İTÜ’de işçi kardeşimiz neden öldü?

Taşeron işçisi Murat Danacı’nın anısına…

İTÜ'de uzun yıllardır taşeron firmalarda temizlik işçisi olarak çalışan Murat Danacı arkadaşımızı geçtiğimiz Cuma günü Elektrik-Elektronik Fakültesi’nde cam silmek üzere çalıştığı sırada bir iş cinayetinde kaybettik.

Ölümle sonuçlanan olayın “teknik” ayrıntıları tartışılır, tartışırız. Sorumlular bulunur, ki bulunacaktır, bunları da tartışırız. Olay soruşturulacak, dava süreci uzayacak, ayrıntılara girilecek, tartışılacak… Ama ilk önce kendimi de içine katarak şunu söylemek zorundayım. Burada İTÜ’lüler olarak hepimiz suçluyuz, bunu bir kabul olarak ortaya koymadan bir adım ileri gidemeyiz.

Önümüzdeki hafta İTÜ’de bu konuda kapsamlı bir süreç en tepeden aşağıya kadar başlayacak muhtemelen, basın yayın organlarından da takip etmişsinizdir (veya etmediyseniz burada yazmış olayım) İTÜ Rektör Yardımcısı bizzat olay yerine geldi, iş güvenliği uzmanlarıyla birlikte. Gerek İTÜ Rektörlüğü, gerek İTÜ İSGB, gerek Eğitim Sen, gerekse de taşeron işçiler arasında çalışma yapan sendikalar, gerekse de öğrenciler işin takipçisi olacak, olmalı. Şunun da altı çizilmeli, şu an Murat’ın anısı tazeyken yapılacak en son şey o veya bu kişiyi doğrudan suçlamak, olayı kişiselleştirmek, tekilleştirmek. Biz şimdi buradan hareketle esas NEDEN’e biraz bakalım.

Burada yıllardır teorik olarak yazıp çizdiğimiz, ama hemen hemen her gün de somut olarak gördüğümüz bir neden sonuç ilişkisini de ortaya koymak durumundayız. Ortada bir sonuç var, bu ve benzeri sonuçlar her gün yaşanıyor, o zaman NEDEN üzerinde tartışmak zorundayız. Emniyet kemeri takmamak bir sonuçtur, uygun ortamda çalışmamak, çalıştırılmamak bir sonuçtur, yetersiz kişisel koruyucu ile çalışmak, çalıştırılmak bir sonuçtur, işçinin acele etmesi/ettirilmesi bir sonuçtur... Bu sonuçlara giden yolu bulmak, süreci geriye doğru sarmak, ana nedene odaklanmak zorundayız.

Murat kadrolu işçimiz olsaydı ölür müydü?

Kışkırtıcı, spekülatif bir soruyla başlayalım. Murat Danacı kardeşimiz İTÜ’nün kadrolu işçisi olsaydı ölür müydü? Ben en azından şu anda aramızda olma olasılığının daha fazla olacağını düşünüyorum. Murat taşeron işçisiydi. Burada “taşeron firma suçlu” diye kestirip atmıyorum. Taşeron sisteminin bu sonuçları yarattığına vurgu yapıyorum.

İTÜ’de işçi sağlığı ve iş güvenliğine baktığımızda son iki yıldır bazı şeylerin yapıldığının altını çizerek başlayalım. En tepede bir İş Sağlığı ve Güvenliği Birimi var. 17’si fakülte toplam 21 adet birimde İş Sağlığı ve Güvenliği Kurulları var. Bir başka ifadeyle aslında İstanbul Teknik Üniversitesi tek bir işyeri değil, en az 21 işyerinden oluşan büyük bir yapı. Yalnızca çalışanları değil, öğrencileri de kapsayan faaliyetler pek çok eksiği olmasına karşın devam ediyor ettiriliyor. Rektörlük bu konuda beğenelim beğenmeyelim adım atıyor, aslında hepimiz, bu alanda çalışanlar el yordamıyla ilerliyoruz. Binlerce öğrenci binlerce çalışan, farklı çalışma alanları, farklı riskler… Kısacası yalnızca bir sınıfta eğitim veren bir kurum gibi düşünülmemeli üniversiteler. Laboratuvarlarında yeri geliyor inşaat yapılıyor, kimyasal deneyler gerçekleştiriliyor, elektrik kullanılıyor, organik malzemelerle çalışılıyor... Ama tüm bunların yanı sıra, bakım, onarım ve en önemlisi temizlik işleri yapılıyor. Hemen hemen her iş kolunda rastlanabilecek riskleri tek bir kampüs içinde gözlemleyebiliyorsunuz aslında. Tüm bunlara ilişkin çalışmalar, 6331 Sayılı kanun ve yönetmelikler ışığında yapılıyor, gerçekten ama eksik ama fazla çalışmalar yapılıyor.

