İşçilerin ateşi herkesi yakacak…

14 Ocak 2011, 23 yıldır Tunus’u yöneten Zeynel Abidin bin Ali ülkeyi terk etti.

14 Ocak 2017, İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği, çocuk işçiler ve yok edilen toplumcu sağlık sistemimizin mimarlarından Dr. Gürhan Fişek yaşamını yitirdi.

14 Ocak 2018. Kanser ilaçlarının temini için yardım isteyen, dönemin Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar tarafından “dilenci” muamelesi gören ve buna isyan eden 27 yaşındaki Dilek Özçelik, bu satırlar yazılırken yaşamını yitirdi!

İsyan, ateş, isyan ateşi…

Ateş pek çok şeyin simgesi olagelmiş. Genelde olumsuzlanmış kötülenmiş. Ama bir taraftan bakıldığında isyanın, başkaldırının, arınmanın, yeniliğin simgesi olarak görülmüş. İsyan ateşi denmiş, ateşli aşk denmiş, gençlik ateşi denmiş, içimdeki ateş denmiş. Heraklitos için her şey ateşten gelmiştir, ateşle yok olur, ateş ama hep vardır değişmez. Ateş ile her şey karşıtına dönüşür, yaşarken ölümümüzü yaşarız, ölürken yaşamımızı ölürüz. Her şey değişir ama ateş değişmez. Ateş yaşamın temel öğesiydi, değişiyordu yanıp gidiyor, yakıp siliyordu, aynı suda iki kez yıkanamazdı kimse, ateş de yakıp geçer yepyeni bir sayfa açardı Heraklitos’a göre. Ateşin yerine hareketi koyunca Engels “hareket maddenin varoluş biçimidir” derken muhteşem bir sayfa açar düşünce dünyamızda. Donuk, durağan bir şey yoktur, değişim, çelişkiler, karşıtların birliği ve zıtlığı maddi süreçler için anahtardır anlamak için gelen ve gelmekte olanı…

“Sen yanmasan, biz yanmasak, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa?” derken Nazım biraz insanın kendisini feda etmesine vurgu yapar.

Ama…

Yanmayalım.

İşçiler hele hiç yanmasın.

İsyan ateşi onları sarıp sarmalasın, ama… İşçiler yanmasın…

Evet, ateşte yanmak, ölmek, yaralanmak adlı adınca, ateş, alevler, yanmak, yanıklar… Eli nasırlı o insanlardan uzak dursun bunlar!

Anımsayalım mı o yanan emekçileri?

Muhammed Buazizi. Üniversite mezunuydu, sokakta kendisine ait tezgahı vardı. Tartısı, tezgahı elinden alındı “ruhsatın yok satamazsın” diye. Aşağılandı, şiddet gördü, dayanamadı…Kendisini yaktı. Tunus’ta isyan ateşi onunla yandı. “Arap Baharı” dedikleri şeyi onunla özdeşleştirdiler, ona bir kez daha hakaret ettiler. Emekçilerin el koymadığı bir direnişe herkesin musallat olacağını onunla öğrendik. Bugün Tunus halkı IMF paketi için sokaklarda, İran’da yoksullar sokaklarda. Üst akıl, ‘emperyalizmin oyunları’ dışında ezberleri olmayanlar sokağın, emekçinin çilesini bilmeyenlerdir. Ama sahipsiz isyan ateşleri her zaman emperyalizmin oyun alanıdır diyenler de, bunun bilincine sahip olanlar da, müdahale etmeye çalışanlar da yok değildir…

Daha yakına gelelim. İşsizdir çaresizdir, Ulaş Akın 8 Şubat 2016 tarihinde kendisini yakmıştır. 

Aynı yıl Mahmut Urfa’da Kasım 2016'da yoksulluğuna isyan edip kendisini yakmış ve ağır yaralanmıştı.

2017 Ağustos’unda Haydar Çopur Kayseri'de borçları nedeniyle girdiği bunalım sonucu Valilik Göç İdaresi binası önünde üzerine benzin dökerek kendini ateşe verdi.

Ve Sıtkı Aydın…

12 Ocak tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) önünde kendisini ateşe verdi. Sevgili muhabirimiz Tuğba Özer kendisiyle görüştü. Sıtkı kardeşimiz 5 yıldır işsiz, Muhammed Buazzizi’den, diğer kendisini yakan işçilerden farkı yok. Ruhsal bunalıma girdiği, asıl amacının kendisini yakmak olmadığını, sesini duyurmak için böyle bir eylem gerçekleştirdiğini biliyoruz. Daha fazla şey de söylüyor bu kardeşimiz; darbeye karşı sokağa çıktığını ve daha önce Erdoğan'a oy verdiğini söylüyor. Varsın söylesin, varsın referandumda “Evet” versin, varsın oyunu AKP’ye versin. Bizim yolumuz onun ve onun gibilerinin eşit ve özgür bir ülkede yaşaması mücadelesinin yoludur.

Biraz devam edelim ama, Sıtkı ilginç şeyler anlatıyor bize:

“Ben Samsun Çarşamba doğumluyum. Vatani görevimi dört dörtlük yaptım. Vatandaşlık görevimi de dört dörtlük yaptım. 

2013 yılında Sinpaş Altınoran’da iş kazası geçirdim. 3. kattan sırtüstü yere çakıldım. Zaten yaşamam bir mucize. 7 kaburgam kırıldı, beynimde travma oluştu. 

Dava açıldı, şahitlerim dinlendi. 2013 yılından bu yana ancak mahkeme atıyorlar. İki hakimden birisi FETÖ’cü çıkmış. Diğeri tatile çıkmış. Ancak mahkeme erteliyorlar.

Adaletin tecelli etmesi için iki kere kredi çektim, avukata para verdim. Bir kısmını ödeyebildim geriye kalanını ödeyemedim. Psikolojik bunalıma girdim. Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ne 3 defa dilekçe yazdım. Kendileri bizzat verdi. Faks numarasını. 4 ay oldu dilekçelere yanıt gelmedi.

Kadir Topbaş’ı da Gebze’de gördüm. Derdimi anlattım. Yardımcı olacağız deyip telefon numaramı aldılar. O da lafta kaldı.

Yasal olarak kendimce uğraştım. Bir şey yapamadım. Borçlardan dolayı ruhsal  bunalıma girdim. Meclis önünde sesimi duyurmaya çalıştım. Benzini aldım, kendimi yakmak değildi amacım. Öyle bir girişimde bulundum. 

Etrafımı kuşattılar, uzak durun benden dedim. İçeriden milletvekili mi çağırıyorsunuz, Tayyip Erdoğan’ı mı çağırıyorsunuz. Buraya ben sesimi duyurmaya geldim. 

‘2013 yılında iş kazası geçirdim. Hayatımdan bıktım. Ruhsal bunalımdayım’ dedim.

Onlar beni sağdan-soldan almaya çalışınca çakmağı tetiklemişim. 

Eğer müdahale etmeseler, ‘sakin ol’ deseler tetiklemeyecektim çakmağı. 

Ben oyumu daha önce Tayyip’e attım. Tecavüz suçlusu olsa, adam vursa öbür kapıdan çıkıyor. Ben alnımın teriyle çalışmışım, 3. kattan yere çakılmışım. Müzice eseri hayattayım. 5 sene oldu benim evraklarım görüldü, şahitlerim dinlenildi ama hala sonuçlanmadı.

6 ay kendi işimi yapamadım. 3 ay sadece dört duvarı gördüm. Sinpaş köpek ölüsü gibi kapıya bırakıp çekip gitti. Bir ay sonra muhasebecim arayarak size para yatırdık dedi. Bankaya gittim 300 TL yatırmışlar. Ben de dava açtım.”

Sıtkı zaten anlatıyor bu rezil düzenin ona verdiği değeri. Biz hemen onu düşünürken muhalif haber bültenlerine bir haber düşüyor “İstanbul Beylikdüzü'nde iş cinayeti: Kağıt toplayıcıların kaldığı konteynerde yangın çıktı,  Afganistanlı işçiler Muhammed İslam (25) ve Tosif (20) ile Pakistanlı işçi Asad (19) yaşamlarını yitirdiler...”

Hemen aklımız geçmişe gidiyor, 2012 yılına gidiyoruz, Esenyurt, MarmaraPark Alışveriş Merkezi inşaatı, çadırda kalan 11 işçi yanarak ölüyor. Vanlı, Sivaslı ve Ordulu işçiler birlikte yemek yiyor, birlikte uyuyor, birlikte ÖLÜYOR!

Vanlı, Sivaslı, Ordulu, Samsunlu, Afgan, Suriyeli…işçiler birlikte ölmeyip de birlikte mücadele etmedikçe sonları ateşte yanmak oluyor. Birleşirlerse o ateşin kimleri yakacağını ise bilmek bize ağır bir sorumluluk yüklüyor!