse de toplumsal yaşamda ağırlığının olduğu bir dönemde geçti çocukluğum. Kamu İktisadi İşletmeleri’nin ve her türlü devlet kurumunun sosyal haklarının ortadan kaldırıldığı ve ilk olarak da kreş hakkına saldırıldığı bir dönemi yaşadık, yaşıyoruz.

Biraz önce verdiğimiz örneğin bir iş cinayeti olmadığını kim söyleyebilir. 16 Ağustos 2013'de çıkarılan "Gebe ve Emziren Kadınların Çalıştırılma Şartlarıyla Emzirme Odaları ve Çocuk Bakım Yurtlarına Dair Yönetmelik" te 150'den fazla işyerleri için kreş açma zorunluluğunu var. Ancak işyerleri kadın çalışanların sayısını 150'nin altında tutarak kreş sorumluluğundan kurtulmaktadır. Devamını İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nde birlikte çalıştığımız Y.Doç.Dr. Berna Müftüoğlu’ndan dinleyelim:

“Üstüne üstlük 1 Ocak 2013'te Maliye Bakanlığının yayımladığı 'Kamu Sosyal Tesislerine ilişkin Tebliğ' ile kamu bütçesinden harcama yapılması kesilmiş olup, zaman içinde kreşler kapanmaya terk edilmiştir. Öte yandan devletin verdiği destek ile özel kreş masraflarının da karşılanamamakta, (a)ynı zamanda özel sektör patronlarının 'Kreş hizmeti satın alma' uygulaması nedeniyle, kadın çalışanlara imzalatılan formalarda kreş hizmetinin satın alındığı gösterildiği bilinmektedir. Sadece annelik hakkı değil, aynı zamanda babalık hakkı ve de çocuk hakkı için kreş hakkı devletin yerine getirmesi asli bir zorunluluktur"

Sayısız faktörün bileşkesi: Milyonlarca Sağlıksız, Mutsuz Kadın!

Üç haftadır uzmanı olmadığım, üzerinde çok çalışmadığım, birkaç saha araştırması haricinde (kadın şantiye mühendislerine ilişkin) ampirik çalışmalar yapmadığım bir alanda yazmaya çalıştım. Siyasal yaşantım boyunca pek çok işçi direnişinde bulunmaya, pek çok işyerinde işçilerle bir arada olmaya çalıştım ve kadın emekçilere ilişkin gözlemlerimin bir kısmının kaynağı budur. Bir kısmının kaynağı ise hemen yanı başımda birlikte çalıştığı arkadaşlarım, dostlarımdır. Şu kesinlikle söylenmelidir; kadın veya erkek işçi sağlığı ve iş güvenliği bir “emeğin korunması” sorunudur ve yalnızca işyerleriyle kısıtlı düşünülemez. Öte yandan sağlık ve güvenlik dediğimizde de pek çok faktör işin içinde olmak zorundadır. Bu açıdan bakarsak kadın emekçilerin yaşadıkları stres, psikolojik baskılar, sindirme politikaları, taciz, mobbing ve benzeri etkenler düşünülmeden kadınların işçi sağlığı ve iş güvenliği kesinlikle anlaşılamaz.

ABD’de yapılan bir arastırma, çalısma hayatında bir numaralı problem olarak stresi göstermekte olup, bu oran çalısan kadınlarda %60’lara varmaktadır. Bu durum, stresle ilgili hastalıkların kadınlarda, erkeklere göre iki kat fazla olmasına sebep olmaktadır (Ünal, 2007: 41). Türkiye’de çagrı merkezlerinde çalısanlar üzerinde yapılan bir araştırmaya göre; ağırlıkla kadınların istihdam edildigi çagrı merkezlerinde çalısanların %16’sı stres, %14’ü psikolojik rahatsızlıklarla karsı karsıya olup, %72’si ise tacize maruz kalmaktadır (Çetin, 2005: 111-115). İş stresini arttıran unsurlar; işi başaramama korkusu, rutin ve monoton isler, görev tanımlarındaki belirsizlik, ağır is yükü ve sorumluluk, yöneticiler ile kötü iliskiler, fiziki mekan ve çevre şartları, is güvencesinin olmayışı, cinsel veya psikolojik taciz ve aile yaşantısındaki sorunlar (Ünal,2007: 42; Cam, 2004: 3-5) göz önüne alınmadan yapılacak tartışmaların zemini zayıf olacaktır (bu üç kaynaktan aktaran Yılmaz, 2010).

Yazılacak, söylenecek çok şey var. Ama bu yazının yayınlandığı saatlerde başlayan İlerici Kadınlar Konferansı’nda zaten söyleneceklerin büyük bir kısmı söylenecek, yeni ve taptaze tartışma başlıkları açılacak. Özetle üç hafta boyunca söylemeye çalıştığım şudur; eşit ve özgür bir toplum yolunda yürütülecek gerek akademik, gerek siyasal, gerek gündelik yaşamsal her türlü çalışmaya kadın eli değmek zorundadır ve bu çalışmalar kadınlara dokunmak zorundadır…

Kaynaklar

Cam, Erdem (2004). “Çalısma Yasamında Stres ve Kamu Kesiminde Kadın Çalısanlar”, Uluslararası İnsan Bilimleri Dergisi, 1 (1); ss. 1-10.

Çetin, Basak Işıl (2005). Bilgi Toplumu ve Bilgi İşçisi Bağlamında Çagrı Merkezleri: Emek Süreci İş ve İstihdam, M.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamıs Yüksek Lisans Tezi, İstanbul.

Kümbetoğlu B., User İ., Akpınar A., (2012). Kayıp İşçi Kadınlar (Kayıtdışı Çalışmaya Dair Bir Alan Araştırması); Bağlam Yayınları

Makal, A, (2012) Kadın Emeğinin Tarihsel Kökenleri 1920-1960, Geçmişten Günümüze Kadın Emeği kitabı içinde Hazırlayanlar: Ahmet Makal, Gülay Toksöz, Ankara Üniversitesi Yayınevi

Şimşek Şehnazoğlu, S., Çulluk ile Kadın İşçiler Arasındaki Metafor, Panorama Dergisi, Sayı 6: Kadir Has Üniversitesi Yayınları, Sayfa 50-52

Ünal, Çiğdem (2007). “Kadın Çalısanlar Çalısma Hayatı–İş Sağlığı ve Güvenliği”, İş Sağlığı ve Güvenliği Dergisi, Çalısma ve Sosyal Güvenlik Bakanlıgı Yayını, Sayı: 36, Yıl: 7, Ekim–Kasım–Aralık, ss. 37-42.

Yesari Mahmut (1995); Çulluk, Oğlak Yayınları, İstanbul (İlk baskısı 1927 yılıdır)

Yılmaz, F. (2010). Türkiye’de kadın çalışanların mesleki sağlık ve güvenlik koşulları. Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, 3(13); 268-284.