Peki sonuçta ne oluyor? Ölüm geliyor çok basit, çok temel bir yerden vuruyor, bir temizlik işçisi yüksekten düşüyor ve ölüyor! Önleyemiyoruz, önleyemediğimiz için kahroluyoruz!

Çünkü ne yaparsak yapalım aslında biz Murat’ı görmüyoruz göremiyoruz. Murat gibileri görmüyoruz, gözden kaçırıyoruz, unutuyoruz. Çünkü Murat bir taşeron firmanın işçisi. Tıpkı yaşamını yitiren Zafer Açıkgözoğlu gibi. Bu kadar büyük bir yapıda, en kolay gözden kaçanlar taşeron işçiler oluyor. Her işyerinde merkezi olarak denetlenmesi gereken sağlık ve güvenlik önlemleri, sağlıklı ve güvenli çalışma koşulları, söz konusu taşeron işçiler olunca unutuluyor, gözden kaçıyor veya gereken önem verilmiyor. İşte taşeron sistemi bu, bu sistemin yapısı denetimsizliği körüklüyor.

Bu konuda daha önce çok kapsamlı bir şekilde yazdığım için o yazının linkini veriyorum ve kısa bazı alıntılar yapıyorum:

“Taşeron işçileri deyince aklımıza kim geliyor? Çoğumuz için ilk önce inşaat işçileri… Sonra, belediyelerin temizlik işçileri, üniversitelerde çalışan temizlik işçileri, maaşlarını alamayan PTT işçileri, kamu kurumlarında temizlikten, bakım işlerine kadar çalışanlar… Tamam da yine yetmedi, daha fazlası aklımıza geliyor, enerji sektöründe sayaç okuyan işçiler, enerji nakil hatlarında çalışan işçiler… Büyük prodüksiyon şirketlerine yalnızca yemek hizmeti verenler değil, ışık, hatta kamera hizmeti sağlayan küçük firmalar ne olacak peki? Şantiyelerden, fabrikalardan, setlerden biraz ofislere gelelim, “outsource” edilen işlerde çalışan yazılımcılar, ha beyaz yakadır, ayrıcalıklıdır mı dediniz, bırakın allah aşkına. Kuralsızlık dediğimizde, kimi zaman şirket merkezi bile olmayan, ellerinde kartvizitlerle iş peşinde koşan işçi simsarlarını, güzel giyimli pazarlamacıları, mafya patroncuklarını ve köle gibi çevresinde taşıdığı işçileri vs. vs. İşin özeti, aklımıza gelmeyen sektör, aklımıza gelmeyen sınıf kesimi kaldı mı?”

“Üretim ve hizmet süreçlerinin merkezi olarak planlanmadığı (büyük ölçekli üretim yapan ve tek bir işletmeye bağlı kamu veya özel sektör işçilerini düşünelim); eşgüdümün ortadan kalktığı bir ortamda da, zaten merkezi olarak planlanması gereken işçi sağlığı ve iş güvenliğinden de söz etmek imkansız hale geliyor.”

(http://ilerihaber.org/yazar/taserona-hayir-yalnizca-bir-slogan-mi-30589.html)

Kısacası taşeron sistemi denetimsizliği ve dezorganizasyonu beraberinde getiriyor. Dezorganizasyon ise deneyimsizliği ve işle ilgili aksaklıkları kapsar, çoğunlukla kısa süreli işlerde görülür. Dezorganizasyon veya organizasyon bozukluğu dediğimizde bilgilendirmenin, eğitimin ve denetimin yetersizliği, işçiler arasında resmi veya gayriresmi bilgi akışının kesintiye uğraması, keza işçiler ile iş güvenliği uzmanları arasındaki iletişimsizlik, fazla sayıda taşeron arasındaki koordinasyon eksikliği, işçilerin izole olması, izole olarak çalışmaları ve kendilerini koruyabilmek için örgütlenmelerinin olanaksız olması (hiç tanımadığı bir fabrikaya bir haftalığına gelen bir işçi, evden parça başına çalışan bir işçi veya büyük ölçekli bir işyerinde genel işçi sağlığı ve iş güvenliği mekanizmalarının dışında kalabilme vs.) gibi hususları anlarız. Mevzuattaki yetersizlik en asgari çalışma standartlarının dahi yerine getirilememesi, sermayedarların sorumluluklarını yerine getirmeleri için zorlanamaması, devlet denetiminin eksikliği, yasaları uygulatamama gibi hususları içermektedir ve paramparça hale gelen bir emek piyasasında tüm bunlara tanık oluruz.

Bunun için de ne kader ne kaza demeden sonuca değil de NEDEN’e odaklanmak zorundayız, Murat’ı ölüme götüren temel NEDEN’e